İki Şehrin Hikâyesi. Чарльз Диккенс

İki Şehrin Hikâyesi - Чарльз Диккенс


Скачать книгу
yaklaştı ve Defarge’ın yanında durdu. Bir iki dakika sonra kafasını kaldıran ayakkabıcı, yeni birini görmekten dolayı hiçbir şaşırma belirtisi göstermedi; sadece kararsız parmakları adama bakarken dudaklarının üzerinde gezindi. Dudakları ve tırnakları da aynı donuk kurşun rengindeydi. Sonra elini indirip tekrar işine eğildi. Bu hareket ve bakış onu sadece bir an için meşgul etmişti.

      “Gördüğünüz gibi bir ziyaretçiniz var.” dedi Mösyö Defarge.

      “Ne dediniz?”

      “Bir ziyaretçiniz var.”

      Ayakkabıcı elini işinden ayırmadan, önceki gibi yukarı baktı.

      “Gelin!” dedi Defarge. “Burada iyi ayakkabıdan anlayan bir bey var. Üzerinde çalıştığınızı ona gösteriniz. Alın mösyö.”

      Bay Lorry ayakkabıyı eline aldı.

      “Söyleyin mösyö, bu ne tür bir ayakkabı ve imalatçısının ismi nedir?”

      Ayakkabıcı cevap vermeden önce normalden uzun bir sessizlik yaşandı:

      “Sorduğunuzun ne olduğunu unuttum. Ne dediniz?”

      “Beyefendiye bunun ne tür bir ayakkabı olduğunu açıklar mısınız demiştim.”

      “Bu bir bayan ayakkabısı. Genç bayanlar için yürüyüş ayakkabısı. Modaya uygun. Modayı hiç bilmiyorum. Ama bir keresinde elime bunlardan bir tane geçmişti.” Ayakkabıcı ayakkabıya belli belirsiz bir gurur ifadesiyle baktı.

      “Ve imalatçısının ismi?” dedi Defarge.

      Adam ara vermeden önce sağ elini sol avucuna, sonra sol elini sağ avucuna koydu; ardından önce bir elini, sonra diğerini sakallı çenesine götürdü. Konuşurken içine düştüğü avarelik hâlinden çıkmaya, çok zayıf ve ölmek üzere olan bir adamın ruhunu bedeninde tutma çabasıyla ayılmaya çalışıyor gibiydi.

      “İsmimi mi sordunuz?”

      “Evet, kesinlikle.”

      “Yüz Beş, Kuzey Kulesi.”

      “Hepsi bu mu?”

      “Yüz Beş, Kuzey Kulesi.”

      Bir ah ya da iniltiye benzemeyen, bıkkın bir sesle adam tekrar işine eğildi, ta ki sessizlik yeniden bozulana dek.

      “Ayakkabıcılık mesleğiniz değil, öyle değil mi?” diye sordu kararlı bakışları adamın üzerinde olan Bay Lorry.

      Ayakkabıcının bezgin bakışları, soruyu cevaplamasını ister gibi Defarge’a döndü; ancak o taraftan yardım gelmeyince gözler soru sorana yöneldi.

      “Mesleğim ayakkabıcılık mı? Hayır, mesleğim ayakkabıcılık değil. Ben, ben burada öğrendim. Kendi kendime. Ben…”

      Dakikalarca sessizliğe gömülüp ellerini ovuşturdu. Nihayet gözleri, uzaklaştığı yüze yavaşça döndü ve önceki gece bahsedilen konuyu hatırlayan yeni uyanmış biri edasıyla tekrar konuşmaya başladı.

      “Ben, kendi kendime öğrenmek için izin istedim ve uzun bir sürenin ardından zorlukla öğrendim. O zamandan beri de ayakkabı yapıyorum.”

      Elinden alınan ayakkabıya uzanırken, hâlâ adama bakmakta olan Bay Lorry, “Mösyö Manette, beni hiç hatırlamıyor musunuz?” dedi.

      Bu soru karşısında adam, elindeki ayakkabıyı düşürmüştü. Sabit gözlerle soru sorana baktı.

      “Mösyö Manette,” dedi elini Defarge’ın koluna koyan Bay Lorry, “bu adamı hiç hatırlamıyor musunuz? Ona bir bakın. Bana bir bakın. Zihninizde eski bankacınız, eski işiniz, eski uşağınız, eski zamanlar canlanmıyor mu Mösyö Manette?”

      Yılların tutsağı sabit gözlerle bir Dafarge’a bir Bay Lorry’ye bakarken, zihninden çok önce silinen izler, adamın üzerini kaplayan karanlık sisten çıkmaya çalıştı; ancak tekrar silindiler. Anılar zayıftı ve kaybolmuşlardı; ancak orada oldukları belliydi. Tüm bunlar adamın alnında beliren ifadelerden okunabiliyordu. Ve bu ifadenin aynısı, duvarın kıyısından süzülüp, adamı görebileceği bir yere gelen genç kızın alnında da belirmişti. Durduğu yerden adama bakmakta olan kızın kolları, artık adamı uzak tutup onu görmemek için yüzünü kapatmak maksadıyla değil, ilk kez olarak korkuyla karışık bir acımayla kalkmıştı. Hayalete dönmüş yüzünü sıcak, genç sinesine bastırmak, onu tekrar hayata döndürecek umut ve sevgiyi vermek için şevkle titriyordu elleri. Genç yüzündeki ifade adamınkiyle öyle büyük bir benzerlik taşıyordu ki, sanki adamdan çıkan bir ışık ona geçmişti.

      Adamın üzerine bir karanlık çökmüştü. İkisine, giderek azalan bir dikkatle baktı ve hüzünlü bir dalgınlık içindeki gözlerini tekrar yere çevirdi. Derin bir iç çekişin ardından ayakkabıyı eline alıp işine geri döndü.

      “Onu tanıdınız mı mösyö?” diye sordu, Defarge fısıltıyla.

      “Evet, bir an için. Önce umudum yoktu; fakat sonra, sadece bir an için, bir zamanlar çok iyi tanıdığım o yüzü gördüm. Hişt! Biraz geri çekilelim. Şşşt!”

      Kız, çatı katının duvar kenarından ayrılıp adamın oturduğu banka iyice yaklaştı. İşine eğilmiş adamın, elini uzatıp kendisine dokunuverecek kadar yakında olan bir bedenin farkına varmaması çok korkunçtu.

      Ne tek bir söz edildi ne de tek bir ses çıktı. Elindekiyle meşgul olan adamın yanında bir ruh gibi durdu.

      En sonunda, adam elindeki aleti bırakıp bıçağını alması gerektiğinde, beklenen oldu. Bıçak kızın bulunduğu tarafta değil, adamın öteki yanındaydı. Bıçağı alan yaşlı adam işine geri dönüyordu ki, gözleri, kızın elbisesinin eteğine takıldı. İki izleyici onlara doğru hamle yaptı fakat kız eliyle onlara durmalarını işaret etti. O, adamın elindeki bıçakla, kendisine saldırmasından korkmuyordu.

      Bir süre korku dolu gözlerle kıza bakan adamın dudaklarından birkaç kelime döküldü, ancak hiçbir şey duyulmadı. Hızla ve zorla alınan nefeslerin arasında “Bu da ne?” diye sorduğu işitildi.

      Yüzünden gözyaşları süzülen kız, iki elini dudaklarına götürüp adama bir öpücük gönderdi ve sanki ellerini mahvolmuş adamın başıymış gibi, göğsüne bastırdı.

      “Sen gardiyanın kızı değil misin?”

      Kız içini çekti: “Hayır.”

      “Kimsin sen?”

      Sesinin titreyeceğinden korkan kız banka, adamın yanına oturdu. Yaşlı ayakkabıcının geri çekilmesine karşın elini adamın koluna koydu. Kızın bu davranışıyla heyecanlandığı yüzünden belli olan adam, yavaşça elindeki bıçağını yere bıraktı ve kıza bakmaya başladı.

      Uzun, bukleli sarı saçları aceleyle iki yana bırakılmıştı ve boynunun iki yanından dökülüyordu. Elini yavaş yavaş kaldıran adam bu bukleleri tutup baktı. Yanlışlıkla yaptığı bu hareketin ardından derin bir iç çekip işine geri döndü; fakat bu pek uzun sürmedi. Adamın kolunu bırakan kız bu kez de omzunu tuttu. Sanki onun gerçekten orada olduğundan emin olmak istemiş gibi şüpheyle iki üç kez bu ele bakan adam tekrar çalışmaya başladı. Bir yandan da elini boynuna götürmüş, ucunda katlanmış bir paçavra bulunan kararmış bir ipi dışarı çıkarmıştı. Adam paçavrayı dizinin üzerinde itinayla açtı. İçinde azıcık saç vardı: Mazide kalmış günlerden birinde parmaklarına doladığı birkaç tel uzun sarı saç.

      Adam kızın saçını tekrar eline aldı ve yakından baktı. “Bunlar aynı. Nasıl olabilir? Ne zamandı? Nasıldı?”

      Alnı yeniden o yoğun ifadelerle kaplanan adam, aynı ifadenin kızda da olduğunu fark etmiş gibiydi.

      “Götürüldüğüm


Скачать книгу