Binbir Gece Masalları. Неизвестный автор
gözlerini açıp şöyle demiş: “Şimdi kitabı açın şahım!”
Şah büyük bir şaşkınlık içinde kitabı açmış ve yaprakların birbirine yapışık olduğunu görmüş. Bunun üzerine parmağını ağzına götürüp ıslatarak ilk yaprağı kolaylıkla çevirmiş. İkinciyi ve üçüncüyü de… Her sayfayı açmak bir öncekinden daha zormuş. Altı sayfa çevirmiş ve yapraklarda hiçbir şeyin yazılı olmadığını görmüş. Bunun üzerine şöyle demiş:
“Ama Hekim Efendi, burada hiçbir şey yok!”
Duban, “Çevirmeye devam edin.” demiş.
Şah aynı şekilde üç sayfayı daha çevirmiş. Aslında kitabın sayfaları zehirliymiş. Zehir vücuduna yayılıp ona öldürmeden hemen önce şah zorlukla bağırmış: “Beni zehirledin, ölüyorum!”
Bunun üzerine Duban’ın kafası şu şiiri okumaya başlamış:
Uzun yıllar hüküm süren
Ne şahlar geldi, geçti…
Eser kalmadı birinden
Tek tek hepsi göçtü, gitti.
Boğdular halkın sesini
Feryatları göğe erdi.
Felek vurdu sillesini.
Onlara da dertler verdi.
Göçüp giderken dediler.
Feleğin hiç yoktur suçu.
Zulmedenler mihnet çeker
Etme bulma dünyası bu!
Hekimin kafası konuşmayı bitirdiği anda şah ölmüş.
Balıkçı cine anlattığı bu hikâyeyi böylece bitirmiş, sonra:
“Bilmeni isterim ki cin efendi, eğer Şah Yunnan, Bilge Duban’ın hayatını bağışlasaydı Allah da onun canını bağışlayacaktı ama o bunu reddedip bilgeyi ölüme mahkûm etti. Bunun üzerine Allah da onu öldürdü. Eğer sen beni öldürseydin Allah da seni öldürecekti.” demiş.
Artık sabah olmak üzereymiş, Şehrazat burada masalı kesmiş, bunun üzerine kız kardeşi:
“Ablacığım ne heyecanlı masalların varmış!” demiş. Şehrazat da:
“Yarına sağ kalırsam bakın size daha neler anlatacağım.” deyince Şah Şehriyar o gün de karısının canını bağışlamış.
Ertesi akşam Şehrazat masalına devam etmiş…
Balıkçı, konuşmasına devam etmiş: “Eğer beni bağışlasaydın ben de seni bağışlardım. Fakat seni, beni öldürmekten başka hiçbir şey tatmin etmeyecek. Seni bu küpe hapsettim ve şimdi de denize atarak cezalandıracağım.”
Cin gürleyerek: “Allah aşkına bunu yapma balıkçı! Ben zalimlik ettim, sen merhamet et. Kötülük yapan zaten kötülük bulur! Bana Ümame’nin, Atika’ya davrandığı gibi davranma.” demiş.
“Onların hikâyesi nasıldır?” diye sormuş balıkçı.
“Bunu sana böyle hapsedilmişken anlatamam. Tabii beni özgür bırakırsan başka…” demiş cin.
Balıkçı: “Bırak palavrayı! Seni denize atmaktan başka çarem yok. Senin de oradan çıkmanın bir yolu yok. Ben senden merhamet dileyip ağlayarak yalvardığımda sen beni öldürmek konusunda oldukça kararlıydın. Ben ki bunları hak edecek hiçbir kötülük yapmadım sana. Sana zarar vermeye de çalışmadım. Yaptığım tek şey, seni o küpten çıkarmaktı. Sen ise bana kötülük yaptın. Şunu bil ki seni denize geri attığımda burada balık avlayan herkesi benim başıma gelenlerden dolayı uyaracağım. Eğer olur da seni denizden çıkarırlarsa tekrar suya atmalarını söyleyeceğim. Böylece zamanın sonu gelip de senin de sonunu getirinceye dek orada kalacaksın.” demiş.
Cin ise yüksek sesle şunları söylemiş: “Beni serbest bırakmak asil ve cömert bir davranış olur. Sana söz veriyorum ki seni incitmeyeceğim ve istediğini yerine getireceğim.”
Balıkçı, cinin teklifini bir şartla kabul etmiş. Ona yaptığı iyiliğe karşılık olarak kendisine zarar vermemek üzere Allah’ın adına yemin etmesi şartıyla… Daha sonra adam küpün ağzını açmış. Büyük bir buhar kütlesi havaya yükselmiş, ta ki tamamı dışarı çıkıncaya kadar. Sonra buhar kalınlaşmış ve cinin iğrenç silüeti ortaya çıkmış. Cin oradan kurtulur kurtulmaz şiddetli bir tekme darbesiyle küpü denize fırlatmış. Bunu gören balıkçı öleceğini düşünmüş. Kıyafetlerine sarınmış ve kendi kendine şöyle demiş: Sözünü tutmayacak!
Fakat sonra yüreğini ferah tutmaya çalışmış ve cine dönerek:
“Allah adına verdiğin sözü yerine getir. Yoksa bunun hesabını verirsin. Bana bir söz verdin ve Allah adına yemin ettin. Olur da bana yanlış yaparsan bu durum Allah’ın hoşuna gitmez. O ki günahkâr kuluna merhamet eder fakat kimse onun elinden kurtulamaz. Ben de sana Bilge Duban’ın, Şah Yunnan’a söylediğini söyleyeceğim: ‘Beni bağışla ki Allah da seni bağışlasın.’ ” demiş.
Cin gülme krizine tutulmuş ve yürümeye başlamış; balıkçıya: “Beni takip et!” demiş.
Adam güvenli bir mesafeden onun arkasından yürümeye başlamış. Şehrin etrafındaki yerleşim yerlerini geçinceye dek yürümüşler. Kimsenin şimdiye kadar hiç uğramadığı toprakların üzerinden yürüyüp kırları geçmişler ve bir dağa varmışlar. Beraberce dağa tırmanıp arkasındaki bir ovaya ulaşınca cin balıkçıya tekrar: “Beni takip et!” demiş ve onu bir gölün yanına götürmüş.
Sonra adama, balıkları yakalamak üzere ağını denize atmasını söylemiş. Balıkçı suya bakmış ve farklı renklerdeki -beyaz, kırmızı, mavi, sarı- balıkları görüp hayrete düşmüş. Ağını suya atmış ve bir süre sonra çekmeye başlamış. Ağda dört tane balık görmüş. Her renkten bir tane…
Balıkçının çok sevindiğini gören cin şöyle demiş: “Bunları sultana huzuruna götür. O da sana, seni zengin bir adam yapacak her şeyi versin. Kusura bakma, Allah biliyor ya sana bundan başka nasıl yardım edebilirim bilmiyorum. Bin sekiz yüz yıldır denizde olduğumdan dünyanın nasıl bir yer olduğunu unuttum. Şu geçen bir saatin dışında da dünyaya dair hiçbir şey görmedim.”
Daha sonra cin, Allah’ın adını anarak: “Umarım Allah bize yeniden karşılaşmayı lütfeder.” demiş.
Sonra bir ayağıyla yere vurmuş. Toprak ikiye yarılmış ve cini yutmuş. Gördüklerine şaşıran balıkçı, balıklarıyla birlikte şehre doğru yola çıkmış. Evine ulaşır ulaşmaz toprak bir testiyi suyla doldurup çırpınan balıkları içine atmış, cinin kendisine söylediği gibi sultanın sarayına doğru yola koyulmuş. Saraya ulaştığında balıkları sultana sunmuş. Hayatı boyunca o şekil ve renkte balık görmemiş olan sultan, hayretler içinde kalarak şöyle demiş:
“Bunları yeni gelen köle kıza verin, pişirsin.”
Üç gün önce Rum şahının kendisine hediye ettiği köle kızdan bahsediyormuş. Böylece onun yemek pişirme konusundaki becerilerini ölçebilecekmiş.
Bunun üzerine vezir, balıkları genç kıza götürmüş ve kızartmasını emretmiş:
“Bunları sultan size gönderdi ve: ‘Yeteneklerinizi değerlendirme fırsatı bulamadım. Beni zamanın azlığından doğan sıkıntıdan kurtarın ve marifetli ellerinizle bu yemeği pişirin.’ dedi. Çok nadir bulunan bu balıklar sultana hediye olarak geldi.”
Vezir onu dikkatlice uyardıktan sonra, sultanın yanına dönmüş. Sultan da balıkçıya dört yüz