Binbir Gece Masalları. Неизвестный автор
sabahın yaklaştığını görünce masalını burada kesmiş. Ertesi gece hükümdarın müsaadesiyle masalına devam etmiş:
“Kafasını kesme niyetiyle kılıcımı zencinin boynuna vurduğumda onu öldürdüğümden emindim fakat o, yüksek bir sesle inlemeye başladı. O zaman sadece derisini ve boynundaki iki damarı kestiğimi anladım. Bunun üzerine amcamın kızı irkildi. Onun beni görmesine fırsat vermeden kılıcı kınına sokup şehre doğru yola koyuldum. Saraya gidip yatağıma uzandım ve karım beni uyandırıncaya kadar (yani ertesi sabaha kadar) uyudum. Uyandığımda karımın saçlarını kestiğini ve yas kıyafetleri giydiğini gördüm.
Bana şöyle dedi: ‘Ah, amcamın oğlu, yaptığım şey için beni suçlama! Annemin öldüğü, babamın kutsal savaşta şehit düştüğü, ağabeylerimden birini yılanın ısırdığı, diğerinin vurulup can verdiği haberini aldım. Ağlamaktan ve feryat etmekten kendimi alamıyorum.’
Bu sözleri duyunca kendimi zor zapt ederek şunları söyledim: ‘İstediğini yapabilirsin. Kesinlikle sana karşı gelmeyeceğim.’
Ağlamaya, kederlenmeye, yas tutmaya bir yıl daha devam etti. Bir gün bana gelip: ‘Üzerinde kubbe olan bir türbe inşa etmek istiyorum. Orada yas tutacağım ve adını Ağlama Evi koyacağım.’ dedi.
Ben: ‘İstediğini yap.’ dedim.
Sonra kendine yas tutabileceği bir türbe yaptırdı. Tam ortasında bir kubbe vardı. Oraya âşığını yerleştirdi. Zenci, yarasından dolayı oldukça zayıftı, onunla beraber olamıyordu. Sadece şarap içebiliyordu. Üstelik yarasının verdiği acıdan konuşamıyordu da. Fakat zamanı gelmediğinden olacak ki hâlâ yaşıyordu. Her gün, akşam ve sabah, karım onun yanına gidiyor, feryat figan ağlıyor ve ona şarap ile birlikte kuvvetli ilaçlar veriyordu. Sonraki yıl da bunları yaptı. Bense sabrediyor ve onun yaptıklarına dikkat etmiyor gibi görünüyordum.
Bir gün ona fark ettirmeden yanına gittim ve onun ağlayıp dövünerek şunları söylediğini duydum:
‘Neden yanımda değilsin? Ah kalbimin neşesi… Konuş benimle. Hayatım, sevgilim…’
Sonra şu şiiri okudu:
Senden uzak kalalı yıprandı deli gönül
Her zaman seni sevdi, ah yandı deli gönül
Şu yanan vücudumu ne olur yanına al
Mezarda da benim ol, orda da benimle kal
Baş ucumda durup da kulak verirsen bana
Ruhumun iniltisi seslenecektir sana…
Ve daha fazla ağlayarak devam etti:
Sana yakın olduğum gün yaşadığım günlerin en güzeliydi
Gittiğin günse kahrolduğum
Ölüm korkusuyla titriyorum geceleri
Ama seni gördüğümde geçiyor bütün kederim…
Bir tane daha şiir okudu:
Sabahları mutlulukla uyanabilirim
Dünya benim olur ve kendimi sultan gibi hissedebilirim
Bana göre onlar bir sineğin kanatları kadar kıymetli
Seni görmediğimde olur mu hiç değerleri
Sözlerini bitirdiğinde ve ağlamayı kestiğinde ona: ‘Ah, bu kadar gözyaşı yeter! Ağlamanın sana bir faydası yok!’ dedim.
‘Bana karışma!’ diye cevap verdi. ‘Bunu yapmazsam kendime zarar vereceğim.’
Bense sükûnetimi muhafaza ettim ve onu kendi hâline bıraktım. O da ağlamaya ve kederlenmeye bir yıl daha devam etti. Üçüncü yılın sonunda fazlasıyla uzun süren bu matemden sıkıldım ve bir gün beni rahatsız eden bir meseleden dolayı sinirle türbeye girdim. Orada karımı şunları söylerken buldum: ‘Ah benim efendim! Bana bir daha bir tek söz bile lütfedemeyeceksin. Bana neden cevap vermiyorsun?’ Sonra şu şiiri okudu:
Ah mezar, ah mezar… Onun güzelliğini nasıl gölgelersin
Güneş gibi parlak bir güzelliği nasıl karartırsın?
Ah mezar ah mezar… Bana dar cennet de dünya da
Sen ki birleştirdin güneşimi de ayımı da…
Bu sözleri duyunca öfkeden deliye döndüm ve bağırdım: ‘Seni kadınların en adisi, fahişelerin en iğrenci! Sen ki bir zenciyle kırıştırdın. Aslına bakarsan çok iyi bir şey yapmışım!’ Sonra onu öldürmek amacıyla kılıcımı çektim fakat o, sözlerimi ve kendisini öldürme niyetimi alaya alarak haykırdı:
‘Alçak adam! Seni köpek! Yazıklar olsun seninle geçirdiğim dönüşü olmayan zamana… Sen bana bunu yaptın ya, Allah da seni benim elime düşürdü. Bana öyle bir kötülük ettin ki yüreğim yandı. İçime hiçbir zaman sönmeyecek bir ateş düşürdün!’
Bu sözlerin ardından ayağa kalktı, anlaşılmaz şeyler mırıldandı ve şöyle dedi: ‘Sihrimin gücüyle yarı insan yarı taş ol!’ ”
“Sonrasını zaten biliyorsun; ayağa kalkamıyorum. Ölü ya da diri değilim. Bununla da kalmadı ve bütün şehri büyüledi. Bütün caddeleri ve sokakları… Yaptığı sihirle dört adayı da dört dağa dönüştürdü. Senin bana sorduğun gölün etrafındaki dağlar var ya işte onlar… Şehir halkı dört farklı dine mensup insanlardan oluşuyordu. Müslüman, Hristiyan, Yahudi ve Mecusi… Büyü yoluyla insanları da değiştirdi. Müslümanları beyaz, Mecusileri kırmızı, Hristiyanları mavi ve Yahudileri sarı renkli balıklara çevirdi. Bana her gün yüz kırbaç vurdu ve çeşitli işkenceler etti. Her bir kırbaç darbesi vücudumdan sel gibi kan akıttı. Dahası vücudumun üst kısmına kıldan yapılma bir elbise giydirdi; üzerime işte bu cübbeyi sardı.”
Sonra sultan ağlayarak şu şiiri okumaya başlamış:
Sabırla, katlanıyorum Tanrı’m, kaderime
Ne olursa olsun tahammül edeceğim senden gelene
Bana baskı yaptılar, hayatımı zindana çevirdiler, gördüm işkence
Ama cennet mutluluğu unutturur acılarımı
Evet acılar ve nefret kısıtladı hayatımı
Ama Mustafa ve Murtaza açacak bana cennetin kapılarını…
Bunun üzerine sultan, genç adama dönerek şunları söylemiş:
“Ah genç adam, bir acın tükenmeden yenisi başlamış. Fakat şimdi o kadın nerede? Yaralı zencinin yattığı türbe ne tarafta?”
“Zenci, şu taraftaki kubbenin altında yatıyor.” demiş genç adam. “Kadınsa şuradaki odada. Her gün güneşin doğmasıyla birlikte yanıma gelir. Önce kıyafetlerimi çıkarır, bana deri kırbaçla yüz defa vurur ve ben çığlık çığlığa kalır, ağlarım. Fakat vücudumun alt kısmını hareket ettiremediğimden onu kendimden uzak tutamam. Bana işkence etmeyi bitirdikten sonra kölenin yanına gider. Ona içki ve haşlanmış et götürür. Bu her gün böyle devam eder.”
“Allah’ın rızasını kazanmak için genç adam, sana bir iyilik yapacağım. Öyle bir iyilik ki ben öldükten sonra bile hatırlanacak.”
Sonra sultan, genç adamın yanına oturmuş ve gece oluncaya dek onunla sohbet etmiş. Konuşmaları bittiğinde ise uzanıp uykuya dalmış. Şafak söker sökmez kıyafetlerini çıkarmış. Kılıcını bilemiş ve aceleyle zencinin yattığı yere gitmiş. Adam, mumların, lambaların, güzel kokulu parfümlerin, envai çeşit