Binbir Gece Masalları. Неизвестный автор
bayılmış. Genç kadın sözlerini bir kez daha tekrarlamış. Sonra balıklar kafalarını kaldırmış ve şöyle demişler:
“Evet, evet!” Ardından hep birlikte şarkı söylemişler: “Gel ki ben de geleyim, inan çünkü ben de inanıyorum. Eğer ki vazgeçersen, seni ağlatırım.”
Bunun üzerine genç kadın tavayı devirmiş, geldiği yerden geri dönüp duvarı kapatmış. Köle kız ayıldığında dört balığın kömür gibi karardığını görmüş ve:
“İlk işimde her şeyi mahvettim; ben şimdi sultanımıza ne diyeceğim!” diyerek başlamış ağlamaya… Sonra tekrar bayılmış ve yere düşmüş. O bu hâldeyken vezir, balıklar için dönmüş ve kızın kendini bilmeyerek yerde yattığını görmüş. Kızı ayağıyla dürterek ve şöyle demiş:
“Balıkları sultana götür!”
Ayılan kız, ağlamış ve başına gelenleri vezire anlatmış.
Büyük bir hayrete düşen vezir: “Bu oldukça ilginç bir olay.” demiş ve balıkçının yanına gitmiş:
“Bize bu balıklardan biraz daha getir.” demiş.
Bunun üzerine adam, dağdaki yola koyulmuş, ağını atmış ve tıpkı ilk seferde olduğu gibi dört balık daha yakalamış. Bunları vezire götürmüş. Vezir de balıkları köle kıza verdikten sonra: “Bunları benim yanımda pişir ki ne olduğunu ben de görebileyim!” demiş.
Köle kız balıkları temizlemiş ve tavaya yerleştirip ateşe koymuş. Çok geçmeden duvar ikiye ayrılmış ve genç kadın aynı kıyafetlerle ve elindeki sopayla ortaya çıkmış. Sonra sopasıyla tavaya vurmuş ve şöyle demiş…
Sabah olduğundan Şehrazat masalını burada kesmiş. Masalı sonuna kadar dinlemeye kararlı olan hükümdar o gün de Şehrazat’ın canına kıymamış ve Şehrazat ertesi gece masalı anlatmaya devam etmiş:
“Balıklar, yemininize sadık mısınız?” Bunu der demez balıklar kafalarını kaldırıp:
“Gel ki ben de geleyim, inan çünkü ben de inanıyorum. Eğer ki vazgeçersen, seni ağlatırım.” demişler.
Balıkların konuşmaları üzerine genç kadın tavayı devirmiş ve geldiği yerden geri dönmüş, duvar da onun ardından kapanmış.
Vezir yüksek sesle “Böyle bir olayı sultandan saklamamalıyız.” demiş ve sultanın yanına gitmiş, olanları anlatmış.
Sultan: “Bunu kendi gözlerimle görmeliyim.” demiş.
Sonra balıkçıya, üç adamın şahitliğinde, diğerleri gibi dört balık daha getirmesini emretmiş. Balıkçı balıkları getirmiş, sultan da ona dört yüz altın verilmesini emretmiş. Vezirine dönüp: “Bu balıkları benim huzurumda pişirin.” diye emretmiş.
Vezir: “Başüstüne!” demiş.
Vezir tavayı getirtmiş, temizlenmiş balıkları tavaya yerleştirip ateşe koymuş. Bunun üzerine duvar yarılmış ve iri yarı bir zenci çıkmış. Elinde bir ağaç dalı tutuyormuş. Yüksek ve korkunç bir ses tonuyla:
“Balıklar! Yemininize sadık mısınız?” diye sormuş ve balıklar aynı sözleri tekrar etmişler:
“Gel ki ben de geleyim, inan çünkü ben de inanıyorum. Eğer ki vazgeçersen, seni ağlatırım.”
Sonra koca zenci tavaya yaklaşmış ve elindeki dalla onu ters çevirdikten sonra geldiği yerden geri dönmüş. Adam gözden kaybolduğunda sultan, balıkları incelemiş ve hepsinin kömür gibi karardığını görmüş. Büsbütün şaşırmış ve vezire:
“Gerçekten de bu meseleye kayıtsız kalmak çok zor. Belli ki balıklarla ilgili büyük bir gizem var.” demiş.
Sonra balıkçının getirilmesini emretmiş ve ona sormuş:
“Yazıklar olsun sana! Bu balıklar nereden geldi?”
“Şehirden de görülebilecek dört tepeli bir dağın üzerindeki gölden.”
“Kaç günlük mesafede?”
“Sultanım, sadece bir saatlik mesafede.”
Meraklanan sultan, adamlarına atlarına binip yola çıkmalarını emretmiş. Balıkçıyı da rehberleri olarak görevlendirmiş. Bu arada balıkçı, içinden cine lanetler okuyormuş. Dağa tırmanıp hayatları boyunca görmedikleri büyük alana ulaşıncaya dek yola devam etmişler. Sultan ve şen şakrak adamları, dört dağın arasında gördükleri bozkır karşısında hayretler içinde kalmışlar. Göl ve farklı renklerdeki balıklar karşısında da şaşkınlıklarını gizleyememişler. Sultan, merak içinde askerlerine sormuş:
“İçinizden herhangi biri daha önce böyle bir şey gördü mü?”
Askerler: “Ey sultanımız, bizler hayatımız boyunca böyle bir şey görmedik!” demişler. Dahası, bölgenin en eski sakinlerini, uzun yıllar boyunca orada yaşamış insanları da sorgulamışlar. Fakat hepsi:
“Buralarda küçük bir göl görmedik.” diye cevap vermiş.
Sultan: “Allah adına yemin ederim ki bu göl ve içindeki balıklar hakkındaki gerçeği öğreninceye kadar ne şehrime döneceğim ne de tahtıma oturacağım.” demiş.
Sonra adamlarına atlarından inmelerini ve dağın etrafında ordugâh kurmalarını emretmiş. Vezirini, yani tecrübeli, akıllı, zeki ve bilge adamını çağırtmış. Ona: “Yapmam gereken bir şey var ve sana bunu anlatmak istiyorum. Kalbim bana bu gece yola çıkıp bu gizemi -balıkların ve gölün gizemini- çözmemi söylüyor. Çadırımın önünde durup emirlere, vezirlere ve yüksek rütbeli subaylara: ‘Sultan hasta, içeri kimseyi kabul etmememi emretti.’ de ve dikkatli ol, kimseye ne yaptığımdan bahsetme!” demiş.
Vezir, sultanın emrini yerine getirmiş.
Bunun üzerine sultan kıyafetlerini değiştirmiş, kılıcını omzuna almış ve dağlara uzanan yolda gecenin geri kalanı boyunca yürümüş; ta ki sabah oluncaya kadar. Uzaktan bir karaltı görünce sevinmiş. Kendi kendine şöyle demiş:
Umarım burada biri bana gölün ve balıkların gizemi hakkında bilgi verir.
Oraya yaklaşırken o karaltının aslında, siyah taşlarla yapılmış, kapısı aralık bir saray olduğunu anlamış. Kapının önünde durmak onu heyecanlandırmış. Sonra sultan, kapıya hafifçe vurmuş. Kimse kendisine cevap vermemiş. Bunun üzerine iki defa daha vurmuş. Fakat yine bir cevap alamamış. Daha sonra kapıya kuvvetle vurmuş ancak sonuç yine aynı olunca kendi kendine şöyle demiş: Demek ki saray boş.
Sonra oldukça cesur bir hareketle kapıdan geçip büyük salona varmış. Yüksek sesle: “Hey, ahali… Ben yolunu kaybetmiş bir yolcuyum. Yok mu bana yemek verecek kimse?” demiş.
Bu haykırışını ikinci ve üçüncü kez de tekrar etmiş fakat hiçbirinde bir cevap alamamış. Cesaretini toplamış ve sarayın girişini geçip geniş bir avluya varmış. Fakat orada da kimseyi bulamamış. Sarayın ipek eşyalarla ve altınlarla süslendiğini görmüş. Tüm kapılar da açıkmış. Girdiği avlu, dört ayrı salona açılıyormuş. O salonlar da başka salonlara… Avluda bir koltuk ve dört köşesinde ağızlarından mücevher kadar berrak su fışkırtan dört aslan heykelinin olduğu bir süs havuzu varmış. Etrafında çeşit çeşit kuşlar serbestçe uçuşuyormuş. Bu kuşların uçup gitmemesi için avlunun üst tarafına bir ağ geriliymiş. Bunları gören sultan çok şaşırmış. Kimsenin kendisine, virane, göl, balıklar, dağ ve saray hakkında bilgi vermeyecek olması kendisini üzmüş. Oturup derin düşüncelere dalarken bir ağlama sesi ile birlikte yürek paralayan acı dolu şu sözleri duymuş:
Aşkımı