Oliver Twist`in Maceraları. Чарльз Диккенс
cevap verdi Mr. Bumble, sözünün üstünde durarak. “Fazla beslemişsiniz hanımefendi. O durumdaki bir kimseye yakışmayacak bir şekilde içinde suni bir ruh ve zihin yaratmışsınız. Pratik feylesofların teşkil ettiği meclisin de fikri bu olacaktır. Yoksullara, ruh, zihin ne gerek! Vücutlarını yaşatmamız yetmez mi ki! Pirinç çorbasıyla beslemeye devam etseydiniz böyle olmazdı.”
“Aman ya Rabbi!” diye çığırdı Mrs. Sowerberry, gözlerini dindar bir tarzda mutfağın tavanına doğru kaldırarak. “Bakın, cömert davranış neler getiriyor insanın başına!” Kimsenin yemeyeceği artık yemeklerdi Mrs. Sowerberry’nin cömertliği; bu bakımdan Mr. Bumble’ın ağır ithamı altında boyun eğmesinde epey bir alçak gönüllülük ve fedakârlık vardı. Doğrusu bu ithamdan tamamıyla uzaktı Mrs. Sowerberry; ne böyle bir şeyi aklından geçirmiş ne bir şey söylemiş ne de böyle bir harekette bulunmuştu.
“Ha!” dedi Mr. Bumble, hanımefendi gözlerini yeniden yere indirdiğinde. “Şimdi yapılacak tek şey, bana kalırsa açlıktan ölünceye dek birkaç gün kömürlükte bırakmak, sonra da onu oradan alıp bütün çıraklığı süresince pirinç lapası vermek. Kötü bir aileden geliyor. Sütü bozuk! Hasta bakıcıyla doktorun dediğine göre, anası buraya kadar acı içinde sürünerek gelmiş, yerinde başkası olsaymış çoktan öteki dünyayı boylarmış.”
Mr. Bumble’ın nutkunun bu noktasında annesinden bahsedildiğini duyan Oliver, yeniden tekme savurmaya başladı, çıkardığı gürültü içinde bütün sesler boğuluyordu. Tam o sırada Mr. Sowerberry geldi, Oliver’ın suçu, hanımlar tarafından gazaba gelebilecek bir şekilde kendisine izah edildikten sonra ansızın kömürlüğün kapısını açtı ve asi çırağını yakasından tutup sürükleyerek dışarı çıkardı.
Yediği dayakla, üstü başı yırtılmıştı Oliver’ın, yüzü yara bere içindeydi, saçları alnına düşmüştü. Öfkesinin doğurduğu kırmızılık kaybolmamıştı, hücresinden çıkarıldığında cüretle Noah’ya tehditkâr bir tavırla homurdandı, korkudan eser yoktu yüzünde.
“Ne iyi çocukmuşsun sen böyle maşallah!” diyen Sowerberry, Oliver’ı sarsarak kulağına bir tokat indirdi.
“Anneme küfretti.” dedi Oliver.
“Ettiyse etti, oh olmuş, nankör köpek!” dedi Mrs. Sowerberry. “Küfre müstahakmış, hem de daha beterine.”
“Hayır!” dedi Oliver.
“Evet.” dedi Mrs. Sowerberry.
“Yalan!” dedi Oliver.
Mrs. Sowerberry hüngür hüngür ağlamaya başladı. Bu gözyaşı seli, Mr. Sowerberry’yi zor durumda bıraktı. Oliver’a en şiddetli cezayı vermede bir an gecikmiş olsaydı, her tecrübeli okuyucunun bileceği gibi, evlilik hayatının bütün kavgalarında görülebileceği gibi, kaba herif, gayritabii bir koca, hakaret eden bir mahluk, insan müsveddesi ve bunun gibi, bu bölümün içinde sayılamayacak derecede daha birçok güzel sıfatlara bürünmesi gerekecekti. Aslına bakacak olursanız, kendi kudreti dâhilinde -bu kudret de pek ahım şahım değildi ya- çocuğa karşı hüsnüniyetle davranmıştı; belki de böyle davranması kendi menfaatine olduğu için ya da karısı ondan nefret ettiği için. Mamafih bu gözyaşı seli, elini kolunu bağlamış oldu, bu yüzden hemen dayak atmaya başladı, öyle ki Mrs. Sowerberry’nin kendisinin bile bu dayak içine sindi, böylece daha sonra Mr. Bumble’ın asasının tatbikine lüzum kalmadı. Günün geri kalan kısmında, Oliver bir tulumla bir dilim ekmeğin refakatinde arka mutfağa kapatıldı ve geceleyin Mrs. Sowerberry kapının dışında annesi hakkında hiç de övücü sözler söylemeksizin, birtakım laflar ettikten sonra, kapıyı açıp içeri baktı ve Noah ile Charlotte’un yuhaları ve alayları içinde kasvetli yatağı olan yukarı kattaki odaya götürüldü. Cenazecinin loş atölyesinin sessizlik ve durgunluğunda bir başına kaldıktan sonra ancak gündüzki muamelenin bir zavallı çocukta uyandırabileceği duyguların eline bıraktı kendini, meydan okuyuşlarını istihfafla karşılamış, dayağı gık demeden yemişti; onu canlı canlı ateşte kızartacak olsalar bile içindeki çığlığı zapt etmek için onu epey bir süre ayakta tutacak gururunun kabardığını duymuştu içinde. Ama şimdi onu duyacak, onu görecek kimse olmadığı için, diz üstü yere çöküp elleriyle yüzünü kapayarak, öyle yaşlar döktü ki… Tanrı esirgesin öteki küçüklerden!
Uzun müddet böyle kaldı Oliver. Ayağa kalktığında mum tükenmek üzereydi, dikkatle bakınıp çevresini dinledikten sonra kapının sürgüsünü yavaşça açıp dış dünyaya baktı.
Soğuk ve karanlık bir geceydi. Yıldızlar, çocuğun gözlerine yeryüzünden daha bir uzaklaşmış gibi geliyordu, rüzgâr esmiyordu; ağaçların yere yansıttığı karanlık gölgeler, bu denli durgunluktan dolayı, bir ölüm, bir mezar havası içinde gibiydi. Yavaşça yeniden kapadı kapıyı. Ölmekte olan mum ışığından faydalanarak, tek tük giyeceğini bir bohçaya sarıp, sıranın birine oturarak sabahı beklemeye başladı.
Günün ilk ışığı panjurların arasından girmeye uğraşırken, Oliver kalkıp, kapının sürgüsünü açtı. Ürkek ürkek bakındı -bir an durakladı- derken bir de baktı, kapıyı kapamıştı, sokaktaydı artık.
Ne tarafa sıvışsam diye sağına soluna baktı. At arabalarının, yokuş yukarı ıkına sıkına çıktığını hatırladı, kendi de tırmanmaya başladı. Tarlaların ortasından geçen bir patikaya geldi. Patikanın, az ileride yolla birleştiğini biliyordu. Patikaya dalıp hızlı hızlı yürümesine devam etti.
Bu patika boyunca Mr. Bumble kendini çiftlikten yoksullarevine götürdüğü zaman yanında koşuşunu iyi hatırlıyordu. Yol, dosdoğru çiftlik evinin önünden geçiyordu. Bu aklına gelince kalbi güm güm atmaya başladı; neredeyse dönüp geri gidecekti. Ama epey yol almıştı, dönerse epey zaman kaybederdi. Hem daha pek erken olduğu için görünmek tehlikesi de yoktu; böylece devam etti yürümesine.
Eve vardı. Bu erken saatte, insan yoktu görünürde. Oliver durarak bir göz attı bahçeye. Çocuğun biri yataklardan birine ot dolduruyordu; durup soluk yüzünü kaldırınca Oliver, çocuğun eski arkadaşlarından biri olduğunu gördü. Gitmeden onu görmesi hoşuna gitmişti Oliver’ın, çünkü kendinden küçükse de dostu ve oyun arkadaşı olmuştu, kaç kere birlikte dayak yemişler, aç bırakılmışlar, hapse girmişlerdi.
“Ses çıkarma Dick!” dedi Oliver, çocuk kapıya doğru koşup, ince kolunu parmaklıkların arasından sokarak el salladı. “Senden başka uyanık var mı?”
“Benden başka kimse yok.” dedi çocuk.
“Beni gördüğünü sakın söyleme kimseye Dick.” dedi Oliver. “Kaçıyorum, beni dövüyorlar, bana kötü muamele ediyorlar Dick! Ben de uzaklarda talihimi denemek üzere yola çıktım. Nereye gideceğimi bilmiyorum. Ne kadar soluksun böyle sen.”
“Doktorun, onlara ölmek üzere olduğumu söylediğini duydum.” dedi hafif bir gülümsemeyle. “Seni gördüğüme çok sevindim canım; ama durma, durma git haydi!”
“Olur, sana Allah’a ısmarladık diyeyim diye durdum.” dedi Oliver. “Yine görüşürüz Dick. Eminim bundan! İyileşeceksin, mesut olacaksın bir gün.”
“İnşallah.” dedi çocuk. “Öldükten sonra ancak, ondan önce değil ama. Doktor doğru söylüyor, biliyorum Oliver, çünkü düşlerim hep cennet ve meleklerle, iyi yüzlerle dolu; uyanık olduğum zaman göremediğim yüzlerle. Öp beni.” Alçak kapının üstüne çıkıp kollarını Oliver’ın boynuna doladı. “Güle güle canım! Allah korusun seni!”
Bu dua, bir çocuğun dudaklarından çıkıyordu ama Oliver’ın, başı üstünde duyduğu ilk duaydı bu; daha sonraki hayatının mücadele, acı, dert ve meşakkatleri içinde