Kayıp Zamanın İzinde Swann'ların Tarafı 1. Kitap. Марсель Пруст
yapılan cibinliğinin içinde yazın çok terlediğim için odaya ilave edilen demirden yatağıma gömülmeden önce, içimde bir isyan hissi belirdi ve bir idam mahkûmu hilesine başvurmak istedim. Anneme, notumda bahsedemeyeceğim kadar önemli bir konu için odama çıkmasını rica eden bir not yazdım. Tek korkum, teyzemin, Combray’de olduğum zamanlar benimle meşgul olmasını tembihlediği aşçısı Françoise’ın notumu götürmeyi reddetmesiydi. Misafir varken anneme bir not götürmenin ona, bir tiyatro kapıcısının aktöre, sahnedeyken bir mektup götürmesi kadar imkânsız görüneceğinden şüpheleniyordum. Françoise’ın, yapılabilecek veya yapılamayacak şeyler konusunda, anlaşılmaz veya anlamsız ayrımlara dayanan, zorlayıcı, kapsamlı, karmaşık ve taviz vermez (süt çocuklarını katletmek gibi kanlı buyrukların yanı sıra, abartılı bir incelikle oğlağı annesinin sütünde pişirmeyi veya hayvanların but sinirlerini yemeyi yasaklayan eski yasalara benzeyen) kuralları vardı. Talep ettiğimiz bazı işlere karşı aniden gösterdiği direnişe bakılırsa bu kurallar, Françoise’ın kendi çevresi ve köy hizmetkârlığının ona kazandıramayacağı birtakım toplumsal karmaşıklıkları ve sosyete inceliklerini öngörmüş gibiydi; insan onun, tıpkı bir zamanlar orada bir saray hayatı yaşandığına tanıklık eden eski konakların bulunduğu ve kimyasal madde fabrikası işçilerinin -Aziz Théophile mucizesini veya Aymon’un dört oğlunu simgeleyen zarif heykellerin arasında- çalıştığı sanayi siteleri gibi çok eski, asil ve anlaşılamamış bir Fransız geçmişine sahip olduğunu kabul etmek zorunda kalırdı. Bu örnekte, bir yangın çıkmadıkça M. Swann varken benim gibi önemsiz bir şahıs için annemi rahatsız etmesinin oldukça düşük bir ihtimal olacağına işaret eden yasa maddesi, Françoise’ın sadece -ölülere, rahiplere veya krallara olduğu gibi- annemlere değil, ağırlanan misafire duyduğu saygının da bir göstergesiydi; bir kitapta rastlasam belki beni duygulandıracak olan bu saygı, konu Françoise olunca bundan bahsederken kullandığı ciddi ve şefkatli ses tonu yüzünden beni sinir ederdi; hele ki yemeğe, merasimi bölmeyi reddetmesine sebep olacak kutsanmış bir nitelik yüklediği o akşam. Şansımı deneyip yalan söylemekten çekinmedim ve Françoise’a, anneme bu notu kendi isteğimle yazmadığımı, ben yanından ayrılırken aramamı rica ettiği bir eşya ile ilgili olarak ona bir cevap göndermeyi unutmamamı tembihleyenin annem olduğunu, eğer not eline geçmezse de çok kızacağını söyledim. Françoise’ın bana inanmayacağını sanırdım çünkü hisleri bizlere oranla daha kuvvetli olan ilk insanlar gibi, ondan saklamak istediğimiz tüm gerçekleri, bizim için kavraması güç olan işaretlerden hemen hissederdi; bir kâğıdın incelenmesi ve yazının görünüşü, notun içeriği veya hangi yasa maddesini tercih etmesi gerektiği hakkında ona bir fikir verecekmiş gibi beş dakika boyunca nota baktı. Sonra, “Böyle bir evlada sahip olmak ne büyük şanssızlık!” anlamı taşıyan kabullenmiş bir ifadeyle odadan çıktı. Bir dakika içinde geri dönüp içeridekilerin henüz dondurmalarını bitirmediklerini, uşağın notu herkesin önünde vermesinin imkânsız olduğunu ama ağızlarını çalkalamaya başladıkları sırada, bir yolunu bulup notu anneme ileteceğini söyledi. Endişelerim o anda kayboldu; artık az önce olduğu gibi, yarına kadar annemden ayrılmış sayılmıyordum çünkü, küçük notum ulaştığı anda annemi çok kızdıracak (hem de bu numara beni Swann’ın gözünde gülünç duruma düşüreceği için iki kat daha fazla) ama en azından görünmez ve mutlu bir şekilde anemin bulunduğu odaya girmemi sağlayacak, annemin kulağına fısıltıyla benden söz edecekti; daha birkaç dakika önce -“taneli”– dondurmayla, ağız çalkalama kaplarının bile annem bu hazları benden uzakta tattığı için, bana zararlı ve ölümcül hazlar barındırıyormuş gibi göründüğü bu yasak, düşman yemek odasının kapıları bana açılacaktı ve kabuğunu yırtan olgunlaşmış bir meyve gibi, yazdığım satırları okuyan annemin dikkatini benim coşkun gönlüme doğru fırlatacaktı. Artık ondan ayrı değildim; engeller yıkılmıştı, harika bir bağ bizi birleştiriyordu. Üstelik bununla da bitmiyordu: Annem mutlaka gelecekti!
Swann’ın, yazdığım notu okuması ve amacını tahmin etmesi hâlinde, yaşadığım buhranla dalga geçeceğini düşünüyordum, oysa aksine, daha sonradan öğrendiğim kadarıyla benzer bir buhranı o da yıllar önce yaşamıştı hatta belki de beni anlayabilecek tek kişi oydu; o, sevdiği kadının, kendisinin bulunmadığı ve katılamayacağı bir eğlence yerinde olduğunu sezmenin getirdiği buhranla aşk sayesinde tanışmıştı; aşk, bu buhranın kaderi olan, onu tekeline alan, onu özelleştiren aşk, ama benim durumumda olduğu gibi buhran; aşk, hayatımızda kendini göstermeden önce içimize yerleştiğinde, onu beklerken başıboş ve serbestçe dalgalanır, belli bir aidiyeti olmadan, bir gün bir duygunun, ertesi gün bir başkasının bazen evlat sevgisinin, bazen de bir dosta duyulan içtenliğin hizmetindedir. Françoise notumun iletileceğini haber vermeye geldiğinde Swann benim ilk kez tattığım bu mutluluğu çok iyi tanıyordu; sevdiğimiz kadının, onunla buluşmak için bir balonun veya bir davetin verildiği konağa veya tiyatroda bir prömiyere gelen bir arkadaşı veya akrabası, bizi umutsuzca sevdiğimizle konuşmak için fırsat kollayarak dışarıda aylak aylak dolaşırken gördüğünde yaşanan yalancı bir mutluluktu bu. O kişi bizi tanır, teklifsizce yanımıza yanaşıp orada ne yaptığımızı sorar. Biz, bir akrabasına veya bir arkadaşına, acil bir mesajımız olduğu yalanını söylediğimizde bunun çok zor bir şey olmadığı söyleyerek bizi fuayeye alır ve beş dakikaya sevdiğimizi yanımıza göndereceğine söz verir. Düşmanca, ahlaksızca, harikulade girdapların sevdiğimiz kadını bizden uzağa sürüklediğine, bizi güldürdüğüne inandığımız o garip, cehennemî daveti, tek bir kelimesiyle nezdimizde katlanılabilir, insani hatta neredeyse olumlu kılan iyi niyetli aracıyı -tıpkı o anda benim Françoise’ı sevdiğim gibi- ne kadar da çok severiz! Yanımıza gelen ve davetin acımasız gizemlerine vâkıf olan o akrabayı göz önüne alırsak eğer, diğer davetlilerin de şeytani bir yanının olmaması gerekir. Sevdiğimiz kadının bilinmez hazlar tadacağı bu erişilmez ve işkence dolu saatlere, beklenmedik bir gedikten karışmaktayızdır, işte biz de art arda dizilerek bu saatleri oluşturan anlardan birinde; diğerleri kadar gerçek, sevgilimiz de işin içinde olduğundan bizim için daha mühim olan, kafamızda canlandırdığımız, sahip olduğumuz, ona müdahale ettiğimiz hatta neredeyse bizim yarattığımız bir an: Orada, aşağıda olduğumuzun kendisine söyleneceği an. Herhâlde davetin diğer anları bu andan farklı, daha harikulade olmamalı, bize öylesine acı verecek bir şeyi bulunmuyor olmalıydı ki iyi niyetli akraba, “Aşağı inmekten memnuniyet duyar. Yukarıda sıkılmaktansa sizinle sohbet etmeyi tercih edecektir.” demiştir bize. Ah! Swann bu tecrübeyi yaşamıştı, sevmediği birinin bir davette bile peşini bırakmamasına sinirlenen bir kadın üzerinde, üçüncü bir şahsın iyi niyetinin hiçbir etkisi yoktur. İyi niyetli şahıs genellikle eli boş döner.
Annem gelmedi ve (bulup bulmadığımı bildirmemi rica ettiği eşyayla ilgili yalanımın ortaya çıkmamasına bağlı olan) izzetinefsime özen göstermeksizin Françoise’la şu mesajı gönderdi: “Cevap yok.” Daha sonra, bu cümlenin lüks otellerin kapı görevlileri veya kumarhane görevlileri tarafından şaşkınlık içindeki zavallı kızlara söylendiğini sık sık duydum: “Nasıl olur, hiçbir şey demedi mi? Ama imkânsız bir şey bu! Mektubunu kendisine ilettiğinize emin misiniz? Neyse ben biraz daha bekleyeyim.” Ben de -tıpkı bu genç kızların, kapı görevlilerinin kendileri için fazladan bir lamba yakma isteklerini, ışığa ihtiyaçları olmadığını söyleyerek geri çevirip bir kenarda durmaları, görevlinin komiyle havadan sudan konuştuğu, sonra aniden saatin farkına varıp müşterinin ısınan içkisini buzda tekrar soğutmak için komiyi göndermesini izlemeleri gibi- Françoise’ın bana bir bitki çayı yapma, yanımda oturma tekliflerini reddedip onu mutfağa gönderdikten sonra yatağa yattım ve bahçede kahve içen annemlerin seslerini duymamaya çalışarak gözlerimi kapattım. Ama birkaç saniye sonra, anneme o notu yazarak onu kızdırma riskini göze alıp onu tekrar göreceğim ana dokunabileceğimi zannedecek kadar yaklaşarak onu görmeden uyuma