Bir Delikanlının Hikâyesi. Гюстав Флобер
Sömürüldüklerinden yanıp yakınanlara, karınlarına bir şaplak vurmakla karşılık verirdi. Zaten pek işini bilir bir insan olduğundan bol bol yaprak sigaralar ikram eder; yabancılarla senli benli konuşur; bir eser veya bir insan için heyecana gelirdi ve o zaman, inat edip hiçbir şeye bakmayarak, bir sürü görülecek işler, okunacak, yazılacak mektup, reklam işleri çıkarırdı. Kendisinin çok namuslu bir insan olduğuna inanır, içindekileri dökmek ihtiyacını duyunca ettiği namussuzlukları saflıkla anlatırdı.
Bir defasında, büyük bir ziyafet vererek yeni bir resim dergisi kuran bir meslektaşının canını sıkmak için Frédéric’ten, kendi gözü önünde ziyafet saatinden biraz önce davetlilere ziyafetten vazgeçildiğini bildiren pusulalar yazmasını rica etti.
“Görüyorsunuz ki bir şerefsizlik yok bunda?”
Delikanlı ise ondan bu hizmeti esirgemeye cesaret edemedi.
Ertesi gün, Hussonnet ile birlikte Arnoux’nun çalışma odasına girerken Frédéric (merdivene açılan) kapıda bir elbise eteğinin kaybolduğunu gördü.
“Çok özür dilerim!” dedi Hussonnet. “İçeride kadın olduğunu bilseydim…”
Arnoux “Yoo! Karımdı.” diye karşılık verdi. “Geçerken bana uğrayayım demiş.”
“Nasıl?” dedi Frédéric.
“Evet! Eve dönüyor.”
Etrafındaki her şey güzelliğini kaybetti. Demincek etrafına saçıldığını belirsiz şekilde duyduğu şey dağılıp gitmiş veya zaten hiç saçılmamıştı. Sonsuz bir şaşkınlık içindeydi ve ihanet acısına benzer bir acı duymuştu.
Arnoux, çekmecesini karıştırırken gülümsemişti. Onunla alay mı ediyordu yoksa? Memur, bir tomar ıslak kâğıt getirip masanın üstüne koydu.
Arnoux “Aa! Afişler gelmiş!” diye seslendi. “Bu akşam yemek yemeye bile vakit yok.”
Regimbart şapkasını almıştı.
“Ne o, beni bırakıp gidiyor musunuz?”
“Saat yedi!” dedi Regimbart.
Frédéric ardından çıktı.
Montmartre Caddesi’nin köşesinde, dönüp birinci katın pencerelerine baktı. Bu pencereleri ne türlü bir sevgi ile sık sık seyrettiğini hatırlayıp kendine acıyarak için için güldü! Neredeydi acaba? Ona şimdi nasıl rastlamalı? Arzusunu saran yalnızlık her zamankinden daha fazla bir enginlikle açılmıştı!
“İçmeye geliyor musun?” dedi Regimbart.
“Ne içmek?”5
“Absent.”
Frédéric bu adamın düşkünlüklerine boyun eğerek Bordelais Kahvesi’ne sürüklendi. Arkadaşı dirseğini dayayıp önündeki sürahiyi seyre daldığı sırada, sağa sola göz gezdiriyordu. Kaldırımda Pellerin’i yandan gördü, telaşla başını cama çarptı; ressam daha oturmadan Regimbart niçin artık Art Industriel’e gelmediğini sordu.
“Allah canımı alsın, eğer bir daha oraya adımımı atarsam! Hayvan, burjuva, sefil, maskara herifin biri o!”
Bu küfürler Frédéric’in öfkesine hak verdirmişti. Ama yine de öyleyken kalbi kırılmıştı; çünkü bu küfürlerin birazı da Madam Arnoux’yaymış gibi gelmişti ona.
“Ne yaptı yine size?” dedi Regimbart.
Pellerin ayağı ile yere vurdu, karşılık verecek yerde, kuvvetle soludu.
Resimden pek anlamayan amatörler için kurşun kalemle portreler yapmak veya büyük ustaların eserlerini taklit etmek gibi herkesten saklı bazı çalışmalara girişmiş. Bu çalışmalar kendisini küçük düşürdüğünden, susup kimseye lafını etmiyormuş. Ama “Arnoux rezili” son derece kafasını kızdırmış. Yatıştı.
Frédéric’in yanında kendisine verilen bir siparişe göre, ona iki tablo getirmiş. O zaman, tablo taciri birtakım tenkitlere kalkışmış! Kompozisyonu, rengi, deseni, en çok da deseni yermiş; sözün kısası, bu iki tabloya hiç para vermek istememiş. Oysa vadesi gelen bir senet yüzünden, Pellerin bunları Yahudi Isaac’a satmış. On beş gün sonra Arnoux iki tabloyu da bir İspanyol’a iki bin franga satmamış mı?
“Tam iki bin franga! Görülmemiş bir namussuzluk! O bu namussuzluğu daha birçoklarına da yapıyor. Neredeyse bugün yarın mahkemeye verildiğini görürüz.”
“Amma da büyütüyorsunuz!” dedi Frédéric ürkek bir sesle.
Sanatçı masaya yumruğu ile vurarak “Pekâlâ! Pekâlâ! Ben büyütüyorum!” diye bağırdı.
Bu şiddetli hareket delikanlıya cesaret verdi. Ne olursa olsun daha nazik, daha kibar davranabilirdi. Bununla beraber, eğer Arnoux bu iki…
“Haydi, kötü tabloyu, deyin, korkmayın! Siz bunlardan anlar mısınız? Mesleğiniz mi bu sizin? Şunu bilin ki yavrum, ben amatör lafına kulak asmam!”
“Orası öyle! Bu benim işim değil!” dedi Frédéric.
“Öyleyse bu herifi savunmakta ne gibi bir çıkarınız var?” diye Pellerin soğuk bir eda ile sordu.
“Ne çıkarım olacak… Dostuyum da ondan.” diye delikanlı kekeledi.
“Kendisini benim tarafımdan da öpün! Akşamınız hayırlı olsun!”
Çok öfkeli olan ressam bir şey söylemeden, tabii içtiğinin de parasını vermeden çıktı gitti.
Arnoux’yu savunmakta Frédéric kendince haklıydı. Söylediği sözlerden heyecana gelip dostlarının iftirasına uğrayan, şu anda yüzüstü bırakılmış bir hâlde tek başına çalışan bu zeki ve iyi adama karşı sevgi duymuştu. Hemen içinde beliren garip bir hisle onu görmek ihtiyacına karşı gelemedi. On dakika sonra mağazanın kapısını itmişti.
Arnoux, memuru ile birlikte bir resim sergisi için hazırlanan pek çirkin birtakım afişleri bir düzene koymakla uğraşıyordu.
“Ne o? Hayrola?”
Bu pek basit soru Frédéric’i şaşırttı; ne söyleyeceğini bilemeyerek not defterini, mavi deri kaplı not defterini görüp görmediklerini sordu.
“İçine kadın mektuplarını koyduğunuz defter mi?” dedi Arnoux.
Frédéric, bir genç kız gibi kızarmak suretiyle, kendini böyle bir düşünceye karşı savundu.
“Öyleyse şiirlerinizi koyduğunuz defter olacak?” diye tacir karşılık verdi.
Masanın üstüne yayılmış olan afiş örneklerini evirip çeviriyor; şeklini, rengini, kenar çerçevesini tartışıyordu. Frédéric ise onun bu düşünceli hâline, en çok da afişler üstünde dolaşan düz yassı tırnaklı, biraz yumuşakça kaba ellerine gittikçe daha çok sinirlendiğini duyuyordu. Nihayet Arnoux kalktı, “Tamam oldu!” diyerek sırnaşık bir tavırla çenesini okşadı. Bu teklifsizlik Frédéric’in hoşuna gitmedi, geri çekildi; sonra yazıhaneden, buraya bu son gelişim olsun, düşüncesiyle çıkıp gitti. Kocasının bu bayağılığı yüzünden sanki Madam Arnoux da gözünden düşmüştü.
O hafta Deslauriers’den, gelecek perşembe Paris’te olacağını bildiren bir mektup aldı. O zaman, kendini bütün kuvvetiyle bu çok sağlam, bu çok yüksek sevgiye verdi. Böyle bir erkeği hiçbir kadına değişmezdi. Artık Regimbart’a, Pellerin’e, Hussonnet’ye, hiç kimseye ihtiyacı yoktu! Dostunu rahat ettirmek için demir bir karyola, ikinci bir koltuk satın aldı; yatak takımını ikiye ayırdı. Perşembe günü, tam Deslauriers’yi karşılamaya gitmek için giyindiği sırada kapının zili çaldı, Arnoux
5
Burada yazar, “prendre” sözünün “almak” (kadını almak) ve “içmek” manaları üzerinde Türkçeye çevrilmesi güç bir kelime oyunu yapıyor. (ç.n.)