Demir Yolu Çocukları. Эдит Несбит
Önce şunu belirteyim ki onlar demir yolu çocukları değildi. Maskelyne, Cook’s, Pantomim, Hayvanat Bahçeleri ve Bayan Tussaud’nun Mumyalar Müzesi gibi yerlere giderken binmeleri dışında, demir yolu konusunu akıllarının ucundan bile geçirmiş olduklarını sanmam. Kentin banliyösünde oturan kendi hâlinde çocuklardı. Ön kapısı renkli camlarla bezenmiş, adına hol denen çini döşeli bir geçidi, sıcak ve soğuk sulu bir banyosu, elektrik zilleri, kapı gibi açılan uzun pencereleri, ev komisyoncularının dedikleri biçimde “her çeşit modern konforu olan,” kırmızı tuğladan cepheli bir villada anne ve babalarıyla yaşıyorlardı.
Üç kardeştiler. Roberta en büyükleriydi. Analar, çocuklarından hiçbirini diğerine üstün tutmazlar elbet ama eğer anneleri içlerinden birini diğerine üstün tutsaydı, bu pekâlâ Roberta olabilirdi. Ortanca kardeş, büyüdüğü zaman mühendis olmak isteyen Peter; en küçükleri de küçüklüğünün tadını tam çıkaran Phyllis’ti1
Anne, bütün vaktini birtakım duygusuz kadınlara sıkıcı ev gezmelerine giden ve bu kadınların kendisine gelmeleri için evde bekleyen kadınlardan değildi. Çocuklarının oyunlarına katılmak, onlara kitap okumak, okul ödevlerine yardımcı olmak için her zaman hazırdı. Bunların dışında, çocukları okuldayken öyküler yazar, çaydan sonra bunları yüksek sesle kendilerine okurdu. Çocukların doğum yıl dönümleri, yavru kedilere ad koyma, bebek evinin yeniden döşenmesi ya da kabakulaktan iyileşmeleri gibi büyük olaylar için eğlenceli şiirler yazardı.
Bu üç mutlu çocuk, hiçbir şeyden yoksun değildi: Güzel elbiseleri, sıcacık bir evleri, oyuncak dolu bir oyun odaları ve üstünde Ana Kaz’ın resmi bulunan duvar kâğıtları, bunlardan başka, sevecen ve neşeli bir dadıları, James adında bir köpekleri de vardı. Bir de babaları vardı ki babaların en iyisiydi -hiç kızmaz, hiçbir yanlış tutumda bulunmaz, her oyuna seve seve katılır- katılmak istemediği zamanlar da hiç olmazsa çok inandırıcı bir katılamama nedeni olur ve bunu çocuklara öylesine ilgi çekici ve keyifli bir biçimde anlatırdı ki çocuklar babalarının oyuna katılamayacak kadar önemli bir işi olduğuna yürekten inanırlardı.
Onların çok mutlu olmaları gerektiğini düşünüyorsunuz elbette. Gerçekten de öyleydiler ama Edgecombe Villası’ndaki bu çok güzel yaşantı sona erip de çok başka şartlar altında yaşamak zorunda kalıncaya kadar bu mutluluğun büyüklüğünü anlayamadılar.
Yaşamlarındaki korkunç değişiklik birdenbire oldu.
Peter’in doğum günüydü. On yaşına girmişti. Getirilen armağanlar arasında bir de oyuncak lokomotif vardı ki daha iyisi olamazdı. Öbür armağanlar da çok güzeldi ama bu lokomotif hepsinden daha güzeldi.
Lokomotif bu güzel durumunu ancak üç gün koruyabildi. Sonra, ya Peter’in yeteneksizliğinden ve oldukça önemli bir biçimde etkisini gösteren Phyilis’in iyi niyetinden ya da başka nedenlerden, lokomotif bir patlamayla darmadağın oldu. Hele köpek James öylesine korktu ki kendini sokağa zor attı ve bütün gün eve girmedi. Lokomotifin arkasındaki boşluğa Nuh’un Gemisi gibi doluşmuş olan oyuncak insanlar parçalandı ama en çok zarar gören zavallı küçük lokomotif ve Peter’in duygularıydı. Ev halkı Peter’in ağladığını söyledi ama mutluluklarını bozan felaketler ne kadar müthiş olursa olsun, on yaşındaki çocuklar elbette ağlamaz. Peter, üşüttüğü için gözlerinin kırmızı kırmızı olduğunu söyledi. Böyle derken, bilmeden doğru da söylemiş oldu çünkü ertesi gün soğuk algınlığından yatmak zorunda kaldı. Anne, onun kızamığa tutulmuş olacağından korkmaya başlamıştı ki Peter birden dikilip yatakta oturdu ve, “Nefret ediyorum lapadan!” dedi. “Çorbadan da nefret ediyorum. Ekmek ve sütten de nefret ediyorum. Kalkacağım ben. Yiyecek iyi bir şey verin bana.” Anne sordu, “Ne istersin?”
Peter iştahlı iştahlı, “Pasta istiyorum… Kocaman bir pasta. En büyüğü.” dedi.
Anne, büyük bir pasta yapmasını aşçıya söyledi. Pasta hamuru hazırlandı. Hamur hazırlanınca pişirildi. Pişirilince de Peter yedi. Soğuk algınlığı biraz geçer gibi oldu. Pasta yapılırken anne de Peter’i keyiflendirmek için bir şiir yazdı. Şiir Peter’in ne kadar talihsiz ancak ne kadar da değerli bir çocuk olduğunu anlatmakla başlıyor ve şöyle sürüyordu:
Peter lokomotifi
Her şeyden çok severdi.
Başka şey neyse ama
O sağlam kalsın derdi.
Fakat bir gün dostlarım
Felaket geldi çattı.
Bir vida su koyverdi
Kazanın beyni attı.
Kıpkırmızı gözlerle
Peter lokomotifi
Getirdi annesine
Sanki yaparmış gibi
Trende ölen varmış,
Aldırır mı hiç Peter…
Lokomotiften başka
Ne gam tanır ne keder.
Anladınız mı şimdi
Hastalık nedenini?
Öç alarak kemirdi
Pastanın bedenini.
Barınıp yorganına
Yattı akşamlara dek.
O kötü talihine
Böylece attı kötek.
Gözleri kızarmışsa
“Nezle oldum, ondan?” der.
Hele bir pasta, verin,
Nefes bile almaz, yer.
Baba, üç dört günden beri köydeydi. Hasta lokomotifin bakımı konusunda Peter’in bütün umudu babasındaydı çünkü bu gibi işlerde baba çok becerikliydi. Onaramadığı şey yoktu, salıncaklı tahta atın veteriner operatörlüğünü her zaman o yapmış; bir gün, bütün umutların yitirildiği, marangozun bile yapacak bir şey olmadığını söylediği bir sırada, tahta atın hayatını o kurtarmıştı. Hiç kimse bir şey yapamazken bebeğin beşiğini baba onarmış; iğnelerle tutturulmuş Nuh’un Gemisi hayvanlarını bir parça tutkal, tahta kırıkları ve bir çakıyla eskisinden daha sağlam değilse bile eski durumuna getiren baba olmuştu.
Peter kahramanca bir sabır göstererek, babası yemeğini yiyip yemek sonunda yaprak sigarasını içinceye kadar lokomotifin sözünü etmedi. Ondan sabretmesini isteyen anne olmuştu ama bu sabrı gösteren de Peter’di. Hem de nasıl bir sabır.
Sonunda anne, babaya şöyle dedi, “Eğer dinlendin ve kendini rahat hissediyorsan sana büyük demir yolu kazasından söz etmek ve öğütlerini öğrenmek istiyoruz!”
Baba, “Peki.” dedi. “Çıkarın baklayı ağzınızdan.”
Bunun üzerine Peter üzücü öyküyü anlattı ve lokomotifin parçalarını babaya getirdi.
Baba bu parçaları büyük bir dikkatle inceledikten sonra, “Hımmmm…” dedi.
Çocuklar soluklarını tuttular, Peter kısık, titrek bir sesle, “Bir umut yok mu baba?” diye sordu.
Babanın sesi keyifliydi, “Umut mu?” dedi. “Olmaz mı? Bir yığın… Ama umuttan başka şeyler de gerekli. Söz gelişi biraz lehim ya da başka bir yapıştırıcı, yeni bir supap. En iyisi biz bu onarım işini yağmurlu bir güne bırakalım. Daha doğrusu, cumartesi öğle sonunu bu işe ayırırım, siz de hepiniz bana yardım edersiniz.”
Peter kuşkuyla sordu, “Kızlar makine onarımı yapabilirler mi?”
“Elbette yaparlar. Kızlar da erkek çocuklar kadar zekidir, unutma bunu. Lokomotif makinisti olmak ister misin Phil?”
Phyllis coşkusuz bir sesle, “Yüzüm hep kir içinde olacak, değil mi?” dedi. “Hem ben bir şeyleri de kırarım.”
Roberta, “Ben çok isterim.” dedi, “Büyüyünce olabilir miyim baba? Ateşçiliğe bile razıyım.”
Baba, lokomotifi elinde evirip çevirerek karşılık verdi:
“Yani, kazana kömür atacaksın. Hele bir büyü bakalım da yine istersen, seni ateşçi-kız yapmanın çarelerini ararız. Ben küçükken…”
Tam bu sırada ön kapı vuruldu.
1
(okunuşu: Fillis.)