Erewhon’a İkinci Ziyaret. Samuel Butler
ve burada daha düz bir iniş buldular. Akıntıya geri dönüyordu ve akıntı ileride daralmaya başlıyordu. Sonra kendilerini kayalık bir havzada buldular; burası çok büyük değildi ama masmaviydi ve açıkçası derindi.
Korucu “Burası bize verilen emre göre diğer taraftan gelen yabancı şeytanları atmamız gereken yer. Sadece dokuz aydır başkorucuyum ama bu korkunç görevle henüz karşılaşmadım…” dedi ve gülümseyerek ekledi. “Ama sizi yakaladığımda bir başlangıç yapacağımı sandım. İzniniz olduğunu görünce de çok memnun oldum.”
“Bu havuzun dibinde kaç iskelet yatıyordur sizce?”
“Topu topu yedi sekiz taneden fazla değildir bence. On sekiz yıl önce üç dört tane ve sonraki yıllarda da aynı sayıda vardı; ben görevlendirilmeden üç ay kadar önce bir adam yakalandı. Ofisimde, tarihleriyle birlikte tam liste var ama korucular Sunchston’daki insanların yakalananların ne zaman mavi havuza atıldığını bilmesine asla izin vermezdi; çünkü bu, insanların huzurunu kaçırırdı ve bazıları cesette bir şey bulabilirler mi diye havuzu aramak için gece buraya gelirlerdi.”
Babam bu iğrenç yerden döndüğü için memnun olmuştu. Bir süre sonra “Buralarda sizin gibi iyi insanlar önümüzdeki pazarki adama etkinlikleri ile ilgili ne düşünüyor?” diye sordu.
Korucuların fikirleri hakkında profesörlerden duyduklarını hatırlayarak “etkinlikler” derkenki telaffuzuna hafif ironik bir ifade verdi. Delikanlı ona keskin bir bakış attı ve gülerek “Etkinlikler yeterince büyük olacak.” dedi.
Babam, “Ne güzel bir tapınak inşa ettiler. Resmi daha görmedim ama dediklerine göre dört siyah-beyaz at oldukça güzel çizilmiş. Güneş’in Oğlu’nu havalanırken gördüm ama havada ne at ne de ona benzer bir şey yoktu.” dedi.
Delikanlı çok ilgilendi. “Gerçekten onu havalanırken gördün mü?” diye sordu. “Tanrı aşkına, bütün bunların ne olduğunu düşünüyorsun?”
“Her ne ise at değildi.”
“Ama olmalı, senin de mutlaka bildiğin gibi sonradan onlardan birinden düşen bir dışkı buldular, bunu da olağanüstü şekilde korudular ve önümüzdeki pazar bunu altın bir sandık içinde gösterecekler.”
Babam bu gerçeği ilk kez öğrendiği hâlde “Biliyorum.” dedi. “Bu kutsal emaneti henüz görmedim ama sanırım daha az tatsız bir şeyler bulmuş olmalılar.”
Delikanlı gülerek “Belki bulurlardı ama atların bırakabileceği başka hiçbir şey yoktu ki. Hiç de söyledikleri gibi olamayan sadece birkaç tane garip şekilde yuvarlanmış taş.”
Babam “İyi, iyi.” diye devam etti. “Kutsal emanet ya da değil, Güneş’in Oğlu’nun öğretilerini tamamen anlasalar da bu martavalları Tanrı’nın en kutsal hediyesi olan akla hakaret olarak görüp hoşlanmayan pek çok kişi var. Bridgeford’da bu at hikâyesinden hoşlanmayan çok kişi bulunuyor.”
Delikanlı şimdi biraz daha rahatlamıştı. Sakince “Burada da var bayım ve Güneş’in Oğlu’ndan nefret edenler de var. Eğer eskiden onun anneme anlattığı gibi bir cehennem varsa onun en derin ateşlerine atılacağından şüphemiz yok. Bak, hepimizi nasıl altüst etti. Ama ne düşündüğümüzü söylemeye cesaret edemiyoruz. Çünkü Erewhon’da hiç cesaret kalmadı.” dedi
Daha az kızgınlıkla “Hepsini sizin Bridgeford halkı ve Müzikal Bankanız yaptı. Müzikal Banka müdürleri insanların kendilerinden ayrıldıklarını ve halkın bu yabancı şeytan Higgs’e – hapisteyken anneme adının bu olduğunu söylemiş- inandığını. Ama sen bütün bunları en az benim kadar biliyorsun. Siz Bridgeford profesörleri bütün bu zaman boyunca bunun böyle olmadığını bildiğiniz hâlde nasıl bu atlara ve Güneş’in Oğlu’nun gerçekten Güneş’in oğlu olduğuna inanmış gibi yapabildiniz.”
“Oğlum -aramızdaki yaş farkını hesaba katarsak sana böyle diyebilirim- biz de Bridgeford’da sizin Sunchston’da olduğunuz gibiyiz; düşündüklerimizi söylemeye her zaman cesartimiz yok. Dinlenmeyeceğimiz için bunu yapmak da çok akıllıca olmaz.
Bu ateş kendi kendine sönmeli, çünkü önüne geçilmeyecek kadar güçlendi. Higgs kendisi geri dönüp evlerin tepesinden ölümlü olduğunu söyleyecek olsa bile öldürülürdü ama kimse ona inanmazdı.”
“Eğer insanlar onu öldürmeyi seçerse gelsin; kendini göstersin, konuşsun ve ölsün. O durumda onu affederdim.”
Babam güçlü hislerle, ağzından kelimeler zorla çıktığından gülümseyerek “Bu bir pazarlık mı?” dedi.
Delikanlı kararlı bir şekilde “Evet, öyle.” diye cevap verdi.
“O zaman onun adına seninle el sıkışalım ve konuyu değiştirelim.”
Başkorucu şüpheyle ve biraz küçümsemeyle ama geri çevirmeden babamın elini kabul etti.
6. Bölüm
Baba ve Oğul Arasındaki Sohbet İlerler: Profesörün Saklı Malları
Konunun değişmesini istemek bir şey ama değiştirmek başka bir şeydir. Kısa bir sessizlikten sonra babam “Annenin sana ne isim verdiğini sorabilir miyim?” dedi.
Gülerek “Benim adım George ama bu, o düzenbazların başı Higgs’in ilk adı olduğundan başka bir şey olmasını isterdim. Bu isimden de onu taşıyan adamdan ettiğim gibi nefret ediyorum!”
Babam bir şey demedi ama elleriyle yüzünü sakladı.
Diğeri “Bayım, korkarım biraz endişelendiniz.” dedi.
Babam “Bana daha küçük yaşta benden çalınan bir çocuğu hatırlattın. Onu uzun yıllardır aradım ve en sonunda onunla tesadüfen karşılaştım; bir babanın tüm kalbiyle bulmayı dileyeceği gibi. Ama yazık! Beni, benim ona yaklaştığım gibi nazikçe karşılamadı ve iki gün sonra beni terk etti ben de onu bir daha görmedim.” dedi.
“O zaman bayım sizi yalnız bıraksam daha mı iyi olur?”
“Hayır, yollarımız ayrılana kadar benimle kal; oğlumu göremediğime göre, sen ona çok benzediğin için sanki o da benimleymiş gibi hissediyorum kendimi. Ve şimdi…” Daha fazla zayıflık göstermemek için konuyu değiştirdi: “Annenin de Güneş’in Oğlu’nu tanıdığını söylemiştin. Söyle bana, onu nasıl tanırdı?”
“Biraz sersem olmasına rağmen ondan çok hoşlanmış. Onun kendisinin Güneş’in Oğlu olduğunu söylediğine inanmıyor. Eskiden dua ettiği ve cennette onu duyabilen bir babası olduğunu söylerdi ama dediğine göre hepimiz bu görünmeyen babaya sahipmişiz.
Annem onun bize zarar vermek istediğine inanmıyor, sadece Bayan Nosnibor’ın küçük kızı ile birlikte bu ülkeden gitmek istediğini söyler hep. Balonla ilgili ortada doğaüstü bir şey olmadığı için onun üstünde pek durmaz; onun Higgs’in yapmayı bildiği bir makine olduğunu söylüyor, ama nasıl yapılacağını unuttuğumuz bir makine, tıpkı diğer birçoklarını unuttuğumuz gibi.
Bu, annemin biz bizeyken söyledikleri ama halk içinde Müzikal Banka müdürlerinin onun hakkında söyledikleri her şeyi doğrular. Onlardan korkar. Belki biliyorsundur, senin izin belgende adını gördüğüm Profesör Hanky onu canlı canlı yakmaya çalıştı.”
Babam Çok şükür ki ben Panky’yim,diye düşündü ve “Oh, korkunç! Korkunç! Hanky bile olsa buna inanamıyorum.” dedi.
“O, bunu inkâr eder ve biz de ona inandığımızı söyleriz. Bridgeford’da kaldığı sürenin kalanında anneme karşı en nazik olan ve ilgili davranan oydu. O ve annem mükemmel arkadaşlardan ayrıldılar ama annemin ne düşündüğünü biliyorum. O da Sunchston’dayken