Erewhon’a İkinci Ziyaret. Samuel Butler
Banka parası (kitabında açıkladığı gibi) almaya da razı oldu. Bunu yaptı çünkü Müzikal Banka parası taşıdığının görülmesi ona karşı saygı uyandırırdı ve aynı zamanda birazını da bu bilinmeyen paranın henüz yer almadığı İngiltere Müzesine vermek istiyordu. Ama paralar gözüne daha önce hatırladığından daha ince ve küçük göründü.
Ona Müzikal Banka parasını veren Hanky değil Panky’ydi. Panky riyakâr olanıydı; o kadar ki kendisini bile kandırabilirdi. Bu arada, birini kandırmak zor bir şey olmasa da yine de asıl kandırılmaya değer kişileri kandıramadığı için kandırmakta çok başarılı sayılmazdı.
Hanky’nin ara sıra yaptığı dürüstlüğü insanlara kalkanlarını indirtirdi. Sıkıcı, yüzeysel ve safi, kaba saba bir profesördü. Profesör olarak tabii ki iddia ederdi ama gerektiğinden daha fazla yalan söylemezdi; destekler ve desteklenirdi ama yine de sağlam, kurt gibi bir insandı.
Diğer yandan Panky’ye insan bile denemezdi; kendisini bütün ciddiyetle işine vermiş ve yaşayan bir yalan olmuştu. Eğer Othello’dan bir pasaj oynamak zorunda olsaydı ruhunu tamamen karartır ve büyük ihtimalle karısı Desdemona’yı1içtenlikle öldürürdü. Hanky ise acemilikten bunu yapamazdı ve onun Desdemona’sı oldukça güvende olurdu.
Filozoflar bıldırcınlara benzer, iki ya da üç kez hayal güçleriyle uçuş yapabilirler; uyku arası vermediklerinde ise bunu daha seyrek yaparlardı. Bu profesörler babamın kaçak avcı ve korucu olduğunu; bıldırcınların pazar ziyafeti için istendiğini ve keklik yemek üzere olduklarını hayal etmişlerdi (En azından Panky.). Şimdi yorgunlardı ve her zamanki konuşmalarına dalarak sanki orada yokmuş gibi babama fazla ilgi göstermiyorlardı.
Zavallı adam, Hanky’den aldığı bıçakla kestiği bıldırcınlardan başka bir şey düşünmüyormuş gibi görünürken söyledikleri her sözü içiyordu. Hızla yolduğu iki kuşu bir an önce temiz közlerin üzerine yatırdı.
“Pazara kadar ne yapacağımızı bilmiyorum. Bugün perşembe. Ayın yirmi dokuzu değil mi? Evet tabii ki öyle. Pazar ilk gün. Ayrıca bu bizim iznimizde yazıyor. Yarın dinlenebiliriz; cumartesi ne yapabiliriz onu merak ediyorum. Ama o zamana kadar diğerleri burada olur ve onlara heykellerden bahsedebiliriz.” dedi Hanky.
“Evet, ama dikkat et de keklikler hakkında ağzından bir şey kaçırma.”
“Bence Dr. Downie’ye söyleyebiliriz.”
“Kimseye söyleme.”
Sonra heykeller hakkında hiçbir şey bilinmediğinin ortada olduğu hakkında konuştular. Ama babam pişirmek için birkaç dakika uğraştığı bıldırcınları servis ederek konuşmalarını böldü.
“Bıldırcın ne lezzetli kuş!” dedi Hanky.
Diğeri azarlayarak “Keklik Hanky, keklik!” dedi.
İlk gelenleri birkaç dakika içinde bitirerek heykeller konusuna döndüler.
“Yaşlı Bayan Nosnibor, Güneş’in Oğlu’nun kendisine heykellerin, babası güneşin kızgınlığına maruz kalmış olan on kabileyi simgelediğini söylediğini söyledi.” dedi Panky.
Babamın hisleri hakkında yorum yapmayacağım.
Hanky “Güneş’in Oğlu! Saçmalığın daniskası. O hiçbir zaman Güneş’in babası olduğunu söylemedi. Ayrıca onun hakkında duyduğum her şeyden onun değerli bir aptal olduğunu algılıyorum.” diye cevap verdi.
“Of Hanky, Hanky! Bu şekilde konuşmaya devam edersen her şeyi berbat edeceksin.”
“Asıl hiç konuşmayarak sen kendin berbat edeceksin Panky. İnsanlar kandırılmayı sever ama aynı zamanda kendi aldatmacalarından kuşkulanılmasından da hoşlanırlar ve sen asla kuşku duymazsın.”
Panky, heykellere dönerek “Kraliçe, öyle olduğunda ısrarcı…” dedi.
Hanky “İşte yeni pişenler de geldi.” diye kesti sözünü. “Boş ver kraliçeyi.”
Kuşlar yendikten sonra Panky yine kraliçe hakkındaki hikâyesine başladı.
“Kraliçe kendilerinin eski Hemen-Öp-Beni Tanrısı’nın tarikatıyla bağlantılı olduklarını söylüyor.”
“Ya öylelerse? Ama kraliçe Hemen-Öp-Beni’yi her şeyde görür. Bir bıldırcın daha, eğer lütfederseniz, bay korucu.”
Babam derhâl başka kuş getirdi. Bunlar yenirken sessizlik oldu.
Panky, “Güneş’in Oğlu’ndan bahsedelim; onu hiç gördün mü?” dedi.
“Hiç görmedim ve umarım asla görmem.”
Ve sonra son kuşlar da yendi
Panky “Ahbap, biraz daha odun getir; ateş neredeyse söndü.”
Ateşin gerçek korucuların dikkatini çekmesinden korkan babam “Daha odun bulamam bayım.” dedi
Hanky “Boş ver, birazdan ay çıkacak.” dedi.
Panky “Peki Hanky, şimdi söyle bakalım pazar günkü vaazında ne söylemeyi düşünüyorsun?” dedi. “Sanırım bu sefer iyi düşünmüşsündür.”
“Hemen hemen. Her zamanki sınırlarda tutacağım. Güneş’in Oğlu’nun bizi kurtardığı cahil şehirden bahsedeceğim ve Müzikal Bankanın hemen harekete geçerek nasıl şimdiki evrensel başarısı aracılığı ile kutsandığını göstereceğim. Güneş’in Oğlu’nun hapishanede kalmasıyla ve Güneşin Oğlu Kanıt Topluluğu’na verilmesiyle Sunchston’a yayılan ölümsüz ihtişam hakkında konuşmalıyım ve tapınağın hizmeti için gereken papazlığa bağışlanacak fonlar hakkında.”
Tapınak! Ne tapınağı?diye söylendi babam içinden.
“Dört siyah-beyaz atla ilgili ne yapacaksın?”
“O konuda ısrarcı olacağım tabii ki altı tane yapana kadar.”
“Neden at olamadıklarını gerçekten görmüyorum.”
“Bence de görmüyorsun.” Sert bir şekilde diğerine döndü: “Ama onlar siyah ve beyaz leyleklerdi ve sen de bunu benim kadar iyi biliyorsun. Yine de ilgi gördüler ve şimdi mihrabın üzerinde duruyorlar, muhteşem bir şekilde hoplayıp zıplıyorlar, bu yüzden onları ileri süreceğim.”
Babam yine Mihrap! Mihrap,diye içinden tekrarladı.
Çok fazla düşünmesine gerek yoktu; mihrap denilen yeri görmeye geldiğinde üzerine yerleştirilen masanın Hristiyan kiliselerindeki mihrapla benzerliği olmadığını gördü. Bu basit bir masaydı, üzerine Müzikal Banka bozuk paralarıyla dolu iki kâse yerleştirilmişti; iki veznedar masanın iki yanına oturup oraya gelenlerin hepsine bunlardan dağıtıyorlardı. Bu arada masanın önünde insanların o bölgeye ait bozuk paraları attıkları bir kutu vardı. İnsanlar istedikleri kadar ya da ne kadarına güçleri yetiyorsa bu kutuya atıyorlardı.
Bağış fikri üzerinde düşünülmemişti. Masanın konumu ise ona verilen isim gibi, Erewhon’luların babamdan isimleri ve uygulamaları kendilerine nasıl mal ettiklerine dair bir örnekti. Bunların ne olduğunu, ne anlama geldiğini anlamamışlardı. Bu yüzden, bir kez daha, Profesör Hanky bağışlardan bahsetti, bağışın ne olduğuna dair en belirsiz fikre o sahipti.
Şunu da ilave edebilirim ki bir delikanlıyken babam İncil’i sürekli okurdu ve asla unutmazdı. Bu yüzden İncil’e ait pasajlar ve saf bilinçsiz düşüncenin etkisi olan ifadeler her zaman dilinde olmuştur. Erewhon’lular bu ifadelerin çoğunu yakalamıştı ama babam onları bazen o kadar bozardı ki zar zor anlaşılırdı.
İlk gelişinde söylendiğini hatırladığı şeyler sürekli
1
Othello’nun karısı. (ç.n.)