Mister Pickwick'in Maceraları II. Cilt. Чарльз Диккенс

Mister Pickwick'in Maceraları II. Cilt - Чарльз Диккенс


Скачать книгу
kazmaya geldim, efendim.” diye kekelemiş Gabriel Grub.

      “Bir adamın böyle bir gecede mezarlar ve kilise avlularında ne işi olur?” diye bağırmış gulyabani.

      “Gabriel Grub! Gabriel Grub!” diye bağırmış bir anda kilise avlusunu doldurmuş görünen koro hâlindeki ses. Gabriel korkuyla etrafına bakmış ama bir şey görememiş.

      “Şişede ne var?” diye sormuş gulyabani.

      “Cin, efendim.” diye yanıtlamış kilise hademesi, öncekinden daha da titreyerek. İçkiyi kaçakçılardan almış ve soru sahibinin belki de gulyabanilerin sorgulama biriminden olduğu aklına gelmiş.

      “Böyle bir gecede kilise avlusunda tek başına kim cin içer yahu?” demiş gulyabani.

      “Gabriel Grub! Gabriel Grub!” diye bağırmış çılgın sesler korosu yeniden.

      Korku içindeki kilise hademesine bakan gulyabanin yüzünü kötücül bir gülümseme kaplamış, sonra yüksek sesle:

      “Öyleyse hakkımızla kazandığımız ödülümüz nedir?” demiş.

      Bu soru karşısında görünmez koro sanki eski bir kilise orgunun kutsal sesi, kulaklarından gelip geçen ve ölüme giden bir rüzgâr gibi gelen bir sesle olsa da yine omuzlarda aynı yüke sebep olan bir biçimde “Gabriel Grub! Gabriel Grub!” diye yanıtlamış.

      Gulyabani öncekinden daha geniş bir gülümsemeyle: “Ee Gabriel, buna ne diyorsun?” demiş.

      Kilise hademesi âdeta nefessiz kalmış. “Bunun hakkında ne düşünüyorsun Gabriel?” demiş gulyabani bacaklarını mezar taşının iki yanına uzatarak ve sanki Bond Caddesi’ndeki en güzel Wellington botların sahibi kendisiymiş gibi bir hoşnutlukla uçları kıvrık pabuçlarına bakarken.

      “Bu çok, bu çok ilgi çekici, efendim.” diye yanıtlamış kilise hademesi, korkudan aklını yitirmiş hâlde. “Çok ilginç ve çok güzel ancak ben müsaadenizle gidip işimi bitireceğim, efendim.”

      “İş mi!” demiş gulyabani. “Ne işinden bahsediyorsun?”

      “Mezar, efendim; mezarı kazmaktan bahsediyorum.” diye kekelemiş kilise hademesi.

      “Ah, mezar, ha?” demiş gulyabani. “Bütün herkes kutlama yaparken kim mezar kazıp bir de bundan zevk alır?”

      Gizemli sesler yeniden cevaplamış: “Gabriel Grub! Gabriel Grub!”

      “Korkarım dostlarım seni istiyorlar Gabriel.” demiş gulyabani dilini yanağına daha da bastırarak, dil de ne dilmiş ama. “Korkarım dostlarım seni istiyorlar, Gabriel.”

      “Siz nasıl isterseniz, efendim.” diye yanıtlamış korku içindeki kilise hademesi. “Bunu yapabileceklerini sanmıyorum, efendim, beni tanımıyorlar, efendim; bana kalırsa beni daha önce görmemişlerdir, efendim.”

      “Ah, evet gördüler.” diye yanıtlamış gulyabani. “Biz asık suratlı ve çatık kaşlı, geceleri caddeleri arşınlayıp çocukları şeytani bakışlarıyla ürküten ve mezar küreğini daha da sıkı kavrayan o adamı tanıyoruz. Biz sırf çocuk neşeli olabiliyor da kendisi olamıyor diye kıskançlıktan kafasına yumruk geçiren adamı tanıyoruz. Biz onu tanıyoruz, onu tanıyoruz.”

      Bu noktada gulyabani, yankısı aslından yirmi kat güçlü olan yüksek ve tiz bir kahkaha atmış ve ayaklarını havaya kaldırarak başının üstünde ya da daha doğrusu külaha benzeyen şapkasının ucunda, mezar taşının ince kısmında amuda kalkmış. Sonra da olağan dışı bir atiklikle takla atıp hademenin ayaklarının dibinde durmuş ve terziler mağaza tezgâhında nasıl otururlarsa öyle bir edayla durmuş kalmış.

      “Kor-kor-korkarım sizden ayrılmam gerekiyor, efendim.” demiş kilise hademesi kıpırdamak için çapa göstererek.

      “Bizden ayrılmak mı!” demiş gulyabani. “Gabriel Grub bizden ayrılacakmış. Ho! ho! ho!”

      Gulyabani gülerken kilise hademesi bir anlığına sanki kilisenin tamamı aydınlanmış gibi bir ışıltı görmüş. Işıltı kaybolmuş. Sonrasında orgun canlı bir hava çalmasıyla birlikte ilk gulyabanin aynı olan bir gulyabani ordusu kilise avlusuna akın etmiş ve mezar taşlarının üstünde uzun eşek oynamışlar. Nefes almak için bile bir an bile durmayıp en yüksek taşları şaşılacak bir atiklikle birbiri ardına “aşmışlar”. İlk gulyabani çok harika bir atlayıcıymış ve diğerleri onun yanından bile geçemiyormuş. Hademe içinde bulunduğu dehşetin fenalığına rağmen arkadaşları sıradan boyuttaki mezar taşlarının üstünden atlamaktan memnunken ilkinin aile mezarlarını, demir parmaklıkları, sanki çit gibi kolaylıkla aşıyor olmasına dikkat etmeden edememiş.

      Sonunda oyunda heyecan doruğa ulaştığında org sanatçısı hızını artırmış, gulyabaniler daha hızlı ve daha hızlı atlamışlar, sarmal olmuşlar, toprakta yuvarlanmışlar ve mezar taşlarına futbol topu gibi dalmışlar. Karşısındaki görüntüler hademenin başını döndürmüş ve gözünün önünden ruhlar uçuşurken bacakları çözülüvermiş. Gulyabani kralı birden öne atılıp yakasından tuttuğu gibi onunla birlikte toprağa batmış.

      Gabriel Grub’ın düşüşten dolayı bir süreliğine kesilen nefesi sonunda normale döndüğünde kendini büyük bir mağara gibi görünen bir yerde, her bir yanı çirkin ve nemrut gulyabanilerle çevrili hâlde bulmuş. Mekânın ortasında, kilise avlusundan arkadaşı, yerden yüksek bir sandalyede oturmakta ve onun hemen arkasında hareket kabiliyeti olmayan Gabriel Grub’ın kendisi durmaktaymış.

      “Bu gece de soğukmuş.” demiş gulyabaniler kralı. “Çok soğuk. Buraya iç ısıtacak bir yudum bir şeyler getirin!” Bu emir üzerine Gabriel Grub’ın hükümdarın adamları olduğunu düşündüğü yüzlerinde ebedî bir gülümseme olan yarım düzine işgüzar gulyabani acelacele ortadan kaybolmuş ve ellerinde bir kadeh sıvı ateşle dönüp krala sunmuşlar.

      “Ah!” diye bağırmış yanakları ve gırtlağı şeffaf olan gulyabani, alevi içerken. “Bu gerçekten de iç ısıtıyor ha! Mr. Grub için de bir bardak getiriverin.”

      Bahtsız hademenin geceleri sıcak bir şey içmek gibi bir alışkanlığı olmadığıyla ilgili itirazda bulunması faydasızmış, gulyabanilerden biri onu tutarken diğeri de boğazından aşağı harıl harıl alevi dökmüş. Yakıcı içkiyi içtikten sonra nefesi kesilip öksürünce ve gözlerinden oluk oluk akan yaşları silerken bütün ekip kahkahadan kırılmış.

      “Şimdi de.” demiş kral, kâküllü şapkasını tuhaf bir biçimde hademenin gözüne sokup ona müthiş bir acı yaşatırken. “Şimdi de kendi büyük ambarımızdan sefalet ve kasvetin adamına ait birkaç fotoğrafı gösterin!”

      Gulyabani bunu söylerken mağaranın daha uzaktaki bir kısmını örten bulut yavaşça uzaklaşmış ve epey uzaklıktaki ufak ve az eşyalı bir daireyi açığa çıkarmış. Bir grup çocuk parlak bir ateşin etrafına toplanmış, annelerinin eteğini çekiştiriyor, sandalyesinin etrafında hoplayıp zıplıyorlarmış. Anne ara sıra yerinden kalkıyor ve sanki beklediği bir şey varmış gibi perdeyi açıp bakıyormuş. Masa hâlihazırda mütevazı bir yemekle donatılmış ve ateşin yanına da bir sallanan sandalye yerleştirilmiş. Kapı çalınmış, anne kapıyı açmış ve çocuklar babaları içeri girerken ellerini heyecanla çırparak annelerinin etrafına toplaşmışlar. Baba ıslak ve yorgunmuş ve kıyafetlerinin üstüne biriken karları silkelemeye çalışıyormuş. Çocuklar babanın etrafına toplanıp pelerinini, şapkasını, bastonunu coşkuyla çekiştirerek çıkarıp koşarak başka odaya götürmüşler. Sonra adam ateşin yanındaki sofraya oturunca çocuklar kucağına tırmanmış ve anneleri de yanına oturmuş. Her şey tam bir mutluluk ve huzur tablosuymuş.

      Ancak


Скачать книгу