FELATÜN BEY VE RAKIM EFENDİ. AHMED MİDHAT EFENDİ

FELATÜN BEY VE RAKIM EFENDİ - AHMED MİDHAT EFENDİ


Скачать книгу
İTHAT EFENDİ

      1844 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Süleyman Ağa, Mısırçarşılı bir esnaftır. Annesi bekâr çamaşırı diken Nefise Hanım’dır. Ahmet Mithat Efendi altı yaşındayken babası ölünce geçim sıkıntısı çekmeye başladılar. Bunun üzerine ağabeyi Hafız Ağa’nın kaza müdürü olarak görev yaptığı Niş’e gitti. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. Daha sonra Mithat Paşa’nın Tuna Valiliği zamanında eyalet merkezi olan Rusçuk’a taşındılar. Ahmet Mithat, orada Mektubi Kalemi’nde memur adayı olarak göreve başladı. Memuriyetini sürdürürken bir yandan da Arapça, Farsça ve Fransızcasını ilerlettiği için kendisini takdir eden Mithat Paşa, ona kendi ismini verdi. Böylece asıl adı olan “Ahmet”in yanına “Mithat” da eklenerek bu şekilde anılmaya başlandı.

      Bu dönemde memuriyet görevlerine ilâve olarak Teşkilât Kanunu gereği çıkartılan Tuna gazetesinde yazmaya başladı. Yazıları ve yöneticiliği beğenildiği için bir süre sonra gazetenin tüm yönetimi ona verildi. Mithat Paşa’nın 1869 yılında Bağdat Valisi olarak atanmasının ardından Ahmet Mithat Efendi de onunla birlikte Bağdat’a gitti. Burada da bir il gazetesi kuruldu ve başına Ahmet Mithat Efendi geçirildi.

      Bağdat’ta bir sanat okulu açıldı ancak, bu okulun öğrencileri için ders kitapları yoktu. Bunun üzerine Ahmet Mithat Efendi, öğrenciler için Kıssadan Hisse, Hâce-i Evvel isimlerinde bir tür ders kitabı yazdı.

      İstanbul’a döndükten sonra Tahtakale civarlarında bir basımevi kurdu. Basiret gazetesinde yazı yazmaya devam etti. Kırkambar, Dağarcık adında dergiler; Bedir ve Devir isimli gazeteler çıkardı. Edebiyatımızın ilk hikâye koleksiyonu olan Letaif-i Rivayat adlı eseri kaleme aldı.

      Toplum tarafından iyice tanınan Ahmet Mithat Efendi, Bu dönemde Genç Osmanlılarla yakınlaştı. Ebüzziya Tevfik aracılığıyla Namık Kemal ile tanıştı. Kendi bastığı eserlerinin yanı sıra gazetelerde de yazıları yayımlandı. Namık Kemal’in yayımlamaya başladığı İbret gazetesinin sürekli yazarları arasına girdi. Dağarcık dergisinde yazdığı yazılar ve Yeni Osmanlılarla yakınlığı nedeni ile tepki çekti. Özellikle derginin dördüncü sayısında yayımladığı Duvardan Bir Seda adlı makalesi nedeniyle dinsizlikle suçlandı. Namık Kemal’in de aralarında bulunduğu bir grupla 1873 yılında Rodos’a sürgüne gönderildi. Orada Medrese-i Süleymaniyye adlı bir okul açıp dersler verdi. Hasan Mellâh, Hüseyin Fellâh ve Dünyaya Yeniden Geliş ya da İstanbul’da Neler Olmuş gibi önemli eserlerini burada yazdı. Kırkambar dergisine yazılar göndermeye devam etti. Abdülaziz’in ölümü ve V. Murat’ın tahta geçmesiyle çıkan genel afla İstanbul’a döndü.

      1877 yılında İstanbul’a döndükten sonra resmi gazete olan Takvim-i Vakayi ve Devlet Basımevi müdürlüğüne atandı. Tercüman-ı Hakikat gazetesini kurdu. Karantina başkatipliği, Sağlık Meclisi İkinci Başkanlığı gibi hizmetlerde çalıştı. 1889 yılında İsveç’te toplanan oryantalistler kongresine Türk delege olarak katıldı. Buradaki gezi anılarını Avrupa’da Bir Cevelan adlı kitapta yayımladı.

      1908 yılında Meşrutiyetin ilânının ardından gazetecilik ve yazarlık çalışmalarını yavaşlattı. Üniversitede, yüksek dereceli okullarda dersler verdi. 1913 yılında, Darüşşafaka Lisesinde ders yöneticiliği yaptığı sırada öldü.

      Ahmet Mithat Efendi, Tanzimat Döneminde halka en yakın olan ve halk için yazan bir yazardı. Tarih, coğrafya ve diğer bilimlerde kitaplar yazmıştır. Halka okuma alışkanlığı kazandırmak, doğruyu ve yanlışı göstermek için çabalamıştır.

      Ahmet Mithat Efendi iki yüze yakın eser vermiştir. Bunlardan en önemlileri şunlardır: Letaif-i Rivayât, hikâyelerden oluşan yirmi altı sayılık bir dergidir. Romanları: Hasan Mellâh, Hüseyin Fellâh; Dünyaya İkinci Geliş; Paris’te Bir Türk; Hayret; Yeryüzünde Bir Melek; Felatun Bey ile Rakım Efendi; Müşahedât; Henüz On Yedi Yaşında; Karnaval; Dürdane Hanım; Jön Türk; Süleyman Musli; Demir Bey; Gürcü Kızı; Hayal ve Hakikat. Tiyatroları: Çerkes Özdenleri; Ahz-ı Sûr; Eyvah; Çengi; Açık Baş. Avrupa’da Bir Cevelan (gezi notları).

      FELÂTUN BEY İLE RÂKIM EFENDİ

      BİRİNCİ BÖLÜM

      Felâtun Bey’i tanır mısınız? Hani ya şu Mustafa Merakî Efendizâde Felâtun Bey! Galiba tanıyamadınız; fakat tanınacak bir çocuktur.

      Mustafa Merakî Efendi, Tophane’nin Beyoğlu’na civar olan bir mahallesinde oturur. Mahallesinin ismini söylemek olmaz. Semtini anladınız ya? Bu kadarıyla yetininiz.

      Kendisi kırk beşlik bir adamdır; fakat babası, bir çocuğu genç evlendirirlerse yüzü gözü açılmadan evlenmiş olacağından ırz ve edebini güzel muhafaza eder düşüncesinde olmasıyla Mustafa Merakî Efendi’yi on altı yaşındayken evlendirmişti. Bu sebepten dolayıydı ki Mustafa Merakî Efendi, henüz kırk beş yaşında olduğu hâlde yirmi yedi yaşında bir oğlu bulunup o da Felâtun Bey’dir; fakat Mustafa Merakî Efendi’nin çocuğu yalnız Felâtun Bey’den ibaret değildir. Bir de kızı vardır ki ismi Mihribân Hanım’dır. Mustafa Merakî Efendi kırk beş yaşında olduğu zaman bu kız da on beş yaşındaydı. İnsanın, kırk beş yaşındayken böyle yirmi yedi yaşında bir oğulla, on beş yaşında bir kıza sahip olması ne büyük saadettir; lâkin size hemen şunu da ihtar edelim ki böyle saadet genellikle babalara ait olup valideler için bu saadet belâ olarak değerlendirilirdi. Nasıl ki Mustafa Merakî Efendi’nin zevcesi için de öyle olmuştu, zira Mustafa Merakî Efendi on altı yaşındayken pederi tarafından evlendirildiği zaman on iki yaşında bir kızla evlendirilmişti. Öyle ya! Karı(nın) kocasından dört beş yaş küçük olması lâzım gelmez mi? Gerçekten, on iki yaşındaki kızcağız on beş yaşında dünyaya çocuk getirdi. Ancak, ondan sonra kaç defa gebe kaldıysa da çocuğunu rahminde barındıramayıp düşürürdü. Hekimler işin aslını araştırmadıklarından hanımın rahminde tedavisi ve tamiri mümkün olmayan bir hastalık olduğuna karar vererek el çektiler. İş, ebelere kaldı. Onlar sargılarla filânlarla Mihribân Hanım’ı düşürtmeyip koruyabildilerse de zavallı annesi, bu kızı doğurduktan sonra lohusa yatağındayken vefat etti…

      Mevlâ rahmet eylesin! Böyle şeyler olağandır. Başka ne diyelim ya? Mustafa Merakî Efendi, zevcesinden ayrıldığı zaman elinde on üç yaşında bir oğulla kundakta bir kız bulunduğundan bir müddet zorunlu olarak evlenemedi. Hâlbuki son asrın medenî gelişmeleri İstanbul’da bir adamın bekâr olarak yaşayabilmesine müsait olduğundan bir müddet bekâr kaldıktan sonra Mustafa Merakî Efendi bir daha evliliğe de lüzum görmedi. Kızına sütannelik yapmak için geçkince cariye alıp o cariye çocuklara bakar, ihtiyarca bir Rum karısı yukarı hizmetini görür bir de Ermeni karısı aşçılık yapardı. Nasıl? Evinin içinin idaresini garipçe mi gördünüz? Bizim Mustafa Merakî Efendi, alafranga huyları olan bir adamdı. Hem de hangi alafranga-meşreplerden bilir misiniz? Hani ya bundan on beş yirmi sene evvel İstanbul’da alafranga-meşrepler yok muydu? İşte onlardan. Hâli vakti pek yolunda hem de fazlaca yolunda olduğundan kendisi zaten Üsküdarlı olduğu ve orada güzel konağı, bağı bahçesi de bulunduğu hâlde sadece alafranga; yani rahat yaşamak için hepsini ucuza pahalıya bakmayarak satıp gelmiş, Tophane’nin Beyoğlu’na civar bir mahallesinde tekrar güzel bir ev inşa ettirip yerleşmişti. Alafrangaya olan merakın derecesini şundan anlayınız ki, yaptırdığı ev, mutlaka alafranga olmak için kâgir1 olarak yaptırılmıştı. Şimdi böyle bir semtte, böyle bir evde bu kadar alafranga olan bir adam artık evine Arap çorap doldurur mu? Özellikle ki arada bir alafranga dostları da gelmekte olduğundan bunların arasında hizmet etmek için Rum ve Ermeni hizmetçilere ihtiyacı da malûmdur.

      Bizim asıl maksadımız Felâtun Bey’i haber vermek; yani okurlara tanıtmak olduğuna göre pederi Mustafa Merakî Efendi hakkında böyle geçmişe dair bilgiler vermeye lüzum yoktur zannetmeyiniz. Felâtun Bey’i güzelce tanımak için kendisinin kökenini görmek elbet lâzımdır. Böyle bir kökten çıkan kişinin hal ve tavırları daha kolay anlaşılabilir.

      Felâtun Bey’in çocukluk zamanını nasıl geçirmiş olduğunu anlatmak için açıklamalara ihtiyacımız yoktur. Mustafa Merakî Efendi, tam anlamıyla alaturkalıktan yine tam anlamıyla alafrangalığa birden bire sıçramış bir


Скачать книгу

<p>1</p>

Kâgir (Fars): Taş ya da tuğladan yapılmış olan