Japon Mitleri ve Efsaneleri. F. Hadland Davis
Susa-no-o’nun iyi davranışı gerçekten çok kısa ömürlüydü. Ama-terasu cennette çok sayıda güzel pirinç tarlası yapmıştı. Bazıları dardı, bazıları uzundu ve Ama-terasu pirinç tarlalarıyla haklı olarak gurur duyuyordu. Susa-no-o ilkbaharda tohumu eker ekmez araziler arasındaki bölmeleri bozdu ve sonbaharda bir dizi alacalı tayı serbest bıraktı.
Bir gün kız kardeşini kutsal Dokuma Salonu’nda tanrıların giysilerini dokurken gördüğünde çatıda bir delik açıp derisi yüzülmüş bir atı yere fırlattı. Ama-terasu o kadar korkmuştu ki dokuma tezgâhında yanlışlıkla kendini yaraladı. Son derece kızgın bir şekilde mekânını terk etmeye karar verdi; böylelikle parlak cüppesini üstüne alarak mavi gökyüzünden aşağı süzüldü, bir mağaraya girdi, cüppeyi güvenli bir şekilde bağladı ve orada inzivaya çekildi.
Artık dünya karanlıktaydı ve gece gündüz değişimi bilinmiyordu. Bu korkunç felaket gerçekleştiğinde on binlerce tanrı Cennet Nehri’nin kıyısında toplanıp Ama-terasu’yu parıldayan ihtişamıyla cenneti bir kez daha donatmaya nasıl ikna edeceklerini tartıştılar. Çok derin bir muhakemeden sonra, “Düşünce-birleştirici”den eksik kalır yanı olmayan bir Tanrı, Ebedi Topraklar’dan bir dizi şarkıcı kuşu bir araya topladı. Bir geyiğin bacak kemiği ve kiraz kabuğu ateşine dayanılarak yapılan çeşitli kehanetlerin ardından tanrılar bir dizi alet, körük ve metal işçiliği yaptı. Yıldızlar bir ayna oluşturmak için bir araya getirildi; sonunda mücevherler ve müzik aletleri oluşturuldu.
Tüm bunlar gerektiği gibi yerine getirildikten sonra, on binlerce tanrı, Güneş Tanrıçası’nın gizlendiği kaya mağarasına indi ve güzel bir eğlence sundular. Gerçek Sakaki Ağacı’nın üst dallarına değerli mücevherler ve ortadaki dallara da ayna astılar. Her taraftan kuşların ötüşü duyuldu ki bu, sadece başlangıçtı. Şimdi Uzume (“Semavi-korkutucu-dişi”), eline Eulalia otuyla süslenmiş bir mızrak aldı ve Hakiki Sakaki Ağacı’nın başlığını yaptı. Sonra baş aşağı bir küvet koydu ve on binlerce tanrı kahkahalarla kükreyene kadar son derece edepsiz bir şekilde dans etmeye başladı.
Böylesi olağanüstü davranışlar haliyle Ama-terasu’da merak uyandırdı ve dışarı baktı. Onun varlığıyla dünya bir kez daha parladı. Bir kez daha Yüksek Cennet Ovası’n-da yaşamaya başladı ve Susa-no-o, usulüne uygun şekilde cezalandırılarak Yomi Ülkesi’ne sürüldü.
Susa-no-o ile Yılan
Mitlerin ve efsanelerin olağan tutarsızlığı nedeniyle, Susa’nın Yomi Ülkesi’ndeki konutuna yapılan tüm atıfların tamamen ihmal edildiğini gördüğümüze şaşırmıyoruz. Onunla bir sonraki karşılaşmamızda her zamanki yaramaz tavırlarına rastlamıyoruz. Gerçekten onu Yuvarlak Masa Şövalyeleri’nden birine layık bir rolde buluyoruz. Onun birdenbire şövalye olarak ortaya çıkışı ister onun açısından art niyet içeren gizli bir hamle olsun, ister kız kardeşinin cennetten ani geri çekilişi onu kalıcı olarak ıslah etmiş olsun fark etmez; bu konuda tamamen bilgisiz bırakılıyoruz.
Cennetten inen Susa-no-o, Idzumo eyaletindeki Hi nehrine ulaşmış. Burada bir ağlama sesi onu huzursuz etmiş. Kendisinden başka birinin ağladığını duymak o kadar alışılmadık bir durummuş ki bu hüznün nedenini aramaya gitmiş. Yaşlı bir adamla bir kadına rastlamış. Adamla kadının arasında şefkatle okşayıp acılı gözlerle baktıkları genç bir kız varmış; adam ve kadın gönülsüzce kıza veda ediyor gibiymiş. Susa-no-o yaşlı çifte kim olduklarını ve niçin ağladıklarını sorunca yaşlı adam şöyle cevap vermiş: “Ben bir Yeryüzü İlahı’yım ve ismim Aşi-nadzuçi’dir (Ayağı felçli yaşlı). Karımın ismi de Te-nadzuçi’dir (Eli felçli yaşlı). Bu, bizim kızımız; ismi Kuşi-nada-hime (Fevkalade İnada Prensesi). Ağlama sebebimiz şudur: Eskiden sekiz kızımız vardı ama sekiz başlı bir yılan her sene birini yedi. Şimdi bu kızımız için vakit yaklaşıyor. Hiçbir kurtuluşu yok, bu yüzden çok üzgünüz.”
Sert Erkek, acı dolu hikâyeyi bütün dikkatini vererek dinledikten sonra bakire kızın son derece güzel olduğunu düşünerek sekiz başlı yılanı öldürmeyi teklif etmiş. Ama hizmetinin karşılığında aileden kızı ona vermesini istemiş. Bu isteği seve seve kabul edilmiş.
Susa-no-o, Kuşi-nada-hime’yi çok dişli bir tarağa çevirip saçına sokmuş. Sonra yaşlı çifte bir miktar sake demlemesini söylemiş. Sake hazır olduğunda onu sekiz leğenin içine döküp korkunç canavarın gelmesini beklemiş.
Yılan en sonunda gelmiş. Sekiz başlı hayvanın gözleri “kış kirazı” gibi kırmızıymış. Ayrıca sekiz kuyruğu varmış, sırtında köknar ve servi ağaçları gelişmiş. Sekiz tepe ve sekiz vadi kadar bir alanı kaplayacak uzunluktaymış. Hantal hayvan yavaş yavaş yürüyormuş ancak sakeyi bulunca her bir kafa, yılan son derece sarhoş olup uykuya dalıncaya kadar bu çekici içkiyi açgözlü bir şekilde içmiş. Bunun üzerine korkacak fazla bir şeyi olmayan Susa-no-o, on karışlık kılıcı çekip bu kocaman yaratığı parçalara ayırmış. Kuyruklarından birine vurunca silahı diş diş olmuş ve eğilince Murakumo-no-Tsurugi isimli bir kılıç keşfetmiş. Kılıcın ilahi bir kılıç olduğunu anlayınca bunu cennetin tanrılarına vermiş.
Görevini başarılıyla tamamlayan Susa-no-o, çok dişli tarağı tekrar Kuşi-nada-hime’ye dönüştürmüş ve sonunda evliliğini kutlayabilmek için İdzumo eyaletindeki Suga’ya gelmiş. Burada şu dizeleri yazmış:
“Birçok bulut yükseliyor,
İçinde eşlerin durması için
Her tarafta bir çit var,
Bir çit oluşturuyorlar
Ah! O çit!”
İlahi Elçiler
O sıralar Cennetin Yüce Ovası’nda toplanan tanrılar, Kamış Düzlükleri Ülkesi’nde (İdzumo) sürekli karışıklıklar olduğunun farkındaydı. Ovaların, kayaların, ağaç köklerinin ve otlakların konuşabildikleri anlatılır. Bunlar, geceleri ateş alevi gibi yaygara koparırlar; gündüzleri beşinci aydaki sinekler gibi kümelenirlermiş. Ayrıca bazı tanrılar kendilerini sakıncalı kılmışlar. Tanrılar, bu karışıklıklara bir son vermeye kararlılarmış ve bir istişare yaptıktan sonra Taka-mi-musubi, Kamış Düzlükleri’ni yönetmesi, ayaklanmayı bastırması ve ülkeye huzur ve refah getirmesi için torunu Ninigi’yi göndermeye karar vermiş. Yolun önceden hazırlanması için haberciler göndermek gerekli görülmüş. İlk elçi Ama-no-ho imiş; ancak tanrılara bilgi vermeden ülkede üç yıl geçirdiği için onun yerine oğlu gönderilmiş. Oğul da babası gibi yapmış ve kutsalların düzenine kafa tutmuş. Üçüncü elçi Ame-waka imiş (Semavi genç Prens). O da soylu silahlarına rağmen vefasız çıkmış; görevini yerine getirmek yerine âşık olmuş ve Şita-teru-hime’yi (Basit parlak Prenses) kendine eş olarak almış.
Susa-no-o ve Kuşi-nada-hime
Bir araya gelen tanrılar, bu uzun gecikmeye sinirlenmiş ve İdzumo’da neler olup bittiğini anlamak için bir sülün göndermişler. Sülün, Ame-waka’nın kapısının önünde bir sinameki ağacının tepesine tünemiş. Ame-waka kuşu görünce hemen vurmuş. Ok, kuşun içine girip çıkmış, tanrıların yerine yükselmiş ve tekrar geri gelerek vefasız ve aylak Ame-waka’yı öldürmüş.
Parlak Prenses’in hıçkırıkları cennete ulaşmış, zira prenses efendisini seviyormuş ve onun ani ölümünde tanrıların haklı intikamını fark edememiş. O kadar yüksek sesle ve o kadar acınası bir şekilde ağlamış ki Semaviler onu duymuş. Hızlı bir rüzgâr inmiş ve Ame-waka’nın gövdesi Cennetin Yüce Ovası’na doğru süzülmüş. Bir ölü tapınağı