Japon Mitleri ve Efsaneleri. F. Hadland Davis
söylemişler:
“Cennette yaşayan dokuma bakiresinin
Boynunda taşıdığı mücevher dizisi gibi
Ah! Mücevherlerin parlaklığı
Aji-suki-taka-hiko-ne’den iki vadiye yayılmış!
Kayalık derenin taşra fahişeleri tarafından
Kenarları birleştirilen yan havuzu
Cennetten uzakta,
Buraya gelin, buraya gelin!
(Kadınlar beyaz tenli)
Ve ağına yayılın
Kayalık derenin yan havuzunda.”
Kamış Ovaları’na iki tanrı daha gönderilmiş ve bu tanrılar görevlerinde başarılı olmuşlar. Faydalı bir raporla cennete dönmüşler ve artık her şeyin Yüce Torun’un gelişi için hazır olduğunu söylemişler.
Yüce Torun’un Gelişi
Ama-terasu, torunu Ninigi’ye birçok armağan takdim etti. Ona cennetin dağ basamaklarından beyaz kristal toplar, değerli taşlar ve en değerli hediye olan Susa-no-o’nun yılanın içinde keşfettiği kutsal kılıcı armağan etti. Mağarasından dışarıyı dikizlerken baktığı yıldız aynasını da ona verdi. Ninigi’ye dansıyla tanrıları çok eğlendiren o hayat dolu neşe ve dans bakiresi Uzume de dahil pek çok tanrı eşlik etti.
Ninigi ve yoldaşları bulutların arasından güçlükle geçip cennetin sekiz çatallı yoluna vardıklarında, büyük ve pırıl pırıl parlayan gözleri olan devasa bir yaratık bulmuşlar ve paniğe kapılmışlar. Bu yaratığın görünüşü o kadar korkunçmuş ki Ninigi ve büyüleyici Uzume dışındaki tüm arkadaşları, görevlerinden vazgeçme niyetiyle geri dönmeye başlamışlar. Ancak Uzume, devin yanına gitmiş ve ilerlemelerini engellemeye cesaret edenin kim olduğunu sormuş. Dev şöyle cevap vermiş: “Ben, Tarla Yollarının Tanrısıyım. Ninigi’ye hürmetimi sunmak için geldim ve ona rehberliğimi sunma şerefine nail olmak için yalvarıyorum. Ey güzel Uzume, efendinin yanına git ve ona bu mesajı ilet.”
Böylece Uzume geri dönmüş ve aşağılayıcı bir şekilde geri çekilen tanrılara mesajı iletmiş. Tanrılar, iyi haberi duyunca zevkten dört köşe olmuşlar, bulutların içinden bir kez geçmişler, Yüzen Cennet Köprüsü’nde dinlenmiş ve sonunda Takaçihi’nin zirvesine ulaşmışlar.
Yüce Torun, yanına rehber olarak Tarla Yollarının Tanrısı’nı alıp üzerinde hüküm süreceği krallığın bir ucundan diğer ucuna seyahat etmiş. Büyüleyici bir noktaya ulaştığında bir saray inşa etmiş.
Ninigi, Tarla Yollarının Tanrısı’nın hizmetinden o kadar memnun kalmış ki o deve Uzume’yi eş olarak vermiş.
Ninigi, sadık rehberini romantik bir şekilde ödüllendirdikten sonra, bir gün kıyıda yürürken son derece sevimli bir bakire görünce içinde sevgi kıpırdanmaları hissetmeye başlamış. Ninigi ona “Sen kimsin, güzeller güzeli kadın?” diye sormuş. Kadın şöyle cevap vermiş: “Ben Büyük Dağ Sahibi’nin kızıyım. İsmim Ko-no-Hana, ağaçlara çiçek açtıran Prenses.”
Ninigi, Ko-no-Hana’ya âşık olmuş. Çabucak kızın babası Oho-yama’nın yanına gitmiş ve kızını ona vermesi için adama yalvarmış.
Oho-yama’nın İha-naga (Kaya gibi Uzun Prenses) adında bir kızı daha varmış: İsminin işaret ettiği gibi bu kız hiç de güzel değilmiş ama babası Ninigi’nin çocuklarının kayalar gibi çok uzun hayatlara sahip olmasını arzu ediyormuş. Bu yüzden Ninigi’ye iki kızını da takdim etmiş, talibin tercihinin İha-naga’dan yana olacağını umduğunu ifade etmiş. Bizim çocuklarımıza çirkin kız kardeşlerin değil de Külkedisi’nin güzel görünmesi gibi, Ninigi de seçimine sadık kalmış ve İha-naga’ya bakmamış bile. Bu ihmal, Prenses’i fevkalade öfkelendirmiş. Alçakgönüllülükten çok hararetle şöyle haykırmış: “Beni seçmiş olsaydın sen ve çocukların bu diyarda uzun bir ömür sürecektiniz. Mademki kız kardeşimi seçtin sen ve çocukların ağaç çiçekleri gibi, kız kardeşimin boynundaki çiçekler gibi çabucak yok olacaksınız.”
Hoori ve Deniz Tanrısı’nın Kızı
Ne var ki Ninigi ve Ko-no-Hana birlikte bir süre mutlu mesut yaşamışlar. Ama bir gün kıskançlık Ninigi’yi bulup huzurunu kaçırmış. Kıskanmak için bir sebep olmadığından Ko-no-Hana bu davranışına çok içerlemiş. Ufak bir ahşap kulübeye çekilmiş ve ateş yakmış. Alevlerden üç bebek ortaya çıkmış. Bunlardan yalnızca ikisi bizi ilgilendiriyor: Hoderi (Parlak ateş) ve Hoori (Sönük ateş). Hoori, daha sonra göreceğimiz üzere, ilk Japon imparatorunun büyükbabasıdır.
Deniz Tanrısı’nın Sarayında
Hoderi başarılı bir balıkçıymış, küçük erkek kardeşi Hoori ise yetenekli bir avcıymış. Bir gün şöyle haykırmışlar: “Deneme amaçlı hediye değiş tokuşu yapalım.” Bunu yapmışlar ama bir amaç uğruna balık yakalayabilen ağabey, ava gittiğinde evine eli boş dönmüş. Bu yüzden ok ve yay alarak geri dönmüş ve küçük erkek kardeşinden olta istemiş. İşe bakın ki Hoori ağabeyinin oltasını kaybetmiş. Eskisi yerine yeni bir olta için yapılan cömert teklif küçümsemeyle reddedilmiş. Ağabey, balık kancaları fıçısını da kabul etmemiş. Bu teklifler karşısında ağabey şöyle cevap vermiş: “Bunlar benim oltalarım değil, çok olsalar da bunları almayacağım.”
Hoori, ağabeyinin hiddetinden dolayı çok üzülerek deniz kenarına gidip acısını atmaya çalışmış. Şiko-tsutsu no Oji (Tuzlu deniz ihtiyarı) isimli nazik bir adam niçin üzüldüğünü sormuş. Hüzünlü hikâyeyi dinleyen yaşlı adam şöyle cevap vermiş: “Üzülme artık. Bu meseleyi senin için halledeceğim.”
Yaşlı adam sözüne sadık kalarak bir sepet yapmış, Hoori’yi sepetin içine koymuş ve sonra sepeti denize batırmış. Hoori, suyun derinliklerine indikten sonra her türden muhteşem, deniz yosunu bakımından zengin, hoş bir kordona gelmiş. Burada sepeti bırakmış ve sonunda Deniz Tanrısı’nın sarayına ulaşmış.
Saray son derece heybetliymiş. Mazgallı siperleri, taretleri ve heybetli kuleleri varmış. Kapıda bir kuyu duruyormuş ve bu kuyunun üzerinde bir sinameki ağacı varmış. Hoori, burada rahatlatıcı gölgede oyalanmış. Oraya geleli daha çok olmamış ki güzel bir kadın ortaya çıkmış. Kadın kıyıdan su çekerken kafasını yukarı kaldırmış, yabancıyı görmüş ve annesiyle babasına gördüğünü söylemek için telaş içinde derhal geri dönmüş.
Deniz Tanrısı haberleri duyunca “sekiz katlı bir minder” hazırlatmış ve yabancıyı içeriye almış. Misafirine bu şerefi neye borçlu olduğunu sormuş. Hoori ağabeyinin oltalarının kaybıyla ilgili hüzünlü hikâyeyi anlatınca Deniz Tanrısı krallığındaki “geniş yüzgeçliler ve dar yüzgeçliler” olmak üzere tüm balıkları bir araya getirmiş. Milyonlarca balık bir araya geldiğinde Deniz Tanrısı onlara kayıp olta hakkında bir şey bilip bilmedikleri sormuş. Balıklar, “Bilmiyoruz,” diye cevap vermişler. “Ancak Kızıl Kadın’ın (tai) bir süredir ağzı ağrıyordu ve buraya gelmedi,” diye eklemişler. Böylelikle kadın çağrılmış ve ağzı açılınca kayıp olta ortaya çıkmış.
Hoori, Deniz Tanrısı’nın kızı Toyo-tama’yı (Zengin mücevher) eş olarak almış. Üç yıl boyunca her şey yolunda gitmiş ama bir süre sonra Hoori sıla hasreti çekmeye başlamış. Oltayı da hâlâ ağabeyine geri götürmediğini hatırlamış. Bu pek doğal hisler, sevgi dolu Toyo-tama’nın vicdanını sızlatmış ve