Riga'nın Köpekleri. Хеннинг Манкелль
ifade oluştu.
“Bazen ben de senin gibi düşünmüyor değilim,” dedi bir süre sonra. “Yani tüm cinayet vakalarından elimizi çekmeliyiz. Çünkü bunlar çok yıpratıcı oluyor. Kanlı ve gerçek dışı! Polis akademisinde öğrenciyken bizlere terk edilmiş kurtarma botlarındaki işkence görmüş cesetler karşısında neler yapmamız gerektiği öğretilmedi. Her şey beni aşıyor gibi. Oysa ben henüz otuzumdayım.”
Son yıllarda Kurt Wallander de Martinson gibi düşünüyordu. Polislik yapmak her geçen gün daha da zorlaşıyordu. Hiç kimsenin daha önce yaşamadığı türde vahşi cinayetlerle karşı karşıya kalıyorlardı. Parasal nedenlerden dolayı birçok polis memurunun emniyet güçlerindeki işlerinden ayrılıp güvenlik elemanı olarak ya da özel dedektiflik firmalarında çalışmaya başladıkları artık herkesçe bilinen bir gerçekti. Aslında gerçek, polis memurlarının kendilerini son derece güvensiz hissettikleri için işlerinden ayrılmak zorunda kaldıklarıydı.
“Belki de gidip Björk’le konuşsak ve ona işkence yapılmış kişilerle nasıl başa çıkabileceğimiz konusunda bize bir eğitim vermesini istesek iyi olacak.”
Wallander, Martinson’un söylediklerinde gerçeklik payı olduğunun farkındaydı çünkü o da zaman zaman kendini son derece güvensiz ve beceriksiz hissediyordu.
“Bu bizden önceki ve sonraki kuşakların değişmeyen sorunu,” dedi. “Bizim de onlardan farklı yanımız yok.”
“Rydberg’in hiç şikâyet ettiğini hatırlamıyorum, sen hatırlıyor musun?”
“Rydberg hepimizden farklıydı. Ama gitmeden önce sana bir şey sormak istiyorum. Telefon eden adamla ilgili. Adamın yabancı olabileceğini düşündürecek bir şey var mıydı?”
Martinson’un bu konuda en küçük bir kuşkusu yoktu.
“Hayır. Adam buralıydı. Kesinlikle.”
“O konuşmada aklına takılan bir şey var mı?”
“Hayır.”
Martinson ayağa kalktı.
“Ben şimdi Kaptan Österdahl ile görüşmek için Sandhammaren’e gidiyorum,” dedi.
“Bot bodrumda,” dedi Wallander. “Şansın açık olsun. Bu arada, Svedberg’in nerede olduğunu biliyor musun?”
“Hayır. Hiçbir bilgim yok. Belki de meteoroloji uzmanlarıyla görüşüyordur.”
Wallander öğle yemeği için şehir merkezine gitti. Bir gece önce yaşadıklarını düşünerek yalnızca bir salata söyledi.
Basın toplantısından kısa bir süre önce emniyete döndü. Bir iki not aldıktan sonra da Björk onu aradı.
“Basın toplantılarından iğrenirim,” dedi Björk. “İşte bu yüzden hiçbir zaman emniyet genel müdürü olamayacağım. Ama böyle olmasam da olamazdım zaten.”
Gazetecilerin bekleştiği toplantı odasına birlikte gittiler. Wallander onları görünce Lenarp cinayetini soruştururlarken karşılarına dikilen gazeteci ordusunu anımsadı. Toplantı odasında aslında yalnızca üç gazeteci vardı. Wallander ikisini tanıyordu: Bunlardan biri Ystads Allehanda gazetesinden bir kadın gazeteci, diğeriyse Arbetets’in bölge bürosundan gelen bir gazeteciydi.
Wallander onunla bir iki kez karşılaşmıştı. Üçüncü gazeteciyse saçları kısacık kesilmiş gözlüklü biriydi. Wallander onu daha önce hiç görmemişti.
“Sydsvenskan nerede?” diye fısıldadı Björk, Wallander’in kulağına. “Ya Skånska Dagbladet? Ya da yerel radyo?”
“Bilmiyorum,” dedi Wallander. “Başlayalım.”
Björk odanın bir köşesindeki kürsüye çıktı. Genellikle duraksayarak konuşan Björk’ün gerektiğinden fazla ayrıntıya girmemesini diledi Wallander.
Bir süre sonra da konuşma sırası ona geldi.
“Mossby Strand kıyılarında içinde iki ceset bulunan bir kurtarma botu bulundu,” dedi. “Cesetlerin kimliklerini henüz saptayamadık. Ama bildiğimiz kadarıyla bir deniz kazası olmadığı gibi denizde kaybolan kişilere ilişkin bir bilgi de gelmedi elimize. Bu da kamuoyunun ve sizlerin yardımına ihtiyacımız olduğu anlamına geliyor.” Kimliği belirsiz telefon konuşmasından söz etmedi. “Konuyla ilgili bilgisi olanların derhal polise başvurmalarını istiyoruz. Söyleyeceklerim bu kadar.”
Kürsüye yeniden Björk çıktı. “Sorularınız varsa yanıtlamaya hazırız,” dedi.
Ystads Allehanda gazetesinden gelen kadın gazeteci bir zamanlar son derece huzurlu bir yer olan Skåne’de şiddet olaylarına ne denli sıklıkla rastlanıldığını sordu.
Wallander bu soruya içinden güldü. Huzurlu, diye geçirdi içinden. Burası hiçbir zaman tam anlamıyla huzurlu bir yer olmadı ki.
Björk cinayet vakalarında bir artış olmadığını söyleyince Ystads Allehanda’dan gelen gazeteci bu yanıtı yeterli bularak başka bir soru sormadı. Arbetets’den gelen diğer gazetecinin sorusu yoktu. Björk tam toplantıyı bitirmeye hazırlanırken gözlüklü genç adam elini kaldırdı.
“Bir şey sormak istiyorum,” dedi. “Bottaki adamların cinayete kurban gittiklerini neden söylemediniz?”
Wallander, Björk’e baktı.
“Bu aşamada o iki adamın nasıl öldüğünden henüz emin değiliz,” diye karşılık verdi Björk.
“Hadi yapmayın ama, bu doğru değil. Herkes onların kalplerinden vurularak öldürüldüklerini biliyor.”
“Başka sorusu olan var mı?” dedi Björk. Wallander onun ter içinde kaldığını gördü.
“Başka soru var mı, ha?” dedi öfke dolu bir sesle genç gazeteci. “Benim ilk sorumu yanıtlamadan size neden başka bir soru sorayım ki?”
“Size daha fazla açıklama yapamam, ben söyleyeceklerimi söyledim,” dedi Björk.
“Bu çok saçma,” diye karşılık verdi gazeteci. “Ama bir soru daha soracağım. Öldürülen adamların Rus vatandaşı olduklarından kuşkulandığınızı neden açıklamıyorsunuz? Soruları yanıtlamaktan kaçındığınız ya da gerçekleri örtbas ettiğiniz bir toplantıya neden basın toplantısı diyorsunuz?”
Bunları nereden öğrenmiş olabilir ki, diye geçirdi içinden Wallander. Öte yandan da Björk’ün neden bunları doğrulamadığına şaşıyordu. Gazeteci aslında haklıydı. Gerçekler açıkça ortadayken neden bunları göz ardı ediyordu?
“Bay Wallander’in de az önce söylediği gibi o iki adamın kimliklerini henüz saptamadık,” dedi Björk. “Zaten bu yüzden de kamuoyundan yardım istiyoruz. Basının kamuoyunun dikkatini çekmesi için bize yardım edeceğini umuyoruz.”
Genç gazeteci abartılı bir şekilde not defterini ceketinin cebine koydu.
“Geldiğiniz için teşekkür ederim,” dedi Björk.
Kapının önünde Wallander, Ystads Allehanda’dan gelen kadın gazeteciyi bir kenara çekti.
“Bu gazeteciyi tanıyor musun?” diye sordu.
“Hayır. Daha önce onu hiç görmedim. Söyledikleri doğru muydu?”
Wallander karşılık vermedi ve Ystads Allehanda’dan gelen gazeteci de onu sıkıştırmayacak kadar kibar biriydi.
“Kendini neden temize çıkarmadın?” diye sordu Wallander koridorda Björk’ü yakaladığında.
“Lanet olasıca gazeteciler,” diye homurdandı Björk. “Tüm bunları nasıl öğrenmiş olabilirler? Bu haberleri