Riga'nın Köpekleri. Хеннинг Манкелль
dedi Wallander. “Bize yardım etmeye mi yoksa işimize karışmaya mı geliyor?”
“Bilmiyorum,” dedi bir kez daha Björk. “Ayrıca bu daha başlangıç! Bil bakalım kim aradı?”
“Emniyet genel müdürü mü?”
Björk, ona şaşkınlıkla baktı. “Nasıl bildin?”
“Bazen tahminlerimde yanılmam. Ne istiyormuş?”
“Soruşturmanın içinde yer almak istiyormuş. Ayrıca bize biri cinayet, diğeriyse narkotik uzmanı iki kişi gönderiyor.”
“Onları da mı havaalanında karşılamam gerekiyor?”
“Hayır. Onlar kendi başlarının çaresine bakabilir.”
Wallander bir an için düşündü. “Çok garip,” dedi. “Dışişleri Bakanlığı neden buraya birini gönderiyor ki? Sovyet polisiyle bağlantı kurmuşlar mı? Ve de Doğu Bloku’yla?”
“Dışişleri’nin bana söylediğine göre her şey kitabına uygun yapılıyormuş, tabii bu ne demekse.” Björk ellerini iki yana açtı. “Bu ülkede işlerin nasıl yürüdüğünü öğrenmeme yetecek kadar uzun zamandır bu işin içindeyim. Buna karşın zaman zaman da kimse bana bir şey söylemiyor, beni karanlıkta bırakıyorlar. Bazen de Adalet Bakanlığı bu şekilde davranıyor. Ama çoğunlukla İsveç halkını hiç bilgilendirmiyorlar.”
Wallander son yıllarda ortaya çıkan adaletle ilgili skandallardan haberdardı ve bunlar genellikle devlet kuruluşlarındaki gereksiz gizlilikten kaynaklanıyordu. Kamuoyunun kuşkularında haklı olduğu artık ortaya çıkmıştı. Gerçek iktidarın büyük bir bölümü gizli ve loş koridorlarda sıkışıp kalmış, denetimden iyice uzaklaşmıştı.
Kapı vurulunca Björk, “Gir,” diye bağırdı. Gelen Svedberg’di ve elinde akşam gazetelerinden biri vardı.
“Bunu görmek isteyeceğinizi düşündüm,” dedi. Wallander gazetenin birinci sayfasını görünce yüzünde hayret dolu bir ifade oluştu. İri puntolarla İskandinav kıyılarında bulunan cesetlerden söz ediyordu. Björk yerinden fırlayarak gazeteyi kaptı, üçü de birbirinin üstünden yazıyı okumaya çalıştı. Wallander şaşkınlıkla gazetede yayınlanan fotoğrafına baktı. Resim, Lenarp cinayeti sırasında çekilmiş olmalı, diye geçirdi içinden.
“Bu cinayeti, cinayet masasından Knut Wallman soruşturuyor.”
Björk gazeteyi bir kenara fırlattı. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Şakağındaki damar atmaya başlamıştı. Svedberg kapıya doğru gitti.
“Her şeyi yazmışlar ama adını yanlış yazmışlar,” diye homurdandı Björk. “Sanki bu yazıyı Wallander sen ya da Svedberg sen yazmışsın gibi. Gazete işin içine Dışişleri’nin girdiğini ve de emniyet genel müdürünün gelişmeleri yakından izleyeceğini biliyor. Kurtarma botunun Yugoslav yapımı olduğunu bile yazmışlar. Benim bundan haberim bile yok. Doğru mu bu?”
“Doğru,” dedi Wallander. “Bu sabah bana bunu Martinson söylemişti.”
“Bu sabah mı? Yapmayın, Tanrı aşkına! Bu lanet olası gazete ne zaman basıldı?”
Björk odanın içinde volta atmaya başladı. Wallander’le Svedberg bakıştılar. Björk sinirlendiğinde bu geçmek bilmezdi.
Björk yeniden gazeteyi alarak yüksek sesle okumaya başladı. “‘Sovyet polisleri ölü bulundu.’ İsveç yeni bir siyasi skandalın eşiğinde!’ Bununla ne demek istiyorlar? Bunu bana açıklar mısınız? Wallander?”
“Hiçbir şey anlamadım. Bence bizim uygulayacağımız en iyi ve mantıklı yol bunları göz ardı etmek olacaktır.”
“İnsan böyle bir yazıyı nasıl göz ardı edebilir? Bundan sonra medya bizi asla rahat bırakmayacaktır.”
Bu sözleri kanıtlamak istercesine telefon çaldı. Dagens Nyheter gazetesinden bir muhabir gazetede çıkan yazıya ilişkin görüşlerini almak istiyordu. Björk ahizeyi eliyle kapattı.
“Bir basın toplantısı düzenlesek iyi olacak. Ya da bir basın bülteni mi hazırlamalıyız acaba? Hangisi daha iyi? Ne dersin?”
“İkisi de,” diye karşılık verdi Wallander. “Ama basın toplantısı için yarını bekleyelim. Dışişleri’nden gelecek olan adamın da belki söyleyecekleri vardır.”
Björk kararını gazeteciye açıkladıktan sonra onun hiçbir soru sormasına fırsat vermeden telefonu kapattı. Björk’le Wallander basın bülteni üstünde çalışırlarken Svedberg odadan çıktı. Wallander ayağa kalkıp odadan çıkmaya hazırlanırken Björk, onu durdurdu.
“Haberin dışarıya sızmasıyla ilgili bir şeyler yapmalıyız,” dedi. “Benim çok saf davrandığım anlaşılıyor. Lenarp’taki cinayet üstünde çalışırken geçen yıl bana bu konuda dert yandığını hâlâ hatırlıyorum ama ben aşırı tepki çekmemek için seni fazla ciddiye almamıştım. Bu konuda şimdi ne yapabilirim dersin?”
“Bir şey yapılabileceğini pek sanmıyorum doğrusu,” dedi Wallander. “Ben dersimi geçen yıl almıştım. Bu tür olaylara dayanmayı öğrenmeliyiz.”
“Bir an önce emekli olmayı ne denli çok istediğimi bilemezsin,” dedi Björk kısa bir an düşündükten sonra. “Bazen tüm dünyanın bana cephe aldığını düşünüyorum.”
“Hepimiz zaman zaman bu tür duygulara kapılıyoruz,” dedi Wallander. “Ben havaalanına gidip şu adamı karşılayayım bari. Adı neydi?”
“Törn.”
“Bu ilk adı mı?”
“Bilmiyorum.”
Wallander odasına dönünce Martinson’la Svedberg’in kendisini beklediğini gördü. Svedberg, Martinson’a Björk’ün nasıl sinirlendiğini anlatıyordu. Wallander görüşmeyi kısa tutmaya karar verdi. Onlara kendisini arayan adamla ilgili bilgi verdikten sonra kurtarma botunu birden fazla kişinin gördüğüne inandığını söyledi.
“Seni arayan buralı biri miydi?” diye sordu Martinson.
Wallander evet anlamında başını salladı.
“O zaman onun izini bir şekilde mutlaka bulmalıyız,” dedi Martinson. “Petrol tankerleriyle şilepleri bir kenara bırakalım. Geriye ne kalıyor?”
“Balıkçı tekneleri,” dedi Wallander. “Skåne’nin dışında kaç balıkçı teknesi var?”
“Çok sayıda,” dedi Martinson. “Şimdi şubattayız ve çok azı limanda demirli duruyordur. Denizdeki balıkçı teknelerinin izini sürmek kolay olmayacak ama yapacağımız başka bir şey de yok galiba.”
“Buna yarın karar veririz,” dedi Wallander. “Her şey yarın değişebilir.”
Wallander arkadaşlarına Björk’ün anlattıklarını söyledi. Martinson buna kendisi gibi bir tepki verdi ama Svedberg yalnızca omuz silkmekle yetindi.
“Bugün daha fazla yol alacağımızı sanmıyorum,” dedi Wallander toplantıyı bitirirken. “Olanlara ilişkin bir rapor yazmam gerekiyor. Siz de kendi raporlarınızı yazsanız iyi olur. Yarın da cinayet masasından ve narkotikten gelecek polislerle oturup tartışırız. Tabii bir de Dışişleri’nden gelecek olan Bay Törn var.”
Wallander havaalanına erkenden gitmişti. Her zamanki gibi yorucu ve uzun mesai saatleriyle düşük ücretlerden şikâyet eden polislerin yanına giderek onlarla kahve içti. Saat 17.15’de de gelen yolculara ayrılan bölüme geçip beklemeye başladı. Arada sırada da duvara monte edilmiş televizyon ekranına bakıyordu. Stockholm uçağının indiği haber verilince Wallander birden Dışişleri’nden gelen bu adamın