Riga'nın Köpekleri. Хеннинг Манкелль
Bu ilanın arkasına Wallander bir hafta önce yazdığı başvuru yazısını eklemişti. Yazıyı yollayıp yollamama konusunda karar veremiyordu. Emniyette çalışmak bilginin ya dışarıya sızması ya da hiçbir neden yokken gizlenmesi anlamına geliyorsa artık bu işte çalışmak istemiyordu. Ona göre emniyette çalışmanın çok daha başka mantıklı nedenleri olmalıydı. Çalışmalarının sorgulanmayacak akılcı, ahlaki ilkelerle desteklenmemesi canını çok sıkıyor, bu tür bir iş yerinde daha fazla çalışmak istemiyordu.
Düşünceleri telaşla içeri giren Svedberg tarafından kesildi.
“Neredeydin?” diye sordu Wallander.
Svedberg ona şaşkınlıkla baktı.
“Masanın üstüne bir not bırakmıştım,” dedi. “Görmedin mi?”
Not yere düşmüştü. Wallander eğilerek notu aldı. Svedberg, Sturup’daki meteoroloji bürosuna gideceğini yazmıştı.
“İşe kestirme yoldan gitmemizin iyi olacağını düşünmüştüm,” dedi Svedberg. “Sturup Havaalanı’nda çalışan birini tanıyorum. Birlikte Falsterbonäset’te kuşları izlemeye giderdik. Botun nereden geldiği konusunda bana yardım etmeye çalıştı.”
“Bunu Norrköping’deki meteoroloji bürosunun yaptığını sanıyordum.”
“Havaalanındaki arkadaşımla görüşürsem işleri hızlandıracağımı düşünmüştüm.”
Cebinden bir tomar kâğıt çıkararak masanın üstüne yaydı. Wallander kâğıttaki şemalarla rakamları gördü.
“Botun beş günden beri denizde olduğunu hesapladık,” dedi Svedberg. “Son haftalarda rüzgârın yönü sürekli değiştiğinden bu karara vardı. Ama bunun da bize fazla bir yardımı olmadı.”
“Yani?”
“Yani, kurtarma botu uzaklardan gelmiş olabilir.”
“Yani?”
“Danimarka ya da Estonya gibi ülkelerden buraya sürüklenmiş olabilir.”
Wallander şaşkınlıkla Svedberg’e baktı. “Bu gerçekten de mümkün olabilir mi?”
“Evet. İstersen sen kendin de Janne’ye sorabilirsin.”
“Güzel,” dedi Wallander. “Şimdi git, bana anlattıklarını Björk’e de anlat. O da bu bilgiyi isterse Dışişleri’ne aktarsın. O zaman bu işten paçamızı kurtarabiliriz.”
“Paçamızı kurtarabiliriz mi?”
Wallander o sabah olanları arkadaşına anlattı.
Svedberg’in üzüldüğünü gördü.
“Başladığım bir işi yarıda bırakmaktan hiç hoşlanmam,” dedi Svedberg.
“Henüz kesin bir şey yok. Ben sana yalnızca olayları ve hissettiklerimi anlattım.”
Svedberg, Björk’ü görmeye gidince Wallander yeniden başvuru mektubuna döndü. Bu arada botun içindeki cesetler gözünün önünden gitmiyordu.
Mörth’ün otopsi raporu öğleden sonra dört sıralarında geldi. Hâlâ laboratuvar sonuçlarını bekliyordu ama adamların yaklaşık yedi gün önce öldürüldüklerini düşündüğünü belirtmişti. Büyük olasılıkla aynı süreden beri de tuzlu suda kalmışlardı. Adamlardan biri yaklaşık yirmi sekiz yaşındaydı, diğeriyse ondan biraz daha büyüktü. Her ikisi de son derece sağlıklıydı. Yoğun bir işkenceye maruz kaldıkları ortadaydı. Dişlerini Doğu Avrupalı dişçiler tedavi etmişti. Wallander raporu bir kenara koyarak camdan dışarı baktı. Hava kararmıştı ve karnı da acıkmıştı.
Björk telefon etti, Dışişleri Bakanlığı’nın ertesi sabah kendilerini arayacağı haberini verdi.
“O zaman ben eve gidiyorum,” dedi Wallander.
“Tamam,” diye karşılık verdi Björk. “O gazetecinin kim olduğunu çok merak ediyorum.”
Bunu ertesi gün öğrendiler. Expressens gazetesinin ilk sayfası kıyıya vuran cesetlere ayrılmıştı. İlk sayfada, öldürülen adamların Sovyet vatandaşı oldukları belirtilmiş ve Dışişleri’nin devreye girdiği haber verilmişti. Dışişleri’nin Ystad polisine bu konuda hiçbir şey söylememesini emrettiği belirtilmiş ve gazete de bunun nedenini öğrenmek istediğini yazmıştı.
Wallander bu gazeteyi ancak ertesi gün öğleden sonra saat üçte görmüştü. Bu arada da köprünün altından çok su akmıştı.
4
Wallander sabah sekiz civarında emniyete geldiğinde sanki her şey birden olup bitmiş gibiydi.
Sıcaklık yeniden sıfırın altına düşmüştü ve dondurucu bir soğuk vardı. Wallander bir gece önceki sorunları tekrar yaşamamış, çok iyi uyumuştu. Kendini dinlenmiş hissediyordu. Tek kaygısı o gün öğleden sonra babasıyla Malmö’ye giderken babasının vereceği tepkiydi.
Koridorda Martinson’a rastladığında arkadaşının yüzünden çok önemli bir şey olduğunu anladı. Martinson odasında oturamayacak kadar huzursuz olduğunda, herkes çok önemli bir şey olduğunu anlardı.
“Kaptan Österdahl şu bizim botun gizemini çözdü,” dedi Martinson. “Vaktin var mı?”
“Senin için her zaman var,” dedi Wallander. “Odama gel. Svedberg’i de çağıralım.”
Birkaç dakika sonra Wallander’in odasında toplanmışlardı.
“Kaptan Österdahl gibi kişileri aramıza almalıyız,” dedi Martinson. “Emniyet güçlerinde alışılmışın dışındaki konularda deneyimli olanlar için bir birim oluşturulmalı.”
Wallander onaylarcasına başını salladı. O da zaman zaman aynı şeyi düşünürdü. Ülkenin dört bir yanında anlaşılması güç, özel konularda uzman birçok kişi vardı. Herkes, Härjedalen’deki bir kerestecinin yalnızca polisi değil, aynı zamanda içki konusunda uzman kişileri de yanıltan, Asya ülkelerinde üretilen bira şişesini tanımasını henüz unutmamıştı. Kerestecinin bulduğu bu delil, çözümlenmesi olanaksız bir cinayetin aydınlanmasına yardımcı olmuştu.
“Bana herkesin bildiği gerçekleri söyleyerek yüksek maaş alan o danışmanlar yerine Kaptan Österdahl gibi birini verseler, her şeyi bir çırpıda çözerim,” dedi Martinson. “Bize yardım etmeye hazırdı.”
“Yardımcı oldu mu?”
Martinson cebinden not defterini çıkararak masanın üstüne attı. Bunu sanki şapkasının içinden tavşan çıkaran bir sihirbaz havasıyla yapmıştı. Wallander onun bu tavırlarına sinirlenmeye başlamıştı. Martinson’un bu dramatik tavırları onu gerçekten de sinirlendiriyordu ama belki de bu, Halk Partisi üyelerinin davranış biçimiydi.
“Heyecanla bekliyoruz,” dedi Wallander kısa bir sessizlikten sonra.
“Sizler dün akşam evlerinize gittikten sonra Kaptan Österdahl’la bizim botu uzunca bir süre inceledik,” dedi Martinson. “Kaptan her gün öğleden sonra briç oynadığından ve bu alışkanlığından vazgeçmek istemediğinden bu incelemeyi daha önce yapamamıştık. Yaşlı bir beyefendi olan Kaptan Österdahl’ın çok keskin gözlemleri var. Onun yaşına geldiğimde ben de onun gibi olmak isterim.”
“Hadi sadede gel,” dedi Wallander. Yaşlı beyefendilerin nasıl inatçı olduklarını babasından çok iyi biliyordu.
“Botun çevresini bir köpek gibi inceledi,” diye sürdürdü konuşmasını Martinson. “Onu kokladı bile. Sonunda da botun en az yirmi yıllık ve Yugoslav yapımı olduğunu söyledi.”
“Bunu