Riga'nın Köpekleri. Хеннинг Манкелль

Riga'nın Köpekleri - Хеннинг Манкелль


Скачать книгу
eldivenini çıkararak elini uzattı. “Ben Birgitta Törn,” dedi. “Dışişleri’nden. Herhâlde bir erkek bekliyordunuz?”

      “Haklısınız,” diye karşılık verdi.

      “Hâlâ fazla kadın diplomat yok,” dedi Birgitta Törn. “Ama yine de bu durum İsveç’in dışişlerinin büyük bir kısmının kadınların ellerinde olmasına engel değil.”

      “Güzel,” dedi Wallander. “Skåne’ye hoş geldiniz.”

      Bagajları beklerlerken Wallander, onu gizlice süzüyordu. Çok çekici bir kadın değildi ama bakışlarında insanın dikkatini çeken bir şey vardı. Valizi aldığında, dönüp ona bakınca dikkatini çekenin ne olduğunu anladı. Gözlerinde lens vardı. Evliliklerinin ilk yıllarında Mona da lens takıyordu.

      Arabaya gittiler. Wallander, ona Stockholm’de havanın nasıl olduğunu ve rahat bir yolculuk yapıp yapmadığını sordu. Genç kadın onun sorularını yanıtladı ama araya mesafe koyduğu da hissediliyordu.

      “Sekelgården adındaki bir otelde yer ayırttım,” dedi Törn, Ystad’a doğru yola koyulduklarında. “Şimdiye dek hazırladığınız tüm raporları okumak istiyorum. Tüm materyallerin bana verilmesi gerektiğiyle ilgili size bir talimat verildiğini sanıyorum.”

      “Hayır, verilmedi,” dedi Wallander. “Kimse bu konuda bana bir şey söylemedi ama ortada bir sır olmadığına göre elbette raporları okuyabilirsiniz. Dosya arka koltukta!”

      “Çok iyi,” diye karşılık verdi.

      “Artık her şey açığa kavuştuğuna göre size bir şey sormak istiyorum,” dedi Wallander. “Buraya neden geldiniz?”

      “Doğu’da olan, alışılmışın dışında gerçekleşen her olay dışişlerini ilgilendirir. Ayrıca Interpol’e üye olmayan ülkeler hakkında yasal bilgi edinme konusunda size yardımcı olabiliriz.”

      Politikacı gibi konuşuyor, diye geçirdi içinden Wallander.

      Söylediklerinde kuşku uyandıran bir şey yoktu.

      “Alışılmışın dışında her olay,” diye yineledi Wallander. “İlginç bir saptama. İsterseniz size kurtarma botunu gösterebilirim, emniyette duruyor.”

      “Hayır, teşekkür ederim,” dedi Törn. “Polisin işine karışmak istemem ama yarın sabah için bir toplantı ayarlarsanız memnun olurum. Olayların ne durumda olduğuna ilişkin bir brifing almak isterim.”

      “Toplantı için en iyi saat 08.00,” dedi Wallander. “Genel müdürlükten bize ekstra polis gönderileceğini duydunuz mu, bilmiyorum. Onların yarın burada olacaklarını sanıyorum.”

      “Haberim var,” dedi Törn.

      Sekelgården meydanın hemen arkasındaydı. Wallander arabasını otelin önüne park etti ve arka koltuktaki dosyayı aldı. Sonra da bagajı açarak genç kadının valizini çıkardı.

      “Daha önce Ystad’a gelmiş miydiniz?” diye sordu.

      “Hayır.”

      “O zaman Ystad polisi adına sizi bu akşam yemeğe davet etmek isterim.”

      Genç kadının yüzünde belli belirsiz bir gülümseme belirdi.

      “Çok naziksiniz,” dedi. “Ama çalışmam gerek.”

      Wallander sinirlendiğini hissediyordu. Belki de bu kadın taşra polisiyle yemek yemeyi bir küçüklük olarak görüyordu.

      “Continental Oteli’nin yemekleri çok güzeldir,” dedi. “Meydana çıkınca hemen sağda. Sabah gelip sizi almamı ister misiniz?”

      “Ben kendim gelirim,” dedi. “Her şey için çok teşekkür ederim.”

      Wallander arabasına atlayarak evine gitti. Saat 18.30 olmuştu. Yaşamından hiç de memnun değildi. Yalnızca boş bir eve gitmek değildi canını sıkan. İş yaşamı da artık fena hâlde canını sıkmaya başlamıştı. Tüm bu sıkıntılar yetmezmiş gibi şimdi bir de sağlığı onunla oyun oynamaya başlamıştı. Eskiden işinde kendini güvende hissederdi ama artık hissetmiyordu. Bu güvensizlik duygusu geçen yıl Lenarp’ta işlenen çifte cinayeti çözmeye çalışırken başlamıştı. Önceden Rydberg’le oturup İsveç’in artık eskisi gibi olmadığını, her şeyin olumsuz anlamda değiştiğini ve ülkenin daha fazla sayıda emniyet gücüne ihtiyacı olduğunu konuşurlardı. Wallander geçen zamanla birlikte yetersizliğinin de arttığını hissediyordu. İçindeki bu güvensizlik duygusunu yok etmesi mümkün değildi.

      Buzdolabından bir şişe bira aldı, televizyonu açıp kanepeye uzandı. Ekranda tüm ülkenin heyecanla izlediği şovlardan biri vardı.

      Wallander, Trelleborg Lastik Şirketi’ndeki iş fırsatını düşünmeye koyuldu. Kim bilir belki de bu, ihtiyacı olan değişiklik için eşsiz bir fırsattı. Belki de insan bir süre polis olmalı ve daha sonra da yaşamını tümüyle farklı bir işe adamalıydı.

      Gece yarısına dek yatmadı.

      Telefon çaldığında salonun ışığını kapamak üzereydi. Hayır, bu akşam bari aramasınlar, diye geçirdi içinden. Yeni bir cinayetle uğraşmak istemiyorum. Ahizeyi kulağına götürür götürmez öğlen kendisini arayan adamın sesini duydu.

      “Kurtarma botu hakkında bazı şeyler biliyor olabilirim,” dedi adam.

      “Bize yardımcı olacak her türlü bilgiye açığız,” dedi Wallander.

      “Bildiklerimi size ancak bir şartla anlatırım, anlatacaklarımı polisin kimseye söylemeyeceğini garanti ederseniz.”

      “İstediğiniz süre boyunca kimliğinizi gizli tutabilirsiniz.”

      “Bu yeterli değil. Bu konuşma hakkında hiçbir şeyin açıklanmayacağının garantisini istiyorum.”

      Wallander bir an düşündükten sonra adama söz verdi. Ama adam hâlâ kararsızdı. Bir şeyden korkuyor olmalı, diye geçirdi içinden Wallander. “Size polis sözü veriyorum.”

      “Polis sözüne pek güvenmem.”

      “Güvenmelisiniz,” dedi Wallander. “Kimse hakkımda olumsuz bir şey söyleyemez.”

      Kısa bir sessizlik olunca Wallander, onun hızlı soluk alıp verişlerini duydu.

      “Sanayi sitesini biliyor musunuz?” diye sordu adam birdenbire.

      Wallander biliyordu. Bu, şehrin doğusundaki sanayi bölgesiydi.

      “Hemen oraya gelin,” dedi adam. “Yol aslında tek yönlü ama bu saatte trafik olmaz. Motoru ve farları kapatın.”

      “Nerede durmamı istiyorsunuz? Orası çok uzun bir cadde!”

      “Siz oraya gidin. Ben nasılsa sizi bulurum. Ama yalnız geleceksiniz. Aksi hâlde her şeyi unutun.”

      Adam telefonu kapattı.

      Wallander kaygılanmıştı. Kendisine yardımcı olmaları için Martinson’u ya da Svedberg’i araması gerektiğinin farkındaydı. Ama kaygılarını bir kenara atmaya zorladı kendini. Hem zaten ne olabilirdi ki?

      Kanepeden fırlayarak ayağa kalktı. Sıcaklık sıfırın altına inmişti, boş sokaktaki arabasına binerken soğuktan titriyordu.

      Oto galerileri ve dükkânlarla dolu caddeye saptığında gece zifiri karanlıktı. Yolun yarısına dek gittikten sonra farlarını ve motoru kapadı. Karanlıkta beklemeye koyuldu. Kontrol panelinin üstündeki saatin ışığı gece yarısını geçtiğini gösteriyordu.

      00.30’da hiçbir şey olmadı. Saat 01.00’e kadar kimse gelmezse eve dönmeye karar verdi.

      Adam arabanın yanına gelinceye dek onu fark edememişti.


Скачать книгу