Taras Bulba. Николай Гоголь
fikir sahibi olan mezunlarla yan yana bulunuyorlardı. Yine orada, sonraları Leh ordusu saflarında temeyyüz edecek olan zabitlere ve kavga olsun da nerede olursa olsun diyen askerlere tesadüf olunuyordu.
Siyeç’te neler yoktu! Hatta birtakım adamlar görülüyordu ki “Ben bir gün Siyeç’te yaşadım!” diyerek cesur muhariplere karşı herkesin gösterdiği hürmeti kendi üzerlerine cezbetmek için oraya gelmişlerdi.
Bu garip cumhuriyetin mevcudiyeti bir dereceye kadar haklı idi. Çünkü serseriliğe atılmak isteyen para, erzak, mücevherat, zengin kumaş ve ipekli yağma etmek isteyen herkes için burası bir meşguliyet buluyordu. Yalnız kadın meftunları21 burada arzularına nail olamıyorlardı, çünkü nizam kadınların ne Siyeç’e girmelerine ne varoşlarında yaşamalarına müsaade etmiyordu.
Ostap’la kardeşi, Siyeç’e gelen insanlara kimsenin adlarını bile sormadığını ve bunların nereden geldiklerinin de belli olmadığını görerek hayretler içinde kalmışlardı.
Yeni gelenler kısa bir ayrılıktan sonra rahat rahat evlerine dönen insanlara benziyorlardı. Bunlar bütün Zaporog Kazaklarının reis olarak intihap ettikleri “koşevoi atamanın” önüne geliyorlar, ataman da umumiyetle bunların her birine şu sualleri soruyordu:
“Bonjur! İsa’ya inanır mısın?”
“İsa’ya inanırım!”
“Ya mukaddes teslise?”
“Ona da inanırım!”
“Kiliseye gider misin?”
“Kiliseye giderim!”
“İstavroz çıkar!”
Adam işareti yapıyor, reis de şu hükmü veriyordu:
“İstediğin kurene22 gidebilirsin.”
Bu sözle kabul muamelesine nihayet veriyor ve gelen adam intihap ettiği kurene gidiyordu, yani bugün bizim tabur dediğimiz “cüz’ü tam”a giriyordu.
Bütün Kazaklar aynı kilisedeki dinî ayinlerde bulunuyorlardı. Bunlar icap ettiği zaman kiliseyi kanlarının son damlasına kadar müdafaa etmeye azmetmişlerdi. Lakin hiçbiri oruç ve perhiz kaidelerine riayet etmek istemiyordu.
Tatar, Ermeni, Yahudi tacirler muhtekirlikle23 varoşta yerleşmekte tereddüt etmiyorlar ve orada ticaret ediyorlardı. Çünkü Kazaklar hiç pazarlık etmiyorlar ve ceplerinden gelişigüzel avuçlarıyla çıkarabildikleri para ile istediklerini alıyorlardı. Zaten bu satıcıların akıbetleri, Vezüv Yanardağı’nın yamaçlarında ev yapan köylülerin akıbeti gibi kararsızdı. Çünkü Kazaklar çok defa olduğu gibi parasız kalır kalmaz dükkânlara hücum ediyorlar, yağmaya koyuluyorlar, parasız geçiniyorlardı.
Siyeç’te altmış kadar kuren vardır, bunların her biri serbest birer cumhuriyete benziyordu. Daha ziyade leyli24 bir mektepte yaşayan talebe sınıfını andırıyordu. Kurenin intihap edilmiş olan reisi kurennoi, her nevi levazımı elleri altında bulunduruyordu. Yiyecek, giyecek hatta yakacak maddeler onun elinde idi. Kazaklar kendi paralarını ona saklatıyorlar ve onu “küçük baba” diye çağırıyorlardı.
Kurenler arasında bir münakaşa çıkınca derhâl kavga ile neticeleniyor ve biraz sonra da iş güreşmeye varıyordu. Kazaklar ikiye ayrılarak orada, bir taraf diğer tarafı mağlup edinceye kadar yumruk yumruğa geliyorlar, nihayet birbirine kin bağlamadan hepsi birden içmeye gidiyorlardı.
Ostap ve Andre bu yeni yaşayış tarzının cazibesine karşı duramadı. Gençliğin bütün hararetiyle buraya atıldılar. Ve bu zincirden boşanmış âlem içinde baba evini, semineri ve bütün geçmiş zamanlarını unuttular. Her şeyle alakadar oluyorlardı. Siyeç’in kanunları gayet basit olan idaresi ve âdetleri onları cezbediyor, hatta başka kusurlarda kendilerine o kadar serbestlik veren bir cumhuriyet için bu âdetleri, bu kanunları çok sert buluyorlardı.
Bir Kazak ne kadar ehemmiyetsiz olursa olsun bir hırsızlık cürmü işlerse bu hırsızlık bütün cemaat için bir leke addolunuyor, hırsız büyük meydanın ortasına dikilen bir direğe bağlanarak yanına bir sopa konuluyor ve canı çıkıncaya kadar gelen geçen ona bir sopa vuruyordu.
Borcunu veremeyen her borçlu, zincirle bir topa bağlanıyor ve borçlunun arkadaşları alacaklının gönlünü edinceye kadar bağlı olarak kalıyordu.
En müthiş ceza katillere veriliyordu: Bir çukur kazılıyor, katil oraya indiriliyor, öldürülen adamın cesedini havi25 tabut katilin üzerine konuluyor ve ikisi birden toprak altına gömülüyordu. Andre böyle bir idam cezasını gördü ve bu müthiş manzara onu o dereceye kadar dehşete düşürdü ki bu meşum sıkletin altında diri diri gömülen bedbahtın hayalini uzun zaman unutamadı.
İki genç, Kazaklar arasında temeyyüz etmekte gecikmediler. Bunlar kendi kurenlerinden birkaç arkadaşla, hatta bazı kere bütün kurenle sık sık stepi boyluyorlar, birçok ceylan, geyik, kuş avlıyorlardı, stepte bunlar çoktu, bazı kere de göllerde, nehirlerde balık tutuyorlar, birçok balıkla Siyeç’e dönüyorlardı. Bu balıklar bütün kurenin beslenmesine sarf ediliyordu.
Her ne kadar bu işler bir Kazak için pek güç şeyler değilse de Ostap ve Andre bunlarda cesaretleri ve muvaffakiyetleriyle öteki delikanlıları gölgede bırakıyorlardı. Eğer ok atmada göze çarpacak derecede liyakat gösterirler ve yüzmede Dinyeper Nehri’ni cereyanının aksi istikamette yüzerek geçmekle herkesin hayretini mucip olurlarsa bunlar öyle bir meziyet teşkil ederdi ki acemiler resmen Kazakların arasına kabul olunurlardı.
Bununla beraber ihtiyar Bulba kendi çocukları için onların şerefiyle daha ziyade mütenasip başka bir faaliyet tarzı düşünüyordu. Sürdüğü tembel hayat onun canını sıkmaya başlamıştı. Daha ciddi bir şeylerle uğraşmak istiyordu, zihninde birtakım projeler kuruyor ve Siyeç’i cüretkârane bir sergüzeşte sürükleyerek Kazakların kol ve bacaklarını uyuşukluktan nasıl kurtaracağını kendi kendine soruyordu.
Nihayet koşevoinin yanına gitti. Ve birdenbire dedi ki:
“Koşevoi, Zaporogların kendilerini biraz eğlendirmeleri zamanı gelmedi mi dersin?”
Koşevoi soğukkanlılıkla piposunu ağzından çekti, yanına tükürdü ve cevap verdi:
“Hiçbir çare yok.”
“Nasıl çare yok Türklerin, Tatarların üzerine atılabiliriz.”
“İmkânı yok, ne birinin ne ötekinin üzerine atılabiliriz.”
Bu cevabı verdikten sonra sükûnetle gene piposunu ağzına koydu.
“Niçin imkân yok.”
“Sultana vadettik, ona taarruz etmeyeceğiz.”
“Kâfire sulh vadedilmek caiz olur mu? Allah ve İncil-i Şerif kâfirlerle kavga etmeyi bize emrediyor.”
“Eğer dinimize yemin etmemiş olsaydık belki dediğin mümkün olurdu. Hâlbuki şimdi buna hakkımız yok, onun için imkânsız.”
“Niçin imkânsız? Niçin hakkımız yok? Benim iki genç oğlum var ki henüz harbe girmediler, sen bana imkânsız diyorsun, demek Zaporoglar artık kavga etmeyecekler.”
“Söylediğim gibi.”
“O hâlde senin fikrince kuvvetlerimizi tembellikle tüketelim, Kazaklar iyi bir iş görmeden köpekler gibi gebersinler, vatan ve Hristiyanlık onların cesaretinden istifade etmesin! O hâlde niçin yaşamalı! Vay canına, şunu bana izah et, sen boş yere koşevoi intihap edilmedin, zekisin, niçin yaşadığınızı bana izah et.”
Koşevoi bu suale cevap vermeye
21
Meftun: Tutkun, gönül vermiş, vurulmuş. (e.n.)
22
Kuren: Bölük. (e.n.)
23
Muhtekirlik: Vurgunculuk. (e.n.)
24
Leyli: Yatılı. (e.n.)
25
Havi: İçinde bulunduran, kapsayan. (e.n.)