Kafes. Неизвестный автор
ph>
Sıhhatin önemini hasta olunca takdir ederiz. Hürriyetin önemini de hürriyetler elimizden alınınca. Fakat hürriyet, her an değişen, hep yeni kalan bir meseledir.
Dünya bir kafestir ruhlar için. Doğum ile ölüm arası hayat, mahpusluğumuzdur. Şu kafeste bile ne hürriyetler var vazgeçemeyeceğimiz…
Onu hatırladım. Muhip’i. Çıkmıştır. Onu görmeliyim. Hayatım, bu başkent sokakları, ara sıra gittiğim İstanbul, artık eskisi gibi değil… Bana bir şey vermiyor. Onu bulmalıyım; Muhip’i. Onu konuşturmalıyım. Bir şeyler hatırlamalıyım. Yoksa akıbetim ne olacak? Nereye doğru gidiyorum? Bir adam. Öylesine bir adam olmaya. Evlenecek; çocuk sahibi olacağım. Çünkü çok istiyorum. Hah!..
Tarifsiz bir sıkıntı var içimde. Çözülmüş bir toplumun, tedirginliğe doğru koşan insanlarındanım. İlhan’ın yazdığı yazıya verdiğim cevabı hatırlıyorum. Tedirginlikten nereyedir gidiş? Tunalı Hilmi gençliği başlı başına bir gençlik ekolüdür. Hatta ideolojik bir gruptur. Dünya görüşleri vardır, örgütleri vardır. Örgüt evleri vardır. Benim neyim var? Kimi seveceğim artık, kimin için öleceğim? Neyi koruyacak, hangi düşmana karşı savaşacağım? Artık beni kimse enayi yerine koyamayacak ama yarın da benim gibi binlerce çocuk, tarifsiz bir çukurda çıkış yolları arayacaklar. Çocuklara diyorum ki yere sağlam basın. Hem, bunu da herkes söylüyor artık.
Yine de her zaman vicdanının sesini dinlemeli insan. Yanlış da olsa bir şeyler vermesini bilmek gerek.
Şimdi artık tek bir adam değilim. Şu yürüyen adam benim. Şu otobüs bekleyen, şu seks filminin afişlerine bakan, şu abdest almış, mendiliyle yüzünü kurulayan adam ben. Fuarda emek sergileyen ben. Ben pazarlamacı. Ben emekçi. Ben nakit para sıkıntısı içinde olan bir iş adamı. Eskinin büyük partililerine borcum var. Kira borcum var. Ev sahibi eve durmadan protesto gönderiyor. Oysa ben kitap basacağım. İyi bir faaliyet yapacağım yani. Ama o, bundan anlar mı? Eski arkadaşlarımı üzerime yolluyor. Parasını istiyor. Vereceğiz be patlamadın ya! Biliyorum ki milyarlar hanesine ulaşmıştır. Ona olan borcum iki elli bin lira. Hava parası. Emeğin karşılığı değil yani. Bunu benden istiyor. Oysa ben kitap basacağım; iyi şeyler yapacağım yani. Eve protestolar geliyor. Kitapçı dükkânımı icraya vereceklermiş. Alsınlar. Ne kadar kitabım varsa alsınlar. Zaten bir şey kazandırmıyordu. Ulvi sandığımız, büyük bellediğimiz nice şeylerin, küçücük küçücük şeyler olduğunu gördük. Büyük davanın küçük adamları, şimdi beni küçültüp bir kibrit kutusuna koymayı tasarlıyorlar. Sonra kocaman bir çöp arabasının dişlileri arasına göndermek. Oysa severdim onları; küçüklüklerini bile bile.
Gerdanını şöyle bir kırıp “Ticaret bu şekerim.” dedi. “O iş başka bu iş başka. Bak ben, benim gibi bir adam, malları omzumda taşıyarak bu hâle geldim. Caddede beni tanımasınlar diye yüzümü saklıyordum.”
Ben o kadar meşhur değildim. Yüzümü saklamama gerek yoktu. Saklayacak bir şeyim yoktu. İki ambalaj. İçi kitap dolu. Taksi parası vermemek için bir kilometre yol yürüyorum. Bu insanlar arasından geçmek de ne kadar zor. Müsaade etmiyorlar geçmemize.
“Ahu’nun öyle olduğuna bakmayın. Onların bambaşka bir dünyaları var. Herkesin bizim gibi düşünmesini isteyemeyiz. Vücudunu sergiliyor ama Allah’a senin benim inandığım gibi inanır. Bak şu videodaki Tülay’a Allah diyor kız.”
Hak veriyordum. Herkesin bizim gibi olmasını isteyen ben miyim diye sordum kendime. Yoktu böyle bir şey. Konuşuyordu. Ben, mürşidinden nasihatler dinleyen bir mürit vecdi içindeydim. Ticaret bütün kurallarını öğretiyordu bana. Ne güzel diyordum. Adama bak, iyi ki böyle. Ya benim gibi olsaydı. Yeter artık diyordum gariplerin kitabını yazdığımız. Böyle güçlü, hayatın astarını yırtan; caarttt diye yırtan insanlara ihtiyacımız var. Geniş omuzlu erkeklere ihtiyacımız var. Çok güzel.
Çocukların omuzları hep küçüktü. Küçük elleri vardı. Mideleri ağrıyordu. Yediklerinden de olabilir. Sinirden, üzüntüdendir ekseri. Midem nasıl ağrıyordu. Ne Dank tesir ediyordu artık ne Siligel.Gastro Gutiyi geliyordu ama onu bulmak da mesele. Çocukların mideleri ağrıyordu. Ben diyordum ki günümüzde midesi ağrımayan insan, insan değildir.
Mideniz nasıl ağbi?
Midesi sağlamdı, hafif göbeği de çıkıyordu. Yanakları al aldı. Gerdanı da vardı. Gözleri, çukurlarından az dışarıdaydı. Saçları hafif dökülmüştü. Asalet keliydi. Biraz da sefahat keliydi. Ben kelleri altıya ayırırım:
1.Asalet keli
2.Sefalet keli
3.Nedamet keli
4.Rezalet keli
5.Cehalet keli
6.Sefahat keli
Ben iyi şeyler yapacaktım. İzin verirler mi acaba benim iyi şeyler yapmama. Yoksa bir dairede işe mi girsem? Elimi eteğimi çeksem mi her şeyden? Oysa ben iyi şeyler yapmak istiyorum.
Eski arkadaşlarım, beni hatırlıyorlar. Bazıları canciğerliklerini devam ettiriyorlar. Hatırlıyorum ilk Eylül senelerini. Başı belaya girmemişleri, -selam vermeyeceklerini düşündüğümden- görmezlikten gelirdim. Yoksa onlar beni görmezlikten geleceklerdi. Belki de günahlarına giriyordum. Ama öyle işte… Ya bir de selam vermezlerse bana diye düşünürdüm. İşte ben, bu ihtimali yıkmak için görmezlikten gelirdim. Bilirdim ki sevineceklerdir. Şimdi de benzer bir durum var. Daireler beni işe alıp almamakta tereddüt edeceklerdir. Belki de alırlar. Ama ben almama ihtimaline göre hareket ediyor ve oralara müracaat etmiyorum. Bir iş kuralım desem, bu sefer de, dostları mı üzdüm acaba diye düşünürüm. Kimseyi üzmek istemem oysa. Denileni yaparım vallahi!
Benim sözlerim zor gelir bazılarına. Oysa daha ne sivrilikler vardır bende. Ama hep sözde kalır işte; ne yapayım! Benim cevherimi taşıyanlar yanımda değil; ne yapayım. Yalnızım. Belki de herkes kendini yalnız hissediyordur.
Ben artık eski ben değilim, bunu biliyorum. Ama bendeki bu değişim bir olaya müteallik değil. Kendiliğinden. Bu değişme süreci, gölün merkezine atılan bir taşın oluşturduğu dalgaların, çevreye yayılmasındaki değişiklikten. Merkez benim ve taş benimdir. Dalgalar hareket eder ve çevreye doğru, yayılırlar. Ama su damlacıkları hep aynı kalır. Suyun yapısını kim değiştirir? Gülün dalgaları su miktarına göre büyür ve küçülür. Dalgalar, küçük dalgalar, dağlar misali dalgalar; hep fizik kanunlarına tutsaktır.
Birçok eski simayı değişmiş gördüm. Maskeydi yüzlerine taktıkları. Değişmiş olmak için değişmişlerdi. Onlardaki değişikliklerin bazısı güzeldi bazısı çirkindi. Kimi korkuyordu kimi düzenli bir hayat istiyordu. Belki de haklıydılar. Kimi abes buluyordu böyle şeyleri. Onlar daha çok haklıydı. Bir şeyi abes bulmak bir düşüncenin, bir düşünme gayretinin, düşünme sürecinin ürünüdür çünkü. Kimi eskiye kızıyordu. Fikir yahut düşünce çilesi yoktu da, eski adamlara kızıyorlardı. O yerlerde kendilerinin olmasını istiyorlardı belki. Onlar çok az haklıdırlar. Yani haksız yoktu galiba, herkes kendince haklıydı. Ben sadece düşünme eylemini yapıyorum. Okuyorum. Bazen geziyorum sokaklarda. İnsanlarıma bakıyorum. Vitrinim yok, pasaj altındayım, pasajın dışı vitrinim; bütün bir şehir yani. Bütün insanlar mankenlerim.
Mankenlerden bazılarını, çeker bayıltır, onların elbisesini değiştirir, üzerime giyerim. Mankenlerden biri olurum.
Annem evlenmemi ister. Ben de istemiyor değilim. Ben sevmeye çabuk alışırım. Kimi olsa severim. Bu benim için çok kolay. Başta artistik sevmedir benimki. Ama sonra insani olur ve acı çekerim hep. Böyle oldu benimki. Kızı vermediler. Çok istesem kaçırırdım. Benim işler hep teoride kalıyor. Gel dedim gelmedi. Annem, babam, ablam filan dedi. Sonra babası rahmetli oldu. Annem, ablam dedi. Beni seviyor biliyorum. Ben de onu… Ama ben işsiz güçsüz bir adamım. Böyle bir durum söz konusu. Ben tutuklu yatmış bir adamım; tabii bu da söz konusu.
Annem “Kız mı yok.” diyor. Haklı. Bir sürü kız var. Ben onlara bakıyorum. Bir şeyler bulmak istiyorum. Yok. Sonra biri çıktı. Onunla evlenmeliyim. Ama o benim gibi değil ki. Onun tavırları çok ağır, çok hanım. Ben hercai bir adamım. Hem benim hakkımda ne düşünüyor? Sonra benim ideallerim? Hep korktum evlilikten. Ben severek evlenmeliyim. Sanki insan sevdiğiyle evlenemezmiş gibi bir his var içimde. Sevmekten korkuyorum demeliyim. Seversem gider elimden ve ben yine acı çekerim. O da çekebilir. Anlaşmalı bir evlilik kurmalıyız.
Birden