Monte Kristo Kontu. Александр Дюма
bir his teline dokundu. O da evlenmek üzere idi ve kendisi gibi en büyük saadete erişmek üzere olan bir kimsenin neşesini allak bullak etmek üzere çağırılmıştı. Bu felsefi mukayese Mösyö de Saint Méran’nun salonunda iyi bir hava yaratacak,diye düşündü ve orada yapacağı küçük konuşmanın ana hatlarını hazırladı. Sonra tekrar Dantés’ye dönerek sordu: “Zorbaların hizmetinde bulundun mu hiç?”
“Deniz eri olarak sevk edileceğim sırada Napolyon düştü.”
“Radikal siyasi fikirlerin olduğunu söylediler bana.”
Kimse Villefort’ya böyle bir şey söylememişti fakat sorularını doğrudan doğruya itham edecek şekilde sormak için bir şüphesi olmadığından böyle yapıyordu.
Dantés, “Siyasi fikirlerim mi efendim?” dedi. “Utanarak söyleyeyim ki fikir denecek hiçbir inanışım olmamıştır. Az önce de söylediğim gibi daha yirmi yaşındayım ve çok şey bildiğim söylenemez. Hayatta önemli ve ümit ettiğim mevkiye geçersem elde edeceğim her şeyi Mösyö Morrel’e borçlu olacağım. Bütün düşündüklerim şunlardır: Babamı çok severim. Mösyö Morrel’e çok hürmetim vardır, Mercédés’e de âşığım. Size söyleyebileceğim bunlardan ibaret efendim. Görüyorsunuz ki onlar da pek ilgi çekici değil.”
Villefort dikkatle Dantés’ye bakıyordu. Delikanlı o kadar saf ve samimi, kendisi de dâhil olmak üzere herkese karşı öyle sevgi dolu idi ki Villefort’da onun her sözünün doğru olduğu kanaati uyandı.
“Hiç düşmanın var mı?” diye sordu.
“Düşman mı? Ben düşmanı olacak kadar önemli bir kimse değilim ki! Belki çabuk kızan bir yaradılıştayım ama emrimde olanlara karşı tutumumda daima kendime hâkim olmaya çalışmışımdır. Emrimde on iki gemici vardır efendim. Beni onlara sorun. Hepsi de çok sevdiklerini ve saydıklarını söyleyeceklerdir.”
“Eğer düşmanın yoksa seni kıskanan kimseler olabilir. Yirmi yaşında kaptan olacaksın. Seni seven güzel bir kızla evleneceksin ki az erişilir bir nimet değildir bu. Bu iki hadiseden biri bazı kimselerin kıskançlıklarını uyandırmış olabilir.”
“Hakkınız var efendim. İnsanları muhakkak ki benden çok iyi tanıyorsunuz fakat eğer bu kıskanç kimseler benim arkadaşlarımın arasında ise onların kimler olduğunu öğrenmek istemem çünkü bu sefer onlardan nefret etmeye mecbur olacağım.”
“Bu şekilde düşünmek doğru değil. Etrafımızda olup bitenleri mümkün olduğu kadar bilmeye çalışmamız lazım. Öyle eşi az bulunur genç bir adamsın ki seni buraya getiren ihbar mektubunu göstererek durumunu anlaman hususunda sana yardımcı olacağım. İşte… Bu el yazısını tanıyor musun?”
Dantés mektubu okudu. Yüzünden karanlık bir bulut geçti.
“Hayır efendim.” dedi. “Bu el yazısını tanımıyorum, iftira ediyor ama durum oldukça açık. Şansım varmış.”
Minnetle Villefort’ya bakarak ilave etti: “Tesadüf karşıma sizin gibi bir kimseyi çıkardığı için şansım varmış. Bu gerçek bir düşmanın işi.”
Bu sözleri söylerken genç adamın gözlerinde çakan şimşekler, Villefort’ya, kendisine ilk anda çok tesir etmiş olan o sakin görünüşün altında çok korkunç bir enerjinin saklı durduğunu göstermeye yetti.
“Şimdi bana bütün açık kalpliliğinle -hâkim karşısındaki bir suçlu gibi değil- bir insanın, kendi durumu ile çok yakından ilgilenen başka bir insana açıldığı gibi cevap ver. Bu imzasız ihbar mektubunda doğru olan ne var?”
Tiksinti duyuyormuş gibi bir yüz ifadesi ile mektubu masanın üstüne bıraktı.
“Gemicilik şerefim, Mercédés’e olan aşkım ve babamın üzerine yemin ederim ki size her şeyi olduğu gibi söyleyeceğim efendim. Napoli’den hareket ettikten sonra Kaptan Leclére, beyin hummasına tutuldu. Öleceğini anlayınca beni yanına çağırdı ve ‘Oğlum Dantés, senden istediklerimi yapacağına namusun üzerine söz ver, çok mühimdir!’ dedi. ‘Söz veriyorum kaptan.’ dedim. ‘İkinci kaptan olduğun için ben öldükten sonra geminin kumandasını sen alacaksın. Rotayı Elba Adası’na çevir. Portoferraio’da karaya çık. Mareşali bul ve bu paketi kendisine ver. Belki onlar da sana bir mektup verirler yahut senden başka bir vazife isterler. Bu vazife bana verilecekti. Şimdi sen yapacaksın ve yapacağın bu işin bütün şerefi sana ait olacak.’ diye cevap verdi. ‘Yaparım kaptan.’ dedim. ‘Fakat mareşali görmek sizin dediğiniz kadar kolay olmasa gerek’. Bunun üzerine kaptan bana bir yüzük verdi. ‘Bu yüzük bütün güçlükleri ortadan kaldırır.’ dedi. İki saat sonra kendinden geçerek sayıklamaya başladı. Ertesi gün de öldü.”
“Sonra sen ne yaptın?”
“Benim yerimde olan herhangi bir kimsenin yapacağı şeyi yaptım. Ölmek üzere olan bir kimsenin arzusu mukaddestir fakat bir denizci için üstünün arzusu, muhakkak yapılması gereken bir emirdir. Ertesi gün Elba Adası’na geldik. Ben yalnız başıma karaya çıktım. Tahmin etmiş olduğum gibi mareşali görmek ilk ağızda pek kolay olmadı. O zaman kendisine yüzüğü gönderdim. Bütün kapılar açıldı. Mareşal bana Paris’e götürülmek üzere bir mektup verdi. Mektubu benim götürmemi istedi. Kaptanın vasiyeti de bu şekilde olduğu için mektubu götüreceğime dair mareşala söz verdim. Marsilya’ya gelince gemideki bütün formaliteleri çabucak tamamlayarak karaya çıktım. Nişanlımı görmeye gittim. Onu her zamankinden daha güzel ve daha cana yakın buldum. Netice itibarıyla efendim, yarın Paris’e gitmek üzere kendi düğün soframda oturuyordum ki sizin de benim kadar tiksindiğinizi gördüğüm bu ihbar mektubu yüzünden tutuklandım.”
“Bana doğruyu söylediğinden eminim. Eğer suçlu isen sırf tedbirsizliğin yüzünden suçlusun. Seni bu tedbirsizliğe yönelten de kaptanın olmuştur. Elba Adası’nda aldığın mektubu bana ver, çağırıldığın zaman geleceğin hususunda şerefin üzerine yemin et ve dostlarının yanına git.”
Sevinçten deliye dönen Dantés “Beni serbest mi bırakıyorsunuz efendim?” diye sordu.
“Evet fakat mektubu ver.”
“Mektup sizde olmalı efendim. Bütün kâğıtlarımla beraber onu da aldılar.”
Şapkasını ve eldivenlerini alan Villefort, “Bir dakika!” dedi. “Kime hitaben yazılmıştı mektup?”
“Mösyö Noirtier’ye. Rue Coq Héron. Paris.”
Eğer bir yıldırım olsaydı, bundan daha ani yahut daha habersiz bir şekilde Villefort’ya çarpamazdı. Dantés’den alınmış kâğıtlara uzanmak üzere kalktığı sandalyesine çöktü. Kâğıtların arasından söz konusu olan zarfı aldı. Gittikçe rengi sararak anlatılmasına imkân olmayan bir korku ile zarfın üstündeki adresi mırıldandı: “Mösyö Noirtier, 13 Rue Coq Héron…”
“Evet efendim… Onu tanıyor musunuz?”
Villefort şiddetle “Hayır!” dedi. “Kralın sadık bir hizmetkârı fesatçıları tanımaz!”
Serbest olduğuna inandıktan sonra şimdi ilk geldiğinden daha çok korkmaya başlamış olan Dantés “Mektup bir fesatlıkla mı ilgili efendim?” diye sordu. “Fakat size daha önce de söylediğim gibi içinde yazılanlardan hiç haberim yok.”
Villefort, “Evet.” diye mırıldandı. “Fakat kime gönderildiğini biliyorsun.”
“Mektubu sahibine verebilmek için bilmeye mecburdum.”
Villefort mektubu okuyarak sordu: “Hiç kimseye gösterdin mi bu mektubu?”
“Hayır efendim. Yemin ederim!”
“Mösyö Noirtier’ye, Elba Adası’ndan