Kazaklar. Лев Толстой
itaatle yükümlü olsa da bütün Doğu kavimlerinde olduğu gibi, gerçekte, Batı kadınlarına oranla daha büyük bir nüfuza ve aile hayatında daha yüksek bir otoriteye sahiptir. Sosyetik hayattan uzak olması ve erkeklerin yapacağı zor işlere alışması da kendisine, o derece önemli bir yer kazandırır. Başkalarının yanında, bırakın iyi davranmayı, kötü davranmamayı bile bir şerefsizlik ve haysiyetsizlik sayan Kazak, baş başa kaldıklarında kadının üstünlüğünü tanımaktan kendini alıkoyamaz. Ev işleri, eşyanın bakımı ve ekim işlerinin düzene konması, kadının gayret ve çalışmasına bakar. Bir Kazak, çalışmanın yakışıksız bir şey olduğuna ve çalışmayı Nogay işçisi ile kadına bırakmanın doğruluğuna istediği kadar kendini inandırsın, pekâlâ farkındadır ki kullandığı ve benim dediği bütün bu eşyalar o çalışmaların ürünüdür ve bunlardan kendini yoksun bırakmak, kölesi gibi davrandığı -ana veya karı- o kadının elindedir. Ayrıca, başardığı o erkek işleri bu ülkenin kadınlarına, kendilerine göre bağımsız bir erkeklik vermiş, vücutlarını göze çarpacak derecede geliştirip sağlamlaştırmış, güçlerini arttırmış, onları dayanıklı ve doğru düşünceli yapmıştır. Bunların çoğu, erkeklerden daha dinç, daha zeki, daha bilgili ve güzeldirler. Güzellikleri, halis Çerkez tipi ile Kuzey kadının güçlü ve zengin mizacının birleşmesinden meydana gelmiş dikkate değer bir özellik gösterir. Kazak kadınlarının kıyafeti; Çerkez kostümü, Tatar bluzu, Kazak ayakkabısından oluşur. Ama Rus kadınlarının modasına göre başlarına bir mendil bağlarlar. Temizlik, şıklık, giyim kuşama önem verme, kulübelerini süsleyip bezemek, Kazak kadınları için bir alışkanlık ve hayat ihtiyacı hâline gelmiştir. Erkeklerle ilişkilerinde kadınlar ve özellikle genç kızlar çok serbesttirler.
Kazak sokakları her zaman tenhadır. Yazın, özellikle tatil günleri dışında, Kazak erkeği ya kordon boyu nöbetindedir ya da askerî bir göreve gitmiştir. Yaşlıları da ya balık avındadır ya da kadınlarla birlikte bağlarda, yemiş bahçelerinde çalışmaktadırlar. Evde kalanlar, ancak pek ihtiyarlar, hastalar ve çocuklardır.
V
Kafkasya’ya özgü o eşsiz akşamlardan biriydi. Güneş dağların ardına çekilmiş olmakla birlikte ortalık hâlâ aydınlıktı. Karlı tepelerin mat beyazlığı, göğün alaca karanlığı içinde daha da belli oluyor, gözü alıyordu. Hava sakin, hafif ve tınlayıcıydı. Dağların, birkaç fersah uzunluğundaki gölgeleri, stepte boylu boyunca uzanıyordu. Nehrin öte yanında, ovada, yol boyunca bozkırdı her taraf. Arada sırada, uzaktan atlılar görünür. Kordondan dönmekte olan bu Kazak süvarilerini kulübelerinden merak ve kuşkuyla seyreden Çeçenler, bu şüpheli adamların ne olabileceğini anlamaya çalışırlar. Akşam olunca herkes birbirinden korktuğundan el ayak çekilir, insanlar evlerine kapanır ve ortalığın bu tenhalığında serbestçe kolaçan eden kurtlar, kuşlar ve yabani hayvanlardan başka canlı yaratık görülmez. Yemiş bahçelerinde kamçı örmekle uğraşan Kazak kadınları, tatlı sohbetlerini bırakarak daha güneş batmadan dönerler. Her yanda olduğu gibi bahçelerde de kimsecikler kalmaz. Ama özellikle köyün toplantı yeri günün her saatinde canlıdır. Oraya, atlı veya gıcırdayan arabalarla her yandan gelenler olur. Belleri birer kemerle sıkılmış kızlar, ellerinde ince birer değnek, şakrak cıvıltılarla kapı önlerinde davarları karşılarlar. Davarlar, stepte yüklendikleri sivrisineklerle, toz toprağa bulanmış olarak toplu bir hâlde gelirler. Karınları iyice doymuş olan ineklerle dombaylar, yol boyunca yayılır ve açık renkli parlak entarileriyle kadınlar sürüye katılırlar. Kadınların ince sesleri, şen kahkahaları ve keskin çığlıkları arasında, hayvanların böğürmeleri duyulur. Cephe gerisine alınmış silahlı bir Kazak, kulübesine yaklaşır ve pencereye eğilip iki üç kere vurur. Genç ve güzel bir baş görünüverir ve aralarında tatlı sözler, tatlı gülümsemeler geçer. Elmacık kemikleri çıkık ırgat takımından biri, bir Nogay, stepten getirdiği kamış yüklü arabasını subayın pek temiz tutulan geniş avlusunda gıcırtılar yaparak çevirir; sabırsızlanan öküzlerin boyunduruğunu çıkarırken efendisiyle Tatarca konuşurlar biraz. Yolun hemen her yanını kaplamış bir bataklık ki, yıllardan beri, kenardaki kazıklarla yapılmış sete sürünmeden geçmek için nice zorluk çekilir, çıplak ayaklı bir Kazak kadını beyaz bacaklarını örten eteklerini kaldırmış, sırtındaki çalı demetiyle geçmektedir oradan. Evine gitmekte olan bir avcı, uzaktan kadını gördüğünde şakalaşır ve nişan alarak “Az daha kaldır, utanmaz!” diye seslenir. Kadın eteklerini indirirken çalı demetini yere düşürür. Paçaları sıvalı bir ihtiyar, kıllı göğsü meydanda, balık avından dönmektedir; ağın içinde gümüş gibi parlayan ringalar oynaşıyor hâlâ. Kestirme olsun diye komşusunun yıkık duvarından aşıp orada asılı duran yün yeleğini alıyor. Bir köylü kadın, kuru bir ağaç dalını peşine takmış sürüklüyor, bir yandan da balta sesleri geliyor. Yol boyunca çocuklar, nerede bir düzlük bulurlarsa orada şakrak çığlıklarla topaçlarını çeviriyorlar; kadınlar setin etrafından dolaşmaktansa üstünden atlamanın kolayına bakıyorlar. Tütmekte olan ocaklardan, odun yerine kullanılan sıkıştırılmış tezek kokuları geliyor. Her avluda, gecenin dinlendirici havasını yansıtan bir hazırlık var. Kadınlar, burada böyle vakit geçirirken işe yarayacak erkekler, ötede, kordon boyunca nöbetleşe pusu kurmuş bekliyor ve şüpheli birinin sınıra yaklaştığını görür görmez dangadak vuruyorlar.
Ertesi gün, bir Kafkas piyade alayına bağlı iki bölük asker Novomlenskaya’ya gelip yerleşmişti. Hayvanları alınmış arabalar meydanda duruyor. Aşçı takımı, kazanları koyacakları hendekleri kazmış, odunları taşımış, bulgur çorbası pişen kazanları yerleştirmişti. Çavuşlar erleri çalıştırıyor, seyisler, beygirleri bağlamak için yere kazık çakıyorlardı. Konakçı subaylar, sanki kendi evlerindeymişler gibi, yollarda, sokaklarda dolaşarak subay ve erlere yatacakları yerleri gösteriyorlar. Şurada yeşile boyalı cephane sandıkları, orada taşıt arabaları, koşumlar; daha ötede, aşçıların kazanları, bakır takımları…
Yüzbaşı, teğmen ve Subay Vekili Onisim Mihayloviç oradaydılar. Bütün bu adamların, ağırlıklarıyla birlikte, stanitsa adı verilen bu Kazak yurdunda yerleşmek emri aldıkları anlaşılıyordu. Bu iki bölük asker, bundan dolayı, kendilerini kendi evlerinde sayıyorlardı. Ama buraya neden gelmişlerdi? Bu Kazaklar ne biçim adamlardı? Evlerine askerlerin gelip yerleşmesinden hoşnut muydular?.. Düşünen yoktu bunu. Askerler, toz toprak içinde, yorgun argın, “rahat” emri alır almaz, tıpkı yeni bir kovan arayan arı sürüsü gibi, meydanlara, sokaklara karman çorman dağılmışlardı. Yerli halkın surat asmasına metelik vermediklerini gösteren bir kesinlikle silahlarını şakırdatıp, aralarında neşeli kahkahalarla konuşa güle, kulübelere ikişer üçer dalıyorlar, çantalarını yere bırakıp kadınlarla şakalaşmaya koyuluyorlardı.
Bulgur çorbasının piştiği yer, erlerin, çevresinde dolandıkları en sevgili yerdir. Kalabalık bir piyade topluluğu, oracıkta, ağızlarında pipoları kâh kazanlardan usul usul çıkıp yükseklerde beyaz bir bulut hâlinde yayılan dumanları gözleriyle izliyor kâh ordugâhta yakılan ve alevleri berrak havada bir cam parıltısıyla titreyen ateşleri seyre dalıyor kâh da âdetleri hiç de Ruslarınkine benzemeyen kadınlı erkekli yerli halkın gelenek ve göreneklerine gülüp işi alaya döküyorlardı.
Avlular hep askerle dolu. Bir yandan onların gülüşmeleri, bir yandan da evlerini onlara karşı koruyan, su, kap kacak vermek istemeyen kadınların keskin ve öfkeli çığlıkları duyuluyor. Aralarına sokulan kızlı oğlanlı çocuklar, hiç görmedikleri bu askerlerin neler yaptıklarına şaşkın ve korkulu bakıyor ve uzun mesafelere kadar gözleri onlara takılıp kalıyor. Yaşlı adamlar kulübelerden çıkıp üzüntülü ve sessiz, evlerinin içine bakan toprak setlere oturuyor, bütün bu hareketleri, sabır ve tevekkül içinde gözetliyor ve bu gidişle daha neler olacağını hiç düşünmek istemiyorlardı.
Üç