Küçük Prens Türkçe-Osmanlıca-İngilizce-Fransızca. Антуан де Сент-Экзюпери
da yaklaştı ve adam birden gözlerini açıp ona baktı. Bakışları sıcacıktı ve o an Semyon adama ısınmıştı. Elindeki çizmeleri yere bıraktı ve kuşağını çözüp çizmelerin üzerine koydu. Sonra da kaftanını çıkardı.
“Hiç konuşma!” dedi. “Giy şu kaftanı üzerine! Haydi!” Sem-yon adamın kolundan tutup kalkmasına yardım etti. Adam ayağa kalktı. Semyon, ince yapılı ve tertemiz görünen adamın yüzüne baktı; sevimliydi. Elleri ve ayakları da biçimliydi. Kaftanı adamın omuzlarına koydu ancak o, giymeyi beceremedi. Semyon adamın kollarını kaftana geçirmesine yardımcı oldu, güzelce tüm bedenini sarmasını sağladı ve kuşağı da alıp sıkıca beline bağladı.
Eskimiş şapkasını da adama vermek için çıkardı ancak kendi başı çok üşüyünce, “Benim başım kel, onun ise kıvır kıvır saçları var.” diye düşünerek şapkayı tekrar kendi başına taktı. “Çizmeleri ona giydirsem daha iyi.”
Adamı oturttu ve çizmeleri giymesine yardım etti.
Yardım ederken şunları söylüyordu kunduracı:
“İşte oldu kardeş, şimdi biraz hareket edip ısınabilirsin. Geri kalan sorunlar sonra çözülür. Yürüyebilecek misin?”
Adam ayağa kalktı, minnettarlıkla Seymon’a baktı ama bir şey söylemedi.
“Neden bir şey söylemiyorsun? Burası çok soğuk. Eve gitmemiz gerek. Benim şu sopamı al bakalım. Kendini güçsüz hissedecek olursan, bundan destek alırsın. Hadi bakalım yürü!”
Adam yürümeye başladı. Kolaylıkla ilerliyor, geride kalmıyordu.
Yürürken Semyon adama sordu:
“Nereden geliyorsun?”
“Buralardan değilim.”
“Ben de öyle düşünmüştüm. Buralardan olsan tanırdım çünkü. Bu kiliseye nasıl düştün onu soruyorum.”
“Bunu söyleyemem.”
“Birileri sana kötülük etti sanırım.”
“Kimse bana kötülük etmedi. Beni Tanrı cezalandırdı.”
“Elbette her şey Tanrı’dan gelir. Yine de bir şekilde barınacak bir yer bulmalısın. Nereye gitmek istiyorsun?”
“Benim için fark etmez.”
Semyon şaşırmıştı. Adam serseri biri değildi, konuşması da gayet düzgündü, kibardı ama kendisiyle ilgili hiçbir bilgi vermiyordu. “Kim bilir neler yaşadı?” diye geçirdi içinden Semyon ve adama şöyle dedi:
“O zaman benim eve gel, en azından biraz ısınırsın.”
Semyon yürüyor, adam da geride kalmıyor, yanından gidiyordu. Rüzgâr şiddetlenmişti ve Semyon soğuğun gömleğinin içinden işlediğini hissediyordu, içkinin etkisi geçmiş, üşümeye başlamıştı. Burnunu çekerek yürüyor ve karısının ceketine sıkıca sarılıyordu; “Koyun postuymuş, peh! Koyun postu almak için evden çıktım, hani nerede post! Eve kaftansız dönüyorum, üstelik bir de yanımda çıplak bir adamla.” diye geçirdi içinden. “Matryona bu işe hiç sevinmeyecek!”
Matryona’yı düşündükçe içi sıkılıyordu Semyon’un. Ama yanındaki yabancıya bakıp, onun kilisedeki bakışını hatırlayınca içine bir huzur doldu o an.
III
Semyon’un karısı o gün işlerini erkenden bitirmişti. Odunları kırmış, su taşımış, tavukları yemlemiş, kendi de yemeğini yemiş, oturmuş düşünüyordu:
“Ne zaman ekmek yapsam: Şimdi mi yarın mı?”
Hâlâ koca bir parça ekmekleri vardı.
“Semyon orada yemek yediyse akşama fazla yemez, ekmek böylece sabaha da kalır.” dedi içinden.
Ekmeği alıp elinde tarttı ve “Bugün daha ekmek yapmayayım. Bir ekmeklik un var zaten. Cuma gününe kadar idare etmeliyiz.” diye düşündü.
Ekmeği dolaba kaldırdı ve Semyon’un gömleğini yamamak için masanın başına oturdu. Yamayı yaparken bir yandan da kocasının palto için nasıl bir post getireceğini düşünüyordu.
“Satıcı onu kazıklamasa bari. Benim saf adamım iyi niyetlidir. Kimseyi kandırmak aklına gelmez ama bir çocuk onu hemen dolandırabilir. Sekiz ruble çok para, bu paraya iyi bir palto alınır. Yün postundan olmasa da olur, sağlam bir palto olsun yeter. Geçen kış soğuktan donduk! Ne dereye kadar gidebildim ne de başka bir yere. Semyon dışarı çıkarken her şeyimi giyiyor, bana bir şey bırakmıyor. Sabah pek erken çıkmadı ama bu saate kadar gelmiş olması gerekirdi. İçkiye kaptırmış olmasa keşke kendini benim adam?”
O bunları düşünürken, sundurmanın basamaklarının gıcırdadığını duydu ve içeri birileri girdi. Matryona iğneyi kumaşa batırdı ve verandaya çıktı. İki kişinin geldiğini gördü: Semyon ile şapkasız, keçe çizmeli bir adam.
Matryona kocasından gelen içki kokusunu hemen aldı. “Al işte, belliydi içtiği!” diye geçirdi içinden. Bir de üzerinde kaftan değil de sadece ceket olduğunu, oracıkta sessiz, utangaç ve elleri bomboş durduğunu görünce tüm umutları yıkıldı. “Bütün parayı belli ki bu adamla içkiye yatırdı, âlem yaptılar ki adamı da alıp gelmiş.”
Matryona içeri girmelerine izin verdi, kendi de geçti, genç ve zayıf yabancının üzerinde kocasının kaftanını gördü. Kaftanın altında bir gömlek yoktu, kafasında da şapkası. Öylece hareketsiz, donakalmış, bakışlarını yere dikmiş, konuşmadan duruyordu. “Korktuğuna göre içi kötü biri.” diye düşündü Matryona. Kaşları çatık, ne yapacaklarını bekler vaziyette sobanın yanında durdu.
Semyon şapkasını çıkarıp bir şey olmamış gibi sedire oturdu.
“Eh haydi Matryona! Akşam yemeğini hazırla da yiyelim birlikte.”
Kendi kendine homurdanan Matryona, sobanın yanından kımıldamadı, bir kocasına baktı bir de adama ve başını iki yana sallayıp durdu. Semyon karısının sinirlendiğini anlamıştı ama görmezden geldi, yabancının kolundan tutup onu masaya doğru çekti.
“Otur.” dedi. “Yemek yiyelim.”
Yabancı sedire oturdu.
“Bir şeyler pişirmedin mi?” diye sordu Semyon karısına. Matryona iyice sinirlendi.
“Pişirdim ama senin için değil. Anlaşılan içki aklını başından almış. Koyun postu almaya diye çıkıp, kaftansız dönüyorsun, üstelik yanında da çıplak bir berduşla geri geliyorsun. Benim böyle sarhoşlara verecek yemeğim yok!”
“Sus Matryona, bilip bilmeden dırdır ediyorsun! Bir sor bakalım kimmiş bu adam…”
“Sen parayı ne yaptığını söyle önce.”
Semyon ceketinin cebinden kâğıt parçaları çıkartıp düzeltti.
“Al para işte, Trifonov’dan alamadım ama yakında ödeyeceğine söz verdi.”
Matryona daha da gerilmişti. Kocası post falan almamış, ellerindeki tek kaftanı çıplak bir herife giydirmiş, onu da arkasına takıp eve getirmişti.
Paraları saklamak için masadan alan Matryona, giderken söylenmeye devam ediyordu:
“Yemeğim falan yok. Tüm çıplak sarhoşları doyuracak değiliz ya!”
“Eh be Matryona, şu dilini tut biraz. Ne söylüyor evvela dinle bakalım.”
“Yeterince akıl aldım ben aptal sarhoşlardan! Sen gibi bir sarhoşla evlenmeyi istememekte çok haklıydım. Anacığımdan yadigâr keten kumaşı bile gidip içkiye yatırdın sen. Onunla