Küçük Prens Türkçe-Osmanlıca-İngilizce-Fransızca. Антуан де Сент-Экзюпери
bir yüzü vardı, dev gibi bir cüssesi, boğanınki kadar kalın bir boynu ve de çelik gibi de sağlam bakışları vardı.
Beyefendi üfleye püfleye kürkünü çıkardı ve sedire oturdu:
“Hanginiz çizme ustası?” diye sordu.
“Benim efendim.” dedi Semyon öne çıkarak.
Beyefendi uşağına seslendi:
“Hey Fedka, deriyi getir!
Uşak bir kutuyla birlikte koşarak içeri girdi. Beyefendi kutuyu alıp masanın üzerine bıraktı.
“Aç!” dedi.
Uşak kutuyu açtı. Beyefendi kutudan çıkan deri parçasını gösterdi:
“Bana bak kunduracı, şu deriyi görüyor musun?”
“Görüyorum ekselansları.” dedi Semyon.
“Peki bunun nasıl bir deri olduğunu biliyor musun?”
Semyon deriye dokundu:
“İyi bir deri ekselansları.” dedi.
“Elbette iyi olacak seni aptal! Böyle bir malı ömründe gördün mü acaba? Almanya’dan getirttim ve yirmi ruble ödedim.”
Semyon korkmuştu.
“Tabii ekselansları, biz nereden görelim böyle bir deriyi.” dedi.
“Aynen öyle. Bu deri parçasından benim ayağıma uygun bir çizme dikebilir misin?”
“Evet majesteleri, dikebilirim.”
Beyefendi bağırdı:
“Demek ‘yapabilirsin’ öyle mi? Nasıl bir deriden kime çizme dikeceğinin farkında mısın sen? Bana öyle bir çizme dikeceksin ki bir yıl boyunca dikişleri atmayacak ve şekli bozulmayacak. Bu çok iyi bir deri, bak! Ziyan edemem, bilesin! Yapabileceksen ihtiyacın olanı kes al, yapamayacaksan da açıkça bana söyle. Seni şimdiden uyarıyorum. Çizmeler, bir yıl içinde yıpranır ya da dikişleri atarsa seni hapse attırırım, haberin olsun! Ama bir yıl boyunca çatlayıp yırtılmazsa o zaman sana emeğin için on ruble öderim.”
Semyon korkmuştu, ne söyleyeceğini bilemedi. Mihail’e baktı ve onu dirseğiyle dürtüp “Ne diyorsun, alalım mı işi?” diye fısıltıyla sordu.
Mihail “Evet, alın.” anlamında başını salladı.
Semyon, Mihail’in dediğini yaptı ve bir yıl boyunca şekli bozulmayacak ve dikişleri atmayacak bir çizme yapma işine girişmiş oldu.
Beyefendi uşağına seslendi, ayaklarındaki çizmeleri çekmesini emrederek sol ayağını uzattı:
“Al bakalım ölçünü!”
Semyon kırk üç santimetrelik bir parça kesti kâğıttan ve dizlerinin üzerine eğildi. Majestelerinin çoraplarını kirletmemek için ellerini önlüğüne sildi ve ölçüyü almaya başladı. Tabanını ve ayağın üst kısmını ölçtü. Sonra da baldırlarının etrafını ölçmeye yeltendi ama kâğıt yetmedi. Adamın baldırları bir kalas kadar kalındı.
“Bak sakın baldırıma dar falan gelmesin.”
Semyon başka bir kâğıt parçası daha keserken, beyefendi kulübenin içine göz gezdirmeye başladı, bu sırada çorabının içindeki parmaklarını oynatıyordu. Mihail’i fark etti.
“Bu da kim? Senin çırak mı?” diye sordu.
“Bu benim ustam.” dedi Semyon. “Çizmeleri o dikecek.”
Beyefendi, “Unutma!” dedi Mihail’e dönerek. “Bir yıl boyunca bir şey olmayacak bir çizme dikeceksin.”
Semyon da Mihail’e baktı. Mihail, beyefendiye bakmıyordu bile. Onun arkasındaki köşede sanki biri varmış gibi dikkatle oraya bakıyordu… Mihail oraya baktı, baktı ve sonra gülümsemeye başladı. Yüzü aydınlanmıştı bir anda.
“Ne sırıtıyorsun sen aptal!” diye kükredi adam. “Çizmeleri zamanında hazır etmeyi aklına soksan iyi edersin.”
“Tam vaktinde hazır olacak, merak etmeyin.” dedi Mihail.
“Ona göre!” dedi beyefendi ve çizmelerini, kürkünü giydi, önünü yavaş yavaş ilikledi, kapıya doğru yürüdü. Ama eğilmeyi unuttuğu için kafasını kapının pervazına çarptı. Küfürler savurarak kafasını ovdu. Sonra da arabasına binip gitti.
Adam gider gitmez, Semyon “Adama bak! Balyozla vursan devrilmez, baksana pervaz çıktı adama bişeycik olmadı.” dedi.
Matryona atıldı:
“Onun gibi yaşasaydın sen de aynen böyle sağlam olurdun Semyon! Ölüm bile böyle bir kayaya çarpmaz.”
VII
“İşi aldık almasına ama başımızı bir derde sokmasak bari. Deri çok kıymetli, majesteleri çok sinirli. Bir hata yapmamalıyız. Gel haydi, senin gözlerin daha keskin, elin de benden daha çabuk, al şu kâğıdı da deriyi bu ölçüye göre kesiver, ben de dikişlerini hallederim.” dedi Semyon Mihail’e.
Mihail söyleneni yaptı. Deriyi alıp masanın üzerine yaydı. İkiye katladı ve bıçakla kesmeye başladı. Matryona gelip deriyi kesişini izledi. Nasıl yaptığını izlerken şaşkına döndü. Matryona çizme yapılırken derinin kesilişini çok izlemişti; Mihail’in ise deriyi çizmeye göre kesmediğini fark etti çünkü yuvarlak kesiyordu.
Bir şeyler söyleyecekti ki kendi kendine, “Belki de majestelerinin çizmelerinin özel bir durumu vardır, nasıl olması gerektiğini bilmiyorumdur, en iyisi karışmayayım.” dedi.
Mihail deriyi kestikten sonra ipi alıp dikmeye başladı. Ancak çizme dikerken yaptıkları gibi iki ucundan değil, terlik diker gibi tek bir uçtan dikiyordu.
Matryona iyice meraklandı ama yine Mihail’in işine karışmadı. Mihail öğlene kadar hiç durmadan dikti. Semyon yemek için kalktığında etrafına bakındı ve Mihail’in beyefendinin derisinden çizme değil, bir çift terlik diktiğini gördü.
“Ah!” diye iç geçirdi Semyon. “Bir yıldır benim yanımda olan ve bir kez dahi hata yapmayan bu çocuk nasıl olur da böylesine büyük bir hata yapar? Beyefendi bize uzun çizme siparişi verdi. Şeritleri olacaktı ve önü de ayağına göre geniş tutulacaktı. Benim Mihail ise tutmuş sade bir çift terlik yapmış, deriyi de boşa harcamış. Ben majesteye ne söylerim şimdi? Bu deriyi de yerine asla koyamam.” diye aklından geçirip durdu. Sonra da dönüp Mihail’e “Sen ne yaptın benim dostum? Mahvettin beni! Beyefendinin uzun çizme sipariş ettiğini biliyorsun ama bak! Sen ne yapmışsın?” dedi.
Daha Mihail’i azarlamaya henüz başlamıştı ki kapının önünde bazı sesler oldu ve kapıda asılı duran demirden tokmak vuruldu. Birisi gelmişti. Pencereden baktılar, atlı bir adam vardı; atını bağlıyordu. Kapıyı açtılar ve sabah beyefendiyle birlikte gelen uşağı tanıdılar, uşak içeri girdi:
“Selam!”
“Selam.” dedi Semyon da. “Sizin için ne yapabiliriz?”
“Efendinin hanımı beni çizmeler için gönderdi.”
“Çizmeler için mi?”
“Evet çizmeler için! Ancak efendimizin artık çizmelere ihtiyacı yok çünkü öldü.”
“Ne diyorsunuz siz?”
“Sizden çıktıktan sonra eve bile varamadan arabada öldü. Eve gelince kapıyı açtık ki ölmüş, taşıyamadık bile, ağır bir çuval gibi yere devrildi, belli ki arabanın içinde çoktan ölmüştü çünkü kaskatı olmuştu. Hanımı beni buraya yolladı ve ‘Git şu kunduracıya, bıraktığımız deriden artık çizmeye ihtiyaç olmadığını,