Küçük Prens Türkçe-Osmanlıca-İngilizce-Fransızca. Антуан де Сент-Экзюпери
söküldü. Matryona ceketi kapıp üzerine geçirdi ve kapıya doğru koştu. Çıkıp gitmek istiyordu ama kararsızca durdu: Öfkesini yenmeye çalışıyor, her şeyi bırakıp gitmek istiyor ama bir yandan da yabancının kim olduğunu merak ediyordu.
IV
Oracıkta durduğu yerden söylenmeye devam etti:
“İyi bir adam olsaydı böyle çıplak olmazdı, üzerinde gömleği bile yok. İyi, matah bir şeyse madem, haydi söyle bakalım bu züppeyi nereden bulup getirdin?”
“Tamam, bak anlatıyorum sana: Yürüyordum ve kilisenin yanında donmak üzere olan bu adamı gördüm, çırılçıplaktı. Yaz günü değil ki bu adam böyle çıplak gezsin. Beni ona Tanrı gönderdi, yoksa ölürdü. Ne yapsaydım? İnsanların başına neler geliyor! Bu yüzden onu giydirdim ve alıp buraya getirdim. Biraz sakin ol artık. Günahtır, Matryona. Hepimiz bir gün öleceğiz.”
Matryona yine sert sözler söylemek istedi ama yabancıya baktı ve sustu. Adam sedirin kıyısına tünemiş, sessizce oturuyordu. Ellerini dizlerinin üzerine koymuş, başını öne eğmiş, gözlerini kapamış, boğuluyormuş gibi yüzünü buruşturarak kesik kesik nefes alıyordu. Matryona susmuştu. Semyon devam etti:
“Matryona, Tanrı’ya inanmıyor musun sen?”
Matryona bu sözleri işitince durdu, adama baktı ve birdenbire içine bir huzur hissi doğup sakinleşti. Kapıdan içeri doğru geldi ve ocağa gidip yemek çıkardı. Masaya bir bardak koydu ve içine kvas1 doldurdu, tabakları koydu, yemeği getirdi, son ekmek parçasını da çıkarıp çatal ve bıçakları masaya dizdi.
“Haydi koparın ekmeği, yiyin, ne duruyorsunuz?”
Semyon adamı masaya getirdi.
“Sokul bakalım genç adam.” dedi.
Semyon ekmeği kopardı, yemeğin içine doğradı ve yemeye başladılar. Matryona da masanın köşesine oturup, elini çenesinin altına koyup adamı incelemeye koyuldu.
Adama merhamet duymaya başlamış ve içi ona ısınmıştı. Yabancının yüzü bir anda aydınlanmıştı. Artık yüzünü buruşturmuyordu, başını kaldırıp Matryona’ya gülümsedi.
Yemeği bitirdiler; Matryona masayı topladı ve yabancıya sorular sormaya başladı:
“Ee neredensin bakalım genç adam?”
“Buralı değilim.”
“Peki nasıl düştün buralara?”
“Bunu söyleyemem.”
“Kim soydu seni?”
“Beni Tanrı cezalandırdı.”
“Ve sen de böyle çırılçıplak sokakta mı kaldın?”
“Evet, çıplaktım, yatıyordum ve çok üşüyordum. Semyon beni gördü, acıdı ve kaftanını çıkarıp bana verdi, beni buraya getirdi. Siz de yedirip içirdiniz, bana merhamet ettiniz. Tanrı sizi korusun!”
Matryona kalktı, Semyon’un az önce yamadığı gömleğini pencerenin dibinden aldı yabancıya uzattı, bir de pantolon bulup getirdi.
“Al, görüyorum ki gömleğin yok. Bunu ve pantolonu al, giy ve nerede istersen orada yat. Tavan arasına da çıkabilirsin, burada sobanın yanında da yatabilirsin.”
Yabancı kaftanı çıkardı, gömlekle pantolonu giyip tavan arasına çıkıp yattı. Matryona da mumları söndürüp kaftanı aldı ve kocasının yanına yattı.
Kaftanı yettiği kadarıyla üzerine örtmüş ve yatmıştı ama bir türlü uyuyamıyor, yabancıyı aklından çıkaramıyordu.
Son ekmek parçasının da bittiğini, yarın için ekmeklerinin kalmadığını, gömleği ve pantolonu da ona verdiğini hatırladıkça canı sıkılıyordu, ama adamın gülümsemesi aklına gelince yüreği ferahlıyordu.
Uzun süre uyuyamadı Matryona. Semyon’un da uyumadığını, kaftanı üzerine çekiştirmesinden anladı.
“Semyon!”
“Ne var?”
“Son ekmeğimizi yediniz, yenisini yapmak için malzemem de yok. Yarın ne yapacağız bilmem. Çocukların vaftiz annesi Marta’dan mı istesek?”
“Henüz sağız, elbet doyarız.”
Matryona bir süre sesini çıkarmadı.
“İyi bir adama benziyor ama neden hiç kendinden bahsetmiyor?”
“Anlatması imkânsız şeyleri vardır belki.”
“Semyon?”
“Ne var?”
“Hep biz veriyoruz da neden kimse bize vermiyor?”
Semyon ne diyeceğini bilemedi. Sadece, “Konuşmayı keselim artık.” dedi ve arkasını dönüp uyudu.
V
Semyon ertesi sabah uyandığında çocuklar hâlâ uyuyordu, karısı komşulardan ödünç ekmek almak için dışarı çıkmıştı. Yabancı yalnız başına sedirde oturmuştu, üzerinde o eski gömlek ile pantolon vardı, yukarıya bakıyordu. Yüzü dünden daha parlak görünüyordu.
“İşte böyle sevgili dostum: Karın ekmek, sırtın da elbise ister. Para kazanmak, geçinmek lazım. Elinden ne iş gelir senin?” diye konuşmaya başladı Semyon.
“Hiçbir iş bilmem ben.”
Semyon şaşırmıştı. “Hevesin olsun yeter. İnsan her şeyi öğrenebilir.” diye devam etti.
“İnsanlar çalışıyor, ben de çalışırım.”
“Adın ne?”
“Mihail.”
“Peki Mihail, kendinden bahsetmek istemiyorsan bu senin bileceğin iş ama kendi paranı kazanmak zorundasın. Eğer söylediklerimi yapıp çalışırsan sana burada yiyecek ve yatacak yer veririm.”
“Tanrı sizi ödüllendirsin, tabii öğreneceğim. Bana ne yapmam gerektiğini söyleyin yeter.”
Semyon bir iplik alıp parmağına doladı ve bükmeye başladı.
“Zor bir iş değil, bak böyle!”
Mihail onu izledi, hemen ipi parmağına dolayıp ustaca bükmeye başladı.
Daha sonra Semyon ona ipi ısıtarak nasıl mumlayacağını gösterdi. Mihail bu işi de hemen kaptı. Sonra kalın ipleri nasıl büküp dikiş yapacağını gösterdi, Mihail bunu da hemen öğrendi.
Semyon ne gösterirse Mihail kolayca kavrıyordu ve üç gün içinde sanki doğduğundan beri bu işi yapıyormuş gibi çalışmaya başlamıştı. Durmadan çalışıyor, çok az yemek yiyor; işi bitince de sessizce oturup yukarı bakıyordu. Ne sokağa çıkıyor ne bir şey konuşuyor ne bir şaka yapıyor ne de gülüyordu.
Sadece Matryona’nın ona ilk yemek verdiği akşamkinden başka görmediler gülümsediğini.
VI
Günler günleri, haftalar haftaları kovaladı ve bir yıl geçti. Mihail, Semyon’un yanı başından ayrılmadan yaşıyor ve hep çalışıyordu. Ünü o kadar yayılmıştı ki, insanlar kimsenin Semyon’un işçisi Mihail kadar düzgün ve sağlam çizmeler dikmediğini konuşuyorlardı; çevre köylerden bile çizme diktirmeye Semyon’a geliyorlardı, Semyon artık çok para kazanmaya başlamıştı.
Semyon ve Mihail bir kış günü oturmuş yine çalışırlarken çıngıraklı bir troyka2 kulübenin önüne yaklaştı ve tam karşısında durdu. Sesi duyunca pencereden
1
Kvas: Rusların en fazla tükettiği alkolsüz, ham maddesi ekmek olan bir içecek. Sovyet kolası olarak bilinir ve votkadan sonra en çok tüketilen milli içecekleridir. (ç.n.)
2
Troyka: Üç atın çektiği, yanlarından çanlar sarkan, kızaklı, kapalı at arabası. (ç.n.)