Aytmatov Araştırmaları. Анонимный автор
babaları zorla evlerinden kopararak geride yetim çocuklar bırakan İkinci Dünya Savaşı gelir. Savaş meydanlarında hayatını kaybeden binlerce askerin her biri birer baba, savaş sonrası büyüyen çocukların her biri de birer yetimdir. Bu yetimlik sadece cismani/fiziksel anlamda değil, aynı zamanda zihinsel anlamda da bir yetimlik ya da kaybediştir. Aytmatov romanlarındaki kayıp babaları ve yetim çocukları da bu savaşın açtığı bu pencereden değerlendirmek doğru olur. Bu durum Korkmaz’ın ifadesiyle aynı zamanda bir varoluş problemidir: “Stalin diktasınca zorla evinden koparılıp katledilen ama yolları hep beklenen kayıp bir baba imgesi, İkinci Dünya Savaşı’nın her eve yokluk ve ölüm bırakan uğursuz yılları, soğuk savaş döneminin yakıt insan bulma ve mankurt yetiştirme paranoyası gibi felaketler, Cengiz Aytmatov’u gerçek anlamda varoluş sorunu ile yüzleşmeye yöneltmiştir.”88
Cengiz Aytmatov’un romanlarının önemli izleklerinden biri olan babasızlık ve yetim çocuklar; birbirine yakın bir kaç kaynaktan beslenir. Bu kaynaklardan ilki, Türkistan coğrafyasının 1917 Ekim İhtilali sonrası büyük sıkıntılarla ve hak etmediği bir şekilde karşıladığı yeni ve karanlık dönemdir. Bu yeni dönem, evlerinden/yurtlarından koparılan insanların “Ölüm ve Korku Günleri”yle dolu yok ediliş tarihidir. Kolektifleştirme, köylerde kolhozlaştırılma, dünyanın dört bir tarafına gönülsüz sürgünlük, hapis ve ölümler, ihtilal sonrası çekilen acıların kâğıda dökülen kısa listesidir sadece. Aytmatov’un babası Törekul Aytmatov “1937 yılında repressiyalanıp hakkında hüküm verilmiş”89 ve Stalin döneminde kızıl kırgına kurban edilmiş bir babadır, yazarın kendisi de yıllarca döneceği günü bekleyen bir yetim çocuktur.
İkinci kaynak, 1917 sonrası egemen olan ideolojinin, yerini sağlamlaştırmak adına dayatmaya çalıştığı yaşam biçimidir. Thoma’ya göre, Sosyalizm, aileye düşmanlığı gizleme ihtiyacı duymaz. Sovyetler birliğinin kuruluşundan sonra bu düşmanlığa uygun bir biçimde kolektif eğitimle kitlesel deneyler yapılır. Bunlar ideolojik direktiflere uygundur, ne var ki, bu durum aynı zamanda zaruretten doğar, çünkü savaş ve devrim milyonlarca çocuğu annesiz ve babasız bırakmıştır. İlk Sovyet yılları aynı zamanda büyük eğitim deneyleri, çalışma komünleri ve çocuk yurdu laboratuvarlarının devridir. Başlangıçta bir zaruret olan tüm bu kurumların ilerleyen yıllarda aileyi zayıf düşürmek amacına hizmet ettikleri bilinmektedir. 1918 yılında Milli Eğitim Kongresi’ndeki açıklamada:
“Biz çocukları aile yaşantısının zararlı etkisinden kurtarmalıyız. Bütün çocukları kaydetmeliyiz, açıkça konuşmak gerekirse, onları devletleştirmeliyiz. Yaşama gözlerini açtıkları ilk günden itibaren komünist çocuk yuvaları ve okullarının hayırsever etkisi altında büyüyecekler. Burada komünizmin abecesini öğrenecekler. Burada gerçek bir komünist olarak yetişecekler. Artık fiili ödevimiz; anneleri, çocuklarını Sovyet yönetiminin eline teslim etmekle yükümlü kılmaktan ibarettir.”90
denilmektedir. Bu düşünceler, Sosyalizm ve aile arasındaki ilişkinin değişen boyutuna da işaret eder. Babanın iki fonksiyonu vardır: Aile reisi ve geleneğin taşıyıcısıdır. Toplumun da dünyanın da direği babalıktır. Ancak koruyucu ve kollayıcı babanın yerine bir başka irade geçmekte ve deyim yerindeyse çocuklar devletleştirilmektedir. “Kuz Başındaki Avcının Çığlığı” adlı kitapta, Aytmatov, 1937 yılında Cumhuriyet yöneticilerinin kara listeye alınması ve babasının da bu listede adının geçmesinin ardından babasının nasıl yok edildiğinden söz ederken, babasının annesine söylediği sözlerle bu duruma vurgu yapar: “Çocukları alıp geri dön. Ben tutuklanırsam, “halk düşmanının eşi” diye seni de sorgulamaları, hatta sürgüne gönderme ihtimalleri var. Korumasız kalan çocuklarımızı ağlata ağlata “öksüzler yurdu”na gönderip soyadlarını değiştirirler.”91
Son kaynak ise, binlerce insanın istemeden kurban olduğu, binlerce ailenin babasız, erkeksiz, eşsiz kaldığı, binlerce ocağın söndüğü II. Dünya Savaşı’dır. İnsanın hiçbir yere ait olmadığına, kökeninin hiçlikte kaybolduğuna dair o elle tutulması zor duygu, daha savaş, babaları çocuklarından zorla koparıp almadan önce yayılır. Artık etrafta rastladığımız kayıp oğullar ve kızların işi çok zordur. Çünkü evlerinin adreslerini hiç bilmezler. Eve geri dönmek isteseler bile artık yolu bulamazlar. Aytmatov, bu zor durumu şöyle ifade etmektedir: “Evet savaş yıllarında eli silah tutabilen erkeklerin hepsi cephedeydi ya; ihtiyarlar, koca karılar, dul kadınlar ve çoluk çocuktan başka direği olmayan köye, on üç-on dört yaşındaki bizler büyük güç idik.”92 Aytmatov için sosyal, kültürel, siyasal, toplumsal ve simgesel anlamlar taşıyan “baba” figürüne ve babasızlık/yetimlik kavramına yazarın biyografisi bağlamında bakmak yararlı olacaktır. Aytmatov’un roman ve hikâyeleri incelendiğinde II. Dünya Savaşı’nın ve yazarın içinde yaşadığı dönemin şartlarının yazarın düşünce dünyasının şekillenmesinde çok önemli bir etkiye sahip olduğu açıkça görülmektedir. Onun eserleri bu acılı savaşın ve Sovyet rejiminin Türk halklarına yaptığı baskıların sayısız yansımalarını taşımaktadır. Açıkçası eserin oluşumu, yazarın babası ve yakın çevresindekilerin yaşadığı büyük acılarla yakından ilişkilidir. Daha hayatının ilk yıllarında kök ve geleneğin üzerinde hayat bulduğu varlık alanından yani babadan “kopartılan” yetim kurbandır Aytmatov.
Törekul Aytmatov’un trajedisi, “Gün Olur Asra Bedel” ve “Cengiz Han’a Küsen Bulut” romanlarındaki kahramanı Abutalip Kuttubayev’i hatırlatır. “Gün Olur Asra Bedel” romanında, Sabitcan ve onun soyundan gelen yüzüne bakılmaz insanların aksine, kendilik değerlerine bağlı kalarak mücadele eden, deyim yerindeyse eski düzeni kurtararak altın çağa dönüşü sağlamaya çalışan Abutalip gibi insanlar da vardır. Aytmatov’un Abutalip’le göstermeye çalıştığı şey, kültürün “simgesel babası”nı aramasıdır. Abutalip, Sarı Özek bozkırında büyüyen çocuklarının, hiçbir değeri olmayan berbat bir yerde yaşadıklarını düşünmemeleri için, eski türküleri, efsaneleri yazıya geçirir. Aslında anlamlı bir mirastır bu. Çocukları yetiştiğinde hayat eskisinden de zor olacaktır. Bu miras, çocuklarının daha küçük yaşta akıllarını başlarına almalarına, bir başka ifadeyle tarihselliklerini kavramalarına hizmet edecektir:
“Zaman çarkı dönüş hızını arttırıyor. Bununla birlikte, kendi kuşağımız için son sözü yine kendimiz söylemeliyiz. Atalarımız bu maksatla bazı efsaneler, masallar söylemiş ve kendilerinden sonraki kuşaklara ne kadar büyük insanlar olduklarını anlatmak, kanıtlamak istemişlerdir. Bizde bugün atalarımız hakkındaki yargımızı bu efsanelere bakarak veriyoruz. İşte, çocuklarım için benim yaptığım da bundan farklı bir şey değil” 93
Toplumun yetimliği, Abutalip’i baba arama çabasına götürür: Kültür. Çünkü her toplum kendinden önceki kültürün çocuğu veya devamıdır. Ancak sistem bu kadarına bile tahammül edemez ve onu tutuklayarak hem toplumu hem de çocuklarını bir kez daha yetim bırakır. Yedigey’in bu durumdan dolayı suçladığı Abilov’a söylediği: “O zavallı yavruları niçin yetim bıraktın?” sorusunda gizlidir her şey. Yedigey, çocuklara babalarının uzak denizlere giden bir gemiye tayfa olarak verildiğini ve gemi seferden döner dönmez babalarının da geleceği yalanını söyler ama o yolları sürekli beklenen baba bir daha geri dönmez. Ancak babanın yokluğu, onlara miras bırakılan metinlerle telafi edilmeye çalışılacaktır. Abutalip, “Cengiz Han’a Küsen Bulut” romanının sonunda kendisine yapılan
88
Ramazan Korkmaz,
89
Abdılcan Akmataliyev,
90
Dieter Thoma,
91
Cengiz Aytmatov ve Muhtar Şahanov,
92
Cengiz Aytmatov ve Muhtar Şahanov,
93
Cengiz Aytmatov,