Sessiz Göç. Анонимный автор

Sessiz Göç - Анонимный автор


Скачать книгу
çoktan unutulmuş bu kelime geldi. Bu kadın, öylesine giyinmek için eski, koyu renk bir elbise giymişti. Sadece başörtüsü beyazdı. Avludakilerin hepsi onlara baktı, onlar gülümsediler. Gülümsediklerinde ağızlarında dişlerinin kalmadığı da anlaşılıyordu.

      Adam, onları karşılayan dünürünün Moskova’dan gelen ve doktor unvanını kazanan kızı Mestüre’ye “Gözümüz aydın kardeş,” diye seslendi. “Zabihulla ağabeyin büyükbaba oldu! Erkek torunum oldu, üç kilo yedi yüz gram…”

      Adamın yanında duran ve kendisi gibi neşeli olan karısı, Safuan’ın şaşkın bakışlarını hissedip başörtüsünün ucu ile ağzını kapattı hemen.

      “Dilenci artışına da bu kadar sevinir mi insan!”

      Safuan, ansızın zihnine takılan bu düşünceye kendisi de şaşırdı. Ancak bu neşeli halleri ile kötü kıyafetleri uyuşmayan bu insanlardan niçin hoşlanmadığını da pek anlayamadı. Daha ziyade adamın o “simsiyah,” çirkin hanımını beğenmemişti.

      Dünürü, onun düşündüklerini anlamış gibi elindeki tırpan ve tırmıkla Safuan’ın yanından geçerken:

      “Çok fakirdir bunlar,” dedi. “Altı tane oğulları var. En büyüğü geçen sene evlendi ve bunlardan ayrı yaşıyor. İşte bugün bir torunları olmuş. İkinci oğullarını da bu sene evlendirdiler. Üçüncü oğulları askerde, ikizleri de askerliğe hazırlanıyorlar. En küçük oğulları okula gidiyor. Çocuklarının hiçbiri kendi ayakları üzerinde durabilecek durumda değil…”

      “Bunlar da ‘Bu dünyada yaşıyoruz’ diyorlar,” herhalde diye düşündü Safuan. Kendisinden bir az genç olan bu çifte bakıp anlaşılmaz bir duygu geçti içinden, söylendi: “Hiç rahat yüzü görmemiştir bu zavallılar?”

      Kendisi de bir köy çocuğuydu Safuan. Azıcık da olsa onların durumunu anlıyordu. Yaz-kış lastik ayakkabılarla hayvan otlatırlar, hastalanmaya bile zamanları olmazdı. Hayvanları doysun, sığırları zamanında sağılsın yeter… Hayatları boyunca bir köle gibi hayvanlara bakarlar, kışın karda, ilkbahar ve sonbaharda ise çamurda çalışırlardı. Ancak üç ay devam eden yaz mevsimini beklerler hep ve yazın da ot biçip odun hazırlamakla uğraşırlardı. Yaz mevsimi çok kısadır ve üstelik de sinek, sivrisinek, atsineği ve sığırkuyruğu…

      Köylülerin hayatını küçümsemesi, gönlünün bir ağaç gövdesi gibi kuruduğu için miydi? Safuan bunu anlayamadı. Birden bir fıkra geldi aklına.

      “… Tüm liderler ölmüş. Öbür dünyada hepsi de çamur içindeymiş. Stalin boynuna kadar çamura batmış. Lenin beline kadar, Andropov da diz kapağına kadar çamur içindeymiş. Sadece Brejnev topuğuna kadar çamura batmış. Diğerleri Brejnev’i böyle görünce: ‘Vay, sen de en az bizim kadar günahkârsın ama çamura batmamışsın,’ diye şaşırmışlar. Brejnev: ‘Susun,’ demiş, ben Kruşçev’ in kafasına basıyorum.’ ”

      Safuan, “Ben de gönül bataklığımdan kurtulmak için bu köylü kadının kafasında durmaya çalışıyorum galiba,” diye düşündü.

      Nihayet, bütün hazırlıklar tamamlandı. Yiyecekleri, tırpanları, dirgenleri at arabalarına yerleştirdiler.

      “Ağabey, hangi arabaya oturacaksın?” diyen gençlere Safuan:

      “Ben eskiden iyi at arabası sürerdim…” diye takıldı ve dünürünün arabasına bindi. Safuan babasız büyümüştü. Küçükken odun kesmeye ve ot biçmeye, arkadaşları gibi at ile gitmek istediğini hatırladı birden.

      “Samiga yenge, haydi, arabaya bin, ” diye çirkin yaşlı kadını çağırdılar. Kadın önce Safuan’ın bindiği arabaya binmek istedi, sonra da diğer arabaya tırmıkları koyan eşine bakıp vazgeçti:

      “Ben öbür arabaya bineceğim, siz devam edin,” dedi.

      “Yoksa bu zavallı eşim beni kıskanır diye mi düşünüyor?” diye geçirdi içinden, gülümsedi Safuan.

      Yaşlı kadın onun bu düşüncelerini anlamış gibi:

      “Sağol, kardeş, bensiz ağabeyin canı sıkılacak ama, ben diğer arabaya bineyim,” dedi.

      Avludakiler arabalara binerken Safuan, “simsiyah” kadının baldırlarına baktı. Teni simsiyahtı ve damarları da morarıp kalmışlardı. Bacakları korkunç görünüyordu. Dünürü Safuan’ın kadına baktığını farketti ve:

      “Evet,” dedi, başını salladı. “Bazıları da ‘Güzelim’ diye bunu seviyor…”

      Atları sürüp yola düştüler. Dünürünün arabası önde, Zabihulla’nın arabası arkadaydı. Safuan, tıkır tıkır giden at arabasında etrafı seyretmeye başladı. En son ne zaman böyle çiçekli ovalardan geçtiğini unutmuştu. Oysa araba camlarının arkasından dünya tamamen farklı görünüyordu, hoş kokuları kayboluyordu dünyanın.

      Dünürü köydeki sorunlardan bahsetti:

      “İl kaygısı, halk menfaati denen şey yok artık, bitti…”

      Safuan, dünürüne baktı: “Bu sözler çoktan beri kendi cebini düşünenlerin bayrağına dönüştü, değeri kayboldu artık?” dedi. Sonra kimin arabasına oturduğunu düşündü. “İl kaygısı, halk menfaati!” Demek bu düşüncelerin hâlâ geçerli olduğu yerler var diye düşündü.

      “İş için gidiyorsun küçük bir mevki sahibi rüşvet bekliyor senden, yoruyor seni. Göreve gelenler hırsızlığa başlıyorlar.”

      “Memlekette benim gibi adamların olduğunu bilse ne diyecekti acaba?” diye içinden düşündü Safuan. “Ama işin diğer tarafı da var,” diye kendi kendine tartışmaya başladı. “Yüksek makamlarda tutunmak pek de kolay değildi.”

      Safuan, yüksek makamlarda göreve gelmek için başarılı olmak ve her işi yapabilmek gerekmediğini anlayıp, taa Brejnev devrinde bilimsel çalışmaları bırakıp kamu dairelerine geçmek istediğini söylediğinde, annesi ona:

      “Bilemiyorum, oğlum. Müdür olmak için koyunlar arasında kurt, kurtlar arasında koyun olabilmek gerekir,” diye şüphesini bildirmişti. Ancak annesi bilmiyordu ki, kurtlar arasında, kuyruğunu ayakları arasına sıkıştıran bir kurt değil, dişlerini kullanıp diğerlerini böğürtmeye hazır olabilmek önemliydi. Aksi halde Rusların: “Bu sefer kime karşı birleşiyoruz?” dedikleri duruma düşerdi insan. Kurban seçilen birini yeyip bitirdikten sonra, herkes kendi yoluna devam eder, başka bir zaman, bu kurbanın kendin olabileceği fikri de hep kafanda olur, her zaman bu korku ile yaşarsın…

      İktidar, mal, mevki hırsı; bunlar ölümcül hastalıklar… Bu hastalığa yakalandı mı iflah olmaz insan. İktidarını ve mevkini ne zaman kaybedeceği belli olmadığı için en azından biraz kendi, çocukları, torunları için mal toplamak ister…

      Safuan artık bunlara kafa yormuyordu. Zamanında her şeyi düşünmüş, kendi işlerini yoluna koymuştu. Tabii ki, işlerini kanunlara, nizama göre kurmuştu. Şimdi ise her şey saat gibi, tık tık çalışıyordu.

      “Nasıl görmezler, hırsızlığı, yolsuzluğu nasıl görmezler?” diye devam etti dünürü. “Neden görmüyorlar? Herkesin cebindeki kuruşa kadar biliyorlar oysa. Ama haddini aşmazsan, toparlanıp kendine çeki düzen verirsen, gerekli kişilere yalakalalık edersen, en önemlisi de çaldığını paylaşabilirsen, elbette bir az da vazifeni yaparsan, görev süreni uzattırabilirsin…”

      Büyük bir dikkatle, çiçekler, güller dolu ovayı seyrederek giden Safuan:

      “Baksana dünür,” dedi. “Şu bitki sarına değil mi?”.

      “Evet,” diye başını salladı dünürü.


Скачать книгу