Sessiz Göç. Анонимный автор
çomak sokanlar iyice çoğaldılar,” dedi. “Arabayı tamamen kırmalarından korkuyorum.”
“Sen, hiçbir şeyden korkmazsın!”
Safuan’ın dünürü ilginç bir adamdı. İsmi cismine o kadar uygundu ki: Adilgerey.
Adilgerey, hayatı boyunca başkanlara muhalefet etti, onlarla hiç geçinemedi. Yanlış gördüğü her şeyi başkanların gözlerinin içine bakarak söyler; doğru kabul ettiklerini yapmaktan hiç çekinmezdi. Başkanlar önce ona biraz tahammül eder, sonra da işten çıkarırlardı. Onun müdürlük yaptığı dönemde işler çok iyi giderdi, o görevinden ayrılınca da her şey aksamaya başlardı. İşler yolunda gitmeyince onu yine işin başına çağırırlar, o da gelip yoluna koyardı her şeyi. Son zamanlarda okul müdürlüğü yapıyordu. Birkaç defa müdürlük görevinden almışlar, ama yalvar yakar tekrar göreve dönmesini rica etmişlerdi.
Dünürü önceki gün anlatmıştı:
“Beni en son göreve çağırdıklarında çekinmeden sordum: ‘Bu sefer neyi beceremediniz, neye ihtiyacınız var?’ ‘Okulun çatısını yaptırmak için ayrılan para yeterli değil,’ dediler. Bir hayırsever buldum, yaptırdık. Kazan dairesini de tamir ettirdim. Bu arada okula küçük bir ekmek fırını kurdum. Eski öğrencilerim arasından yüksek mevkilerde çalışanlar çok, onlar yardım ettiler.
Okulun çiftliği var, sürüleri, arıları… Çiftlik sayesinde, bu sene öğrencilere sene boyunca bedava yemek verildi, fakir öğrencilere kitap, defter, elbise alabilecek kadar paramız oldu…”
Safuan, onun dün dediklerini hatırladı, “Memleket vicdansızların eline kalmış demek doğru olmaz, yapabilirim, çalışırım diyenler de az değil, işte: Adilgerey,” diye düşündü.
Safuan, Adilgerey ile gerçekten de gurur duyuyordu. Değer verdiği, saygı duyduğu nadir insanlar arasında ilk başta Adilgerey vardı. Milletvekili adayı olduğunda, arkası güçlü, zengin, hayâsız rakiplerini Adilgerey sayesinde kolayca alt edebilmişti. Seçim çalışmaları için gittikleri her köyde: “Adilgerey teklif ettiği için, Safuan’ı seçiyoruz,” diyordu halk.
Safuan, seçim sırasında verdiği sözleri yerine getirebilmiş miydi? Dünürü onun verdiği sözleri yerine getirememesinin nedenini anlıyor muydu acaba?
Safuan, kafasını ağrıtan bu düşüncelerden yoruldu ve arkadaki arabaya binip gelen yoksul çifte dönüp baktı. Zabihulla çok ilginç biriydi. Çocuklar gibi kahkahalı gülmeye başladığında, ona katılmaktan başka çare kalmıyordu. Şimdi de çirkin karısı ona bağırarak bir şeyler anlatıyor, o da kafasını arkaya atarak kahkahalarla gülüyordu. Karısı ona ne anlatıyordu acaba? Safuan, o kadının anlattıklarını dinlemek, kahkahalarla gülmek istedi.
Adam birden dizginleri çekip atı durdurdu, arabadan inip dağın eteğine doğru koşarak gitti. “Adam orada ne gördü acaba?” diye baktı Safuan. Adam bir demet papatya ve gelincik toplayıp arabaya doğru koştu. Şaşırdı Safuan: “Yoksa bunlar gerçekten birbirlerine âşık mı?” diye sordu kendi kendine ve gülümsedi.
Onun şaşkın bakışlarını izleyen Adilgerey’in yüzüne hafif bir tebessüm kondu. Adilgerey, bu kurnaz tebessümü ile: “Aşk sadece kısa etekli, kırmızı tırnaklı sekreter ile hep ‘Ben’ diyen, ‘Ben Muhametemin’ diye böbürlenen şişman müdürler arasında mı oluyor?” demek istedi.
Adilgerey’in otlağı çok güzel bir yerdeydi. Safuan, dünürünün çocukları, yiyecekleri, içecekleri, diğer malzemeleri arabadan indirirken onlara dönüp ikide bir: “Siz olmasanız, bu ovanın güzelliği bir hiçtir?” diye söylemesinin sebebini düşündü.
Zabihulla, balık tutmayı severmiş. Tabiata susayan köylüler onun etrafına toplandı. O arabanın alt tarafındaki sandıktan bir ağ çıkardı. Yan taraftaki pırıl pırıl akan ırmağı gösterip, etrafındakilere bir şeyler anlattı. Zabihulla şakacı, güzel konuşan, ama çenesi düşük biriydi. Karısı Samiga ise sessiz, çalışkan… Gelir gelmez bütün yiyecekleri yerleştirdi. Yağı, peyniri, yoğurdu pınarın gölge bir yerine, soğuk suların kenarına bıraktı. Eti yıkayıp kazana doldurdu, ekmekleri de farelerin ulaşamayacağı bir ağacın dalına astı. Hiç konuşmuyordu Samiga, etraftakileri dinliyordu.
“Samiga yenge, senin bu orduya başkomutan olman gerek,” diye takıldılar ona.
“Doğru, böyle becerikli bir başkomutan boşu boşuna harcanıyor bu otun tezeğin arasında,” diye düşündü Safuan da…
İnsanın nefes alışından onun hâlini, neler düşündüğünü ve ne istediğini iyi bilen Zabihulla, bir dikenin yaprağını koparıp Safuan’a uzattı:
“Ağabey, bunu şapkanın içine koy, başının ağrısını keser,” dedi.
Pek önemsemeyerek baktığı bu “baykuşların” bu ovada aniden ipleri ele almaları, gittiği her yerde ilgi odağı olmaya alışmış Safuan’ın sinirine dokundu:
“Eh, ne de olsa, bu onların dünyası,” diyerek kabullendi sonra.
Bu arada Samiga, neşesiz, sıkılgan bir şekilde duran Safuan’а:
“Аğabey, bak ilerde yabani çilek çoktur, bize Akdağ’ın ikramı, bir tadına bakın, buyurun,” dedi. “ Torunlarınıza da toplayıp götürmek isterseniz, işte bir güzel sepet de var…”
Nihayet, tırpanları alıp ot biçmek için toplandılar, sıraya dizildiler. Safuan kendine uzun saplı, büyük bir tırpan almak istedi. Samiga ona hafif tırpan uzattı:
“Bunu al ağabey, o tırpanın sapı sana uygun değil.”
Biçilecek yer, eğimli bir yamaçtı. Sıraya dizilip tırpanları sallayarak yamaçtan aşağı doğru inmeye başladılar. Safuan da tırpanı alıp onların yanına geldi. Önünde rengârenk çiçekli bir kilim gibi uzayan otlara hayran hayran baktı bir süre. Önce bu güzelliği tırpanlamaya cesaret edemedi, seyretti biraz. Sonra tırpanı salladı. Tırpanı otların dibine doğru daldırınca, hoş kokulu çiçekler topluca hışırdayıp, ayakları altına serildi.
Tırpanın en keskini Safuan’a düşmüştü. Eski gücünden bir şey kaybetmediğini düşünüp tırpanı sallamaya devam etti. Kolları, ayakları, bütün bedeni, çok eskiden kazandığı bu hüneri hiç unutmamıştı. O, dul kalan annesine yardım etmek için daha çok küçükken tırpan sallamayı, ot biçmeyi öğrenen bir çocuktu.
Önce küçük bir yamacın otlarını biçtiler. Bir süre sonra, yıl boyunca kalemden ağır bir şey kaldırmayan Safuan, tırpan ile ot biçmenin bir oyun olmadığını anladı.
Gençler, hepsi aynı anda hızlı hızlı tırpan sallayıp:
“Ağabey, ayağına dikkat et!” deyip onun yanından geçip gidiyorlardı.
Safuan’ın bu kez biçilecek alanı fazla uzun, sonu yokmuş gibi hissetti. Alnından su gibi akan ter gözlerini acıtıyor, terini silmek için bir dakika bile durmuyordu. Kulakları çınladı, gözü kararmaya başladı ama o yorulduğunu belli etmek istemiyordu. Ancak, zihnindeki bir düşünce, örümcek ağına takılan sinek gibi vızıldıyordu: “Burada yıkılıp kalmadan bu işi nasıl bitirebilirim?”
İyi ki, en arkada kalan o değildi. Birkaç adım arkasından tırpanını aheste aheste sallayarak otları biçip gelen Samiga vardı. O hiç acele etmiyor, ara sıra durup masat ile tırpanının ağzını düzeltiyor, bazen de eğilip yabani çilek toplayıp yiyordu… Safuan en geride kalmadığı için daha hevesli çalışıyor, kollarındaki tüm gücü tırpana veriyordu. Çok hızlı tırpan sallayan gençler sıranın başına varmışlar, oradaki ağacın gölgesinde oturmuş sigara içiyorlardı. Sağ olsunlar!
Tırpanın ağzını bilemek