.

 -


Скачать книгу
bölgeyi çok geniş olarak götürdüğünü, yorulunca da yavaş yavaş biçtiği alanı daralttığını anladı. Samiga tek başına iki kişilik yeri biçerek geliyordu. Hatta Safuan’ın beceriksizliğinden dolayı biçemeyip bıraktığı otları biçmek de Samiga’ya kalmıştı.

      Samiga sıranın başına ulaşınca, tırpana dayanıp terini sildi ve o an Safuan’la göz göze geldi. Samiga, Safuan’ın “Affedin” der gibi sakin bir şekilde gülümsemesinden etkilenmişti sanki. Safuan’ın bu gülüşü onun işini de yapan Samiga’ya bir teşekkür müydü?

      Samiga’nın da iyi niyetli gülümsemesi, akıllıca bakışı, Safuan’a çok sevimli göründü. O, uzun zamandır kimsenin gözüne bu şekilde bakmamıştı. Samiga’nın gözlerinde parlayan çok küçük ışıltıları dahi fark etti.

      Bu arada, bakır kazana kepçe ile vurarak ot biçenleri yemeğe çağırdılar.

      Öyle yemeğinden sonra, biraz kımız içen Safuan’ın, tüm bedeni çözüldü adeta. “Kımız gerçekten de eklemleri gevşetiyormuş,” diye düşündü. Safuan otların üstüne uzandı, gözkapaklarına söz geçiremez oldu ve birden uyku bastırdı. Parmağını kıpırdatacak hali kalmamıştı, garip bir haz alıyordu bu yorgunluktan. Bir sevgilisinin “Nirvana” dediği hâldeydi. Kayın ağacının serin gölgesinde içi geçti, uykuya daldı. Yanı başında tırmıkların dişlerini tamir eden dünürünün çalıştığını hissediyor; onun çıkardığı sesleri duyuyordu.

      Hanımının, bugün nedense başka insanlardan geri kalışının sebebini tırpanın körlüğüne yoran ve bundan dolayı kendisini suçlu sayan Zabihulla, bütün tırpanları toplayıp örsün yanına gitti ve tırpanların ağzını çekiçleyip eğelemeye başladı. O, örsün üzerindeki tırpanlara çekiçle vurdukça ahenkli bir ses yayılıyordu ovaya. Demirin o ahenkli sesi, Safuan’ı çok eski ve güzel hatıralara götürüyordu. Irmak kenarından gelen gençlerin neşeli sesleri, kadınların yüksek sesle konuşmalarına karışıyordu.

      “Aysuvak’ın dönmesini bekliyoruz,” dedi Samiga, kendisine çocuklarını soran Mestüre’ye. “Geçen gün telefonla konuştuk. Orada kalmasına istiyorlarmış.” Aysuvak: “Yanımda komutanım duruyor. Ne yapayım, anne?” dedi…

      “ ‘Ağabeyin Çeçenistan’dan dönünceye kadar dişlerimi sıkmaktan ağzımda dişim kalmadı. Senden mektup beklemekten de gözlerim yolda kaldı,’ dedim. ‘Denizaltında asker Aysuvak, bir giriyorlar denizin dibine, altı ay boyunca ne haber, ne mektup… İçime dert oldu. ‘Başka bir iş bulunur elbet, dön oğlum!’ dedim. Razı oldu, beni dinledi, sağ olsun.”

      “Oğullarınız size çekmiş, çalışkanlar, akıllılar maşallah yenge. İş bulurlar, boşta kalmazlar,” diye onu teselli etti Mestüre.

      “Şimdi Aynur ile İlnur askere gitmeye hazırlanıyorlar. Geçen gün askerlik şubesine gittim. ‘Çocuklarımı birbirinden ayırmayın!’ dedim. ‘Hayır, ikizler birbirinden ayrılmayacak diye bir kanun var, endişe etme,’ dediler. İkisi birlikte olurlarsa zorlanmazlar diye avunuyorum işte.”

      “Bu ne kadar kaygı, bu ne kadar hasret!” Safuan, Samiga’nın sofranın başında herkesin önündekilere baktığını, bütün yemekleri herkesin uzanıp alabileceği mesafeye koyduğunu hatırladı. Düşünmeye başladı, daldı.

      “Neden, tüm memleketin yükü, hasreti Samiga’nın omuzlarına yüklenmişti? Ya başkaları…? Hiçbir iş yapamayan çocuklarına, askerlikten kaçan oğullarına kocaman kocaman lüks villalar inşa ettiriyorlar. Samiga! Neden sizin askerliğini yapan ve vatan borcunu namusuyla yerine getiren oğullarınız için başlarını sokacak bir ev yapmıyorlar? Nerede adalet? Samiga’nın da bu dünyada azıcık da olsa rahat bir hayat yaşamaya hakkı yok muydu?”

      Safuan, mecliste konuşuyordu, yumruğuyla kürsüye vurdu, bağırdı. Sesi etrafta yankılandı, tüm binaya yayıldı. Salonda oturan şişman beyler birbirine bakıp:

      “Samiga da kim? Nerede yaşıyor Samiga?” diye şaşırdılar.

      Büyük kürsüde, Samiga’nın menfaatlerini korumaya cesaret etmesine, bu söylediklerinin bir temenniye, bir gönül talebine dönüşmesinden çok etkilenen Safuan’ın, gözleri yaşardı; göz yaşları yanağından çenesine doğru süzülüp akıyordu…

      Safuan uyandığında, baş ucundaki küçücük bir buluttan yağmur yağıyordu. Hatta, gök gürültüsü vardı. Safuan, bir yandan güneş parladığı halde bu yıldırım gürültüsüne şaşırdı, yeni doğmuş, dünyaya ilk kez gelmiş bir bebek gibi bir süre hiç kıpırdaman bekledi. Yağmur damlalarının, gök kuşağının tüm renklerinde ışıldayıp döne döne yere inişi, eşsiz bir manzaraydı.

      Safuan, çok eskiden de burada böylece uzanmış olduğunu hissetti. Bu akça kayının dalındaki sallanan yaprağı tanıyordu sanki. O, buradaki her şeyi daha önce de görmüştü, işte bu kuşun bülbüle benzeyen ötüşünü de, at sineğinin vızıldayıp uçmasını da çok önceden duymuştu. Duyduğu bu sesler, gördüğü bu manzaralar, onun zihnine yıllar önce kaydedilmişti. Ama o, önceleri bu güzelliklerden uzak kaldığını, bu güzellikleri fark edemediğini düşündü. Şimdi nedense, Safuan gördüklerinin, duyduklarının bir parçasına dönüşmüş, onlarla bütünleşmişti: İlerideki otun tüylü yaprağında titreyen inci gibi damlada, dev ağaçlarda, mavi gökte mağrurca kanatlanıp uçan kuşlarda kendi ruhu da vardı. O, dünyanın içindeydi, dünya da onun içinde…

      Safuan, “Yoksa hâlâ rüyada mıyım?” diye elini alnına koydu, telaşla doğruldu, etrafına baktı. O anda dünyanın yine eskisi gibi döndüğünü hissetti. Tüm varlıklar, dünya, tekrar eski haline döndü, damarlarındaki kan yeniden akmaya başladı.

      O uyurken bir su molası verecek kadar ot biçenlerin, tırpanlarını omuzlarına koyup ıslak otlar arasından kendisine doğru geldiklerini fark etti. Bu rüya değildi, gerçekti. Uyanmıştı ama bal kokusunu andıran o büyülü kokuyu hâlâ hissediyordu. Aniden bu güzel dünyada, Zabihulla ile Samiga’nın samimi gülüşmeleri yankılandı. Bu mucizenin hiçbir zaman kaybolmayacağını anladı.

      GAGAUZ YERİ

      MEVSİMLER

      Kusursuz Vasileoğlo

      Çeviren: Lokman Baran

      “İşte geldi sonbahar,

      Sarıya boyandı tüm dallar.

      Cevizler, meşeler, kavaklar,

      Sepet sepet yaprak döktüler

      Havada sarı, kızıl yapraklar

      Bir kuş gibi uçarlar, uçarlar…

      Ve yapraklar uçuşurken

      Bağırır köyde çocuklar.”

V. Kusursuz

      Çocuk bahçesinde dünyadan habersiz, neşeyle oynayan Goguş, babasının her zamankinden daha erken geldiğine şaşırmıştı. Çaresizce, oyunu bırakıp babasının elinden tutarak eve gelen Goguş, sanki başka bir eve gelmiş gibi şaşkın şaşkın etrafına bakındı. Evdeki bütün eşyaların yeri değişmişti, her şey darmadağınıktı. Duvarlardaki ikonalar2, aynalar, resimler, halılar… ne varsa sökülüp yere indirilmiş, duvarlar çırılçıplak kalmıştı. Evdeki tüm eşyaları bohçalara, karton kutulara, çuvallara ve sandıklara doldurmuşlardı. Goguş, oyuncaklarını göremeyince annesine sordu:

      – Anneciğim, benim atım ve traktörüm nerede?

      – Evladım, oyuncakların kırılmasın diye onları güzelce paketleyip bir kutunun içine koydum. Sabahleyin bir kamyon


Скачать книгу

<p>2</p>

Hristiyan kültürünü, inancını yansıtan resimler, figürler.