Hayyam'ın Konukları Matematik ve Şiir. Анонимный автор

Hayyam'ın Konukları Matematik ve Şiir - Анонимный автор


Скачать книгу
da, kısa yoldan tasavvufa sapıvermek de eringenlik, tembellik gelir bana! Bu dünya dosdoğru görülürse dünyadır. Sarhoş ya da sezgi ehli dünyayı dosdoğru göremez. Göremeyen düzeltemez!”

      “Dünya işleyişi nice olmalıdır ki, her şey mükemmele doğru gitsin Hayyam Ata?”

      “İnsanın bir yere mensubiyetiyle, birinin oğlu olmakla değil de; kendi özüyle, eseriyle değer kazandığı bir dünya! Kula kulluk etmenin hüner sayılmadığı bir dünya!”

      Yüzbaşı heyecanlandı.

      “Öyleyse devleti böyle işletmek için vezaret isteyin şahımızdan.”

      “Siyasetten nefret ederim. Hesap, heyet gibi ilimler yetiyor bana! Hem ilim adına halktan vefa ummak toyluktur genç dostum. Halkı bir korkuturlar cehennemde yanarsınız diye, kafamıza taş yağdırırlar.”

      “Nizamülmülk’ün medreselerine ne diyorsun?”

      “Şimdilik iyi gidiyor. Lakin insanlara gerçek değerleri verilmeyip iltimas yolu açılırsa medreselerden de ziyankârlık doğabilir, vakıf lokmasından da gönül karanlığı kazanılabilir.”

      “Hayyam Ata, senin için de çılgındır, kabına sığamaz derler…”

      “Gençliğimde neşeliydim biraz. Artık öyle hesaplarla boğuşuyorum ki kendimden geçmeye vaktim yok. Aksine herkesten fazla uyanık ve ayık olmanın yolunu ararım.”

      “Binlerce âlimi var Selçuki’nin. Her birinde bir tafra var. Senden sakini, akıllısı yok Hayyam Ata!”

      “Doğru dersin lakin bugün ne akıl alan var ne de akla rağbet eden!”

      Bir süre daha hoş sohbet ettiler. Sabaha karşı dışarıda at kişnemeleri duyuldu. Yüzbaşı aniden izin alıp çıktı.

      Hayyam ile Sılahan yalnız kaldılar.

      “Edepli bir yiğit! ” dedi Hayyam. “Başını kaldırıp sana bir kez bakmadı!”

      Sılahan “Melikşah’ın aynısıydı. Eğer ikiz kardeşi değilse!” dedi çekinerek.

      “Varsın olsun!” dedi Ömer Hayyam.

      “Hırsızı da aramayı unuttuk bu arada.”

      “Olan oldu!” dedi Hayyam “Kimin ne işine yarar görürüz ömrümüz varsa! Bazı şeyler aramakla bulunmaz!” dedi.

      Son günlerde yaşadığı olaylar gözünün önünden geçti.

      İki hafta önce kudretli Başvezir Nizamülmülk’ün istihbarat amirliğinden kovduğu Sabbah gelecekti. Memuriyetten açığa alınan Sabbah, sıkıntılı günler yaşıyordu. Boşluktaydı. O çaptaki bir dehaya zerzevat ticareti, müderrislik hafif gelirdi. Aslında kaçacak delik arıyordu lakin, belki sohbet ederken kendime bir yol çizerim, diye düşünüp Hayyam’ın davetini kabul etmişti.

      Hayyam’ın rasathane yakınındaki köşküne güngörmüş, ünlü sazendeler, körpe rakkaseler, ressamlar, cariyeler ve köleler doluşmuşlar, arka bahçede bir cennet sahnesi hazırlıyorlardı.

      Bütün bu hazırlıklar cerbezeli kişiliği, keskin zekâsı ve iddiacı tutumuyla tanınmaya başlayan Hasan Sabbah içindi.

      II

      Düşünce göğünün ilk köşkü sevgidir, sevgi!

      Gençlik destanının ilk yaprağı sevgidir sevgi!

      Ey sevginin sırrından yoksun çabalayanlar

      Bilin ki tüm varlığın ilk kaynağıdır sevgi!

      Sabbah’ı beklerken Nizamülmülk çıkageldi. Devlet işlerinden bunaldığında soluklanmak için arada bir yaptığı gibi sıradan bir tahtırevanla Hayyam’a uğramış ya da uğramış gibi davranıyordu.

      “Hayyam bağışla beni pek daraldım!” dedi, kapıdan girerken.

      Hayyam “Viranemizi ruşen ettiniz! Buyrunuz!” diyerek heyecanla karşıladı.

      “Rahatsız etmiyorum ya! Sende ne var böyle beni çeken bilmiyorum!”

      “Dehaların da bir cazibesi vardır!” dedi Hayyam. “Dünyanın bir ucundan çekerler birbirini.”

      Nizam, alt katta kaynayan imbikleri görünce kaşlarını çattı.

      “Ne bu yağlı duman böyle Hayyam? Zehirlenir insan bu ağır kokudan yahu! Tilki mi kovalıyorsun? Nedir bu imbiklerde kaynayan?”

      “Bu beyaz köpüklü yeşil mayi, acıları dindiren hayaller ilacıdır Nizamülmülk Hazretleri!”

      “Haşhaş sakızı mıdır acep?”

      “Kendir yaprağı tozu da var. Farklı bir karışım.”

      “Razî gibi kimyacılığa mı başladın!”

      “Razî’nin, Beyrunî’nin Hindistan kaynaklı maddelerden bahseden kitapçıklarını bilirim. Fakat bu hepsini aşmış bir terkip. Çeşitli madde ruhlarıyla inceltiyorum.

      “İnce bir terkip ha!” dedi, Nizam. Derin bir iç çekti. “Bana da ver o ilaçtan öyle ise…”

      Hayyam inanmaz nazarlarla baktı.

      “Cihan hükümdarı olan Selçuklu Sultanı Melikşah’ın atabeyi koca Nizamülmülk’ü hayallerin ötesinde bir ikbal dairesinde bilirdik! Kuruda ve yaşda bütün limanlarda ve menzillerde gölgeniz var efendim.”

      Nizam, Hayyam’ın kendisini aç gözlü biri gibi algılamasına alınmıştı.

      “Şahsi değildir muradım!” dedi. “Dünyaya barış getirmektir. Endülüs’ten Mısır’a, Ceneviz’den Çin’e… Yoksa dört yüz yılda parlamış medeniyetimiz, bedeviyetin hücumlarıyla yerle bir olabilir! Medeniyet yayılmazsa, bedeviyet yayılır ve fanus gibi medeniyeti örter ve boğar. Medeniyet dediğin bir camdan köşktür ki güç kurulur, tez dağılır. Yere geçer bu şehirler, bu abideler!”

      “Sizin muradınız hepimizin arzusudur!” dedi Hayyam. “Lakin bu ilaç ihtiraslarına gem vuramamış bedbahtlar için!”

      Nizam’ın çipil gözlerinde sarı bir ışık parladı. Hayyam’ın ağzını aramak vakti geldi diye düşündü.

      “Sabbah gidisine içir o zaman!”

      “Aynen efendim! Hasan Sabbah tilkisine içireceğim!” Sabbah büyük bir yaratılış. Ne çare ki Selçuklu’daki yüksek makamlar layıkıyla dolu. Farkında değil! Şu dünyada bütün alacağı bomboş bir nefes, farkında değil!”

      Nizam, derin bir nefes aldı. Demek aldığı istihbarat doğruydu. Sabbah’ın ziyaretini gizlemediğine göre Hay-yam, Sabbah’ın safında değildi. Ayartılamamıştı. Hâlâ kendi yanındaydı. Derisini yüzdürmek için kendini zor tuttuğu Sabbah’tan safça söz açan Hayyam’a gülümsedi.

      “Şarap içmez, şerbeti nadiren içer, çokça su içer!” dedi.

      “Fark eylemez!” dedi Hayyam. Yeşil sıvıyı gül suyu şişelerine boşaltırken.

      “Mangal ateşinde, tütsülerde, mumlarda, şuruplarda hep aynı mai olacak!”

      “Âlâ, âlâ!” dedi Nizam. Bu ifadede ziyaretin bu gece olacağını öğrenmenin keyfi vardı. Açıkça sormak, aşikâr etmek yakışmazdı. Hayyam, hiç gizlemeden belli ediyordu zaten. Yapılacak tek şey, Sabbah’ın adı geçtikçe artan öfkesine gem vurup, duygularını gizlemekti.

      “Balık suda ama gözü dışarıda!” diye söylendi. “Geldiğinde katip olmaya razıydı. Vezir yapsan başvezir, şah yapsan peygamber olmak ister. Sınır yok yahu!”

      “İhtiras, en büyük acıdır


Скачать книгу