Hayyam'ın Konukları Matematik ve Şiir. Анонимный автор
bir çılgın olduğunu, suçu olsa bile tahammül göstermek zorunda olduğunu haykırıyordu. Akıl ve zekâdan yana olduğu için Sabbah’la merhabası olduğu anlaşılıyordu.
Sabbah’ı öldürtmediğine pişman bir halde sıkıntılı günler geçiren Nizam’ı rahatlatan işte bu andı. Belki de Sabbah’ın kellesini kurtaran, bütün çılgınları savunan işte bu sözlerdi. Nizam, zihnini kemirip duran, Sabbah’ı öldürtmek fikrinin bu sözlerle bir anda buhar olduğunu hissetti. Zorlu bir azaptan kurtulmuş gibi, çok derin bir nefes aldı. Yüreğindeki kin, tortulu bir şefkate dönüşmüştü. Hayyam’a minnetle baktı. Artık sakin görünmüyor, gerçekten sakin konuşuyordu.
“Rahmetli hocam Nişaburî” dedi. Nizam “Söz alırdı talebelerinden. ‘Hanginizin hâli vakti yerindeyse yek diğerine destek olacaksınız.’ diye. Nitekim yardımlaştık da arkadaşlarla. Lakin bu Hasan Sabbah ‘Medresede sözleştik.’ demiş. “Be hey gafil! Akranım mısın sen benim?”
Nizam, yerden göğe kadar haklıydı. Aynı rahlede eğitim görmüşlerdi fakat yirmi yıl arayla. Yine de farklı nesillerden talebeler, bir araya geldiklerinde, hocaları Nişaburî’nin huylarından, üslubundan söz açarlar, danışmanlarını, yardımcılarını yad ederlerdi. Nizam, içinde yeniden birikmeye başlayan öfkede boğulmamak için doğrulup ayağa kalktı.
“Senin gibi iyi huylu ve kalender görünüyordu geldiğinde, kedi gibiydi. Böyle olacağını bilsem Hasan’ı kapıma yaklaştırmazdım.”
“Biraz ihtiras olacak. Devletin başına getirdiğiniz kişiler benim gibi hırstan azade olursa o da olmaz!”
“Doğrusun! Lakin kesemizden okuttuğumuz, makam verdiğimiz insanlar kaplan gibi ürkütücü bir hırsa bürünüyorlar. Hasan’a el uzattım, kolumu hatta boynumu koparmak istedi. Sen de ne yakın ne de uzak duruyorsun benden!”
Hayyam’dan “Ben size daha yakınım.” cevabını almak istiyordu. Hayyam beklediği cevabı başka kelimelerle verdi.
“Benim için her yer Şiraz bahçeleri, her yapı Keşân köşkleridir.” dedi. Kesenin en şişkinini Melikşah yollar. Hizmetimi ak sakallı İsfahan Sübaşısı görür. Cihanın yüce veziri gönderir hediyelerin en âlâsını. Söyleyin bana ey vezirlerin şahı! Şu hakir Hayyam bendenizin sürdüğü saltanatı, acaba halife Harun Reşit sürdü mü?”
Sarayda hep ciddi olan Nizamülmülk kahkahalarla güldü. Hayyam gibi bir allameden, bir mevlanadan, bir cihan bilgininden ‘cihanın yüce veziri” iltifatını almak ne hoş, ne keyifliydi!…
Vezarete gelen hediyelerden hazineye uygun olmayanları, özellikle nadide yiyecek ve içecekleri dağıtırken Hayyam’ı birinci sıraya koyacaktı artık.
“Lafı mı olur canım!” dedi.
“Sabbah’ı da dünya nimetlerine boğardım, ama o kimsenin iktidarını beğenmiyor.”
“Hayallerini değiştireceğim onun. Tartışmacı, huysuz kişiliğini azıcık yontacağım.”
Hayyam’ın yürekli halinden umutlanır gibi olan Nizam’ın yüzünde alacalı bir gülümseyiş parladı.
“Gerçekten de hayallerini değiştirebilecek misin? Yoksa Hekim Razî gibi musiki marifetiyle mi tedavi edeceksin Sabbah’ı? Dumanı bile çarpıyor insanı. İşe yarayacak belki de!”
“İhtimal siyasi ihtirasından eser kalmayacak. Ölmeden önce ölecek, doğduktan sonra bir daha doğacak! Bu ilaçla ona öyle bir iş edeceğim ki!”
Nizam başını salladı.
“Bu formül tutarsa ileride ateşli mizaçlı olan herkes bu ilaçla avuçta tutulabilir.”
Yaklaşan nal sesleri ile birlikte bir at kişnemesi duyuldu. Nizam toparlandı.
“Bu gelen Hasan Sabbah gidisi olmasın!”
“Hayır!” dedi Hayyam “Bu gelen Tamgaç Han’ın süt kardeşi Selvihan Hatun’un kızı Sılahan! Benim nikahlımdır. Siz şöyle kafesin arkasına geçiniz!”
Nizam kafese benzeyen, çıtalardan yapılmış paravana girip tülü içerden hırsla çekti.
Kaftanı, çizmeleri, başındaki kürkle çevrili külahı, yüzünün yarısını kaplayan sakal bıyık hissi uyandıran gür perçemleriyle Sılahan içeri girdi. Kılığı gibi yürüyüşü de feci idi. Hayyam’ın bakışları yere indi. Attan inmiş süvarilere has sarsak adımlarla yürüyordu Sılahan. Arkadan hatta önden ve uzaktan bakınca erkek olmadığını söylemek için bin şahit gerekirdi. Nerede şehirli kadınları kayar gibi yürüten o zarif, minik adımlar? Sılahan, böyle inceliklerden nasipsiz gibi gelirken, Hayyam bahçeye fırladı. Sert el kol hareketleriyle Sılahan’a ve diğerlerine yapacağı işleri tembihledi. Nizam’ın yanına doğru gelirken ara yerde durdu. Sıla’yı seyretti.
Sılahan; ayva, nar, kayısı, Hindistan cevizi, portakal gibi meyveleri uygun ağaçlara kemik tutkalıyla yapıştırırken, badem ağaçlarına yöneldi.
Hayyam, yay gibi gerildiği yerden, belirsiz bir öfkeyle çıkışıp üstüne yürüdü.
“Badem ağaçlarına dokunma! Bademlere yeni güller aşıladım daha!”
Sılahan korkusuz, melodili bir yanıt verdi. Bir annenin, haylaz çocuğuna hitabına benziyordu olgunca sesi…
“Söylemedin ki a iki gözüm! Ben ne bileyim!”
“Nereden bileceksin? Yeryüzünde bunu kim bilir? İran sanatıdır.”
Güya cehaletini ve başka özelliklerini Sıla’nın yüzüne vurmuştu. Bak ben ne kadar ‘ali kıran, baş kesenim hanemde’, demeye getirerek konuğuna da yaranma gereği duymuştu. Bir yandan da girdiği bu tuhaf ruh haline şaşmakla kalmıyor, utanıyordu.
Sıla yanıt vermedi. Bir sehpanın üzerine çıkarak yanda, salkım söğüdün yanında duran nar ağacının uygun yerlerine meyveleri yapıştırmaya, ince dalları sarmaşıklarla örtmeye başladı.
III
Dünya adlı bir kukla sahnesindeyiz; Kuklacı felek usta, kuklalar da biz. Oyuna çıkıyoruz birer ikişer; Bitince oyun, sandıktayız hepimiz.
Hayyam geriye döndüğünde, Nizam nefret dolu gözlerle Sılahan’a bakıyordu.
“Beni burada görmesin! Melikşah’ın, Terken Hatun’un sırdaşıdır dikkat et!” dedi.
Hayyam, sohbeti değiştirecek bir konu düşünerek başını salladı. Nizam’ın yüzünde alaycı ifadeler belirdi. Hayyam’a bakarak kendine göre tatlı tatlı söylendi.
“Cilveli İran dilberleri, ateşli Arap kısrakları, ağzı var dili yok onca Kıpçak cariyesi dururken bu eli kamçılı, at kokulu, kaba saba Selçuklu kadınını neylersin?”
Hayyam yutkundu.
“Ben onu değil, o beni aldı efendim” dedi. Özel hayatını didikleyen bu sohbetin bir an önce bitmesini, binlerce defa, canı gönülden temenni ederek ekledi.
“Bin tutsak kadının râm olmasına değişmem bir hür kadının gönülden gelen sevgisini…”
Nizam kısa, kuru bir kahkaha attı. Bilgiç bilgiç, dişlerinin arasından tısladı.
“Gümüş kamçısıyla girişirse görürsün o zaman hür kadını… Terken Hatun da hür!” dedi.
Karahanlı Tamgaç Han’ın nazlı kızı Terken Hatun, Harezm’den Melikşah’a gelin gelirken bin kişilik saray halkını da getirmişti. Sılahan’ın ailesi de bu kafiledendi. Sarayın eski sakinleri,