Ali Akbaş Armağanı. Анонимный автор
Kelimelerle tablolar çizen usta yağlı boyayla gönlünün renklerini tuvale yansıtma imkânını maalesef hiç bulamadı ama onun için sevdiklerinin karakalem portrelerini çizmek hoş bir tutkuydu. Âdeta sohbet esnasında bir ağaç gölgesinde çay içerken siz farkında olmadan Ali ağabey bir karakalem portresini çizip size uzatabilir.
Resim çizme isteği onda sıradan bir tutku değildir aslında resimden anlayan, resimleri yorumlayabilen bir resim kültürüne de sahiptir Ali Akbaş. Ünlü Alman besteci Hans Eisler şöyle diyordu: “Sadece müzikten anlayan, müzikten hiçbir şey anlamaz”. Ali Akbaş için de sanat bir bütündür: resim de, müzik de, heykel de, geleneksel sanatlarımız da ve hayatın kendisi… Müzik demişken Ali abinin Türk halk müziği ile ilgili kültürü emsalsizdir. O türkülerimize bir başka bakar, türkülerimizi bir başka dinler. Halk müziğiyle uğraşan müzisyen dostlarım da dâhil çok az kişide Ali abinin türkü kültürü kadar geniş ve derin bir birikime rastladım. “Türküler bizim romanlarımızdır” diyordu ya Yahya Kemal, Ali abi de türküleri biraz öyle dinler, biraz öyle okur. Türküleri dinlerken Anadolu’nun dertlerini, çilelerini yüreğinde hisseder ve oradan bir kültür tarihi çıkarır. Bizim türkülerimizdeki şifreleri çözer. “Elif dedim, be dedim, kız ben sana ne dedim” diye başlayan türküyü, pek çok kişi türkünün bu mısralarını kafiye tutturmak için söylenmiş zannederek hafife alır. Ama Ali abi türküyü söyleyenin sevdiğinden su istediğini düşünür. Elif ve be yan yana geldiğinde eski dilde ab olur ki bu da su demektir. Pek çok husus vardır türkülerde onun fark ettiği belki bu yüzdendir en güzel türkülerimizden ikisinin ona ait oluşu. “Kimse çekmez türkülerin çektiğini kervanda buğradır bizim türküler.” Türküler şiirinin bir başka mısraında; “Bizim kızlar bulmayınca dengini ya türkü yakar ya kendini” diye Anadolu’nun genç fidanlarının yaralarına ortak olur. Bu geniş halk müziği kültürünü, diğer bütün alanlarda olduğu gibi çevresindekilerle de paylaşır, onların da zevklerinin, bilgilerinin, kültürlerinin gelişmelerine katkıda bulunur. Bu manada kıymetli eşleri Ayten ablanın müzik zevki ve kültürü de eşsizdir. Oğulları Taşer’in nikâh merasimi yapılacaktır, Ankara’nın güzel salonlarından birisi Atakule’nin içindeki nikâh salonu kiralanır ve Ayten abla salon görevlilerine misafirlerin karşılanması sırasında ve merasim süresince Türk sanat müziği eserlerinin çalınmasını istediklerini ifade eder ve lütfen Sadettin Kaynak’tan bu tarafa gelmeyin, eski eserleri dinletin diye de özel bir talimat verir. Bilmem, kaç kişi farkındadır; Sadettin Kaynak’tan sonra sanat müziği eserlerimizin bestelerinin arabeskleştiğinin. Bestelerdeki bu seviye zafiyeti Ayten ablayı rahatsız etmektedir Ayten ablanın salon görevlilerini bu tarzda uyarmasından Ali abi son derece memnun olmuştu ve bunu sonraki dönemlerde de sık sık dile getiriyordu. Çevresinde olan herkesin, hepimizin yalnızca şiir ve edebiyat zevkinin değil, müzik ve resim zevkinin gelişmesinde de onun tutumunun, davranışlarının, yaşayışının önemli katkıları vardı elbette.
Yazılan şiirlerin, hikâyelerin, yazıların sevdikleriyle ve zevkine güvendikleriyle karşılıklı okunması, istişare edilmesi Ali abinin sık yaptığı davranışlarındandı. Yeni bir şiiri, yeni bir hikâyeyi karşılıklı olarak dostların birbirine okuması çok ayrıcalıklı bir durumdu elbette. Eserlerinin kendisi olduğu gibi, bazen onlara isim verme de bu istişarelerin konusu olurdu hatta yalnızca şiirlerin, hikâyelerin, kitabın ismi değil yapılan televizyon-radyo programlarının isimlerini de tartışırdık. 2008 yılı olmalı, sanatçı dostumuz İrfan Gürdal’la TRT’de bir program hazırlığındayız. Programda Türk Dünyası’ndan müzikler olacak. Bu müzikleri İrfan Gürdal’ın şefliğinde Türk Dünyası Müzik Topluluğu icra edecek, Türk Dünyası’ndan sanatçılar davet edeceğiz ve müziklerin arasında da Türk Dünyası’yla ilgili sohbet bölümleri olacak. Ben de bu sohbet bölümlerinde İrfan’la beraber bulunacağım. Programın adını bulmakta zorluk yaşıyorduk çünkü daha önce hiç kullanılmamış bir isim olmalıydı bizim önerdiklerimizin hemen tamamı ya beğenilmemiş ya da daha önceden başka programlar tarafından kullanılmış çıkıyordu. Programın hazırlık aşamalarında Ali abi ile istişare ediyorduk isim bulamadığımızı söyledik. Programa bir ad konulmalıydı, Ali abi birkaç teklif sıraladı ama onun teklifleri de daha önce kullanılmış isimlerdendi. “Ayten’e soralım” dedi. Daha önce Ayten abla Bayram Bilge Tokel ağabeyin programına isim koymuştu. Çok geçmeden bizim programımıza da bir isim buldu: Programımızın adı Gönül Bağı olacaktı. İlginçtir gönül dağı adında birkaç kez program yapılmış ama hiç kimse Gönül Bağı adında, bir program adı olabileceğini düşünmemişti. Bu güzel isim bizim programımızla başladı. Hem gönüller arasındaki ilişkiyi; halklar, sanatlarımız, tarihimiz arasındaki bağları hem de bahçe anlamındaki gül bağı gibi güzelliklerle dolu bir mekânı çağrıştırması bakımından Gönül Bağı çok güzel bir program adıydı ve bizim programımıza da çok uygundu. Sonraki yıllarda Gönül Bağı ismini TRT başka yapımlar içinde kullanmaya devam etti.
Ali abi dostluklarına çok kıymet verir, bir şehir birkaç kişiyle anlamlıdır der, birkaç dostu o şehirde yoksa o şehrin ışığı da onun için sönmüş demektir.
Ali abinin Türk kültürüne ve onun değerlerine olan bağlılığı çok yüksektir. Bunun en güzel örneğini Kaşgarlı Mahmut’un doğumunun bininci yılı ile ilgili çalışma esnasında yaşadığımız bir hatırayı paylaşmak isterim. 2007 yılıydı ve biz Avrasya Yazarlar Birliği olarak faaliyetlerimize yeni başlamıştık. 2008 yılının Kaşgarlı Mahmut’un doğumunun bininci yılı olduğunu fark etmiş ve bununla ilgili çalışmalar yapılması gerektiğini düşünüyorduk. Birkaç yönetim kurulu toplantısını yalnız bu gündemle yaptık. Kaşgarlı Mahmut’un bininci yılını uluslararası bir seviyede kutlamalıyız bunun temini için bizim yapabileceklerimizi sıralamıştık. Bu seviyeye ulaşılamazsa hiç değilse bir ya da birden çok Türk devleti bu yıla sahip çıkmalı ve devlet seviyesinde kutlamalıydı. Bunların hiçbirisini başaramazsak biz Avrasya Yazarlar Birliği olarak kendi imkânlarımız ölçüsünde bu yılı kutlama gayretine girecektik. Kültür Bakanlığına, Millî Eğitim Bakanlığına gelecek yılın Kaşgarlı Mahmut’un doğumunun bininci yılı olduğuna dair yazılar yazdık, darphaneye bininci yıl hatıra parası basılması için, postaneye Kaşgarlı Mahmut pulu çıkarılması için müracaatlarda bulunduk. 2007 yılının sonbaharında Bakü’de Türk Dünyası Kurultayı toplanıyordu. Kurultayın açılışında devlet başkanlarımızın Kaşgarlı Mahmut yılını kutlayacaklarına dair konuşmalarında ifadeler bulunmasını veya kurultayın sonuç bildirisine bu hususun dâhil edilmesi için girişimlerde bulunduk. Bu arada yönetim kurulunun önünde mühim bir mesele daha vardı Kaşgarlı Mahmut’un eşsiz eseri Divanı Lügatit Türk gibi kayıp olan ama bazı kaynaklarda varlığından bahsedilen hatta Kaşgarlı Mahmut’un kendisinin Türkçenin gramerini yazdım dediği Kitab-ı Cevahirin bininci yılda bulunması için bir kampanya düzenlemeye karar vermiştik. Bilindiği gibi dilimizin emsalsiz eseri Divanı Lügatit Türk de uzun yıllar kayıptı aydınlar onun varlığını biliyorlardı fakat kendisini gören olmamıştı. Ali Emirî Efendi, Divanı Lügatit Türk’ü buldu ve Türk Dünyası’na, insanlığa hediye etti acaba Kitab-ı Cevahirin de bulunabilir miydi? Bulunmasa da böyle bir kitabın varlığından uluslararası kamuoyu daha yakından haberdar edilip farkındalık oluşturabilir miydi? Avrasya Yazarlar Birliği olarak bu amaçla bir ödül ilan edecektik. Ödülün miktarını yönetim kurulu uzun süre tartıştı, ödülü altınla vermeye karar verdik. Altının miktarı ise bininci yılda 1000 altın olacaktı. Kaşgarlı Mahmut’un doğumunun bininci yılında onun kayıp eseri Kitab-ı Cevahirin’i bulan kişiye 1000 Cumhuriyet altını ödül verilecekti, bu kararı verilmişti. Arkadaşlarımızdan birisi sorma ihtiyacı duydu: 1000 Cumhuriyet altını bizim için oldukça büyük bir meblağdı eğer bir kişi ben Kitab-ı Cevahiri buldum diyerek gelirse, biz 1000 Cumhuriyet