Ali Akbaş Armağanı. Анонимный автор
talihin bize sunduğu büyük bahtımızdır.
AİLEMİZİN VELİSİ ABİM
Ziya AKBAŞ
Ailemiz, Kahramanmaraş ilinin Elbistan ilçesine bağlı Maraba köyündendir. 1960’lı yılların başında Ceyhan Nehrinin, Söğütlü Çayı ile birleştiği, ilçeye 3-4 km mesafede olan Su Çatındaki ovaya yerleşmişiz. O yıllarda kalabalık ailelerden olan AKBAŞ ailesi 13 kardeşten oluşmaktadır. Kardeşlerin en büyüğü Ali abim olup, ben ise 7. Sıradayımdır. Dünyaya gelişim, Harman zamanı harman yerinde olmuştur (Ağustos sonu Eylül başı). O zamanlarda alışagelmiş şekilde nüfusa doğru yazılmadığı aşikardır ki kimlikte Mayıs 1962 yazılıdır (doğum yılı da meçhul). Rahmetli Anam bir rençber gibi hayvanların bakımı, tarla işleri ile ilgilenirdi. Aynı zamanda sabah kalktığımızda çorbamız ve sıcak kömbemiz hazır olurdu, sanki hiç uyumazdı. İlçemizin Sık Memmet, Sefer ve Horey Hüseyin gibi mecnunlarının doyurulması ve temizliği de anama aitti. Rahmetli Babam ise tam da Abimin ‘Babam’ şiirinde tarif ettiği gibi bir rençberdi.
Bazı an öyle yaman
Dünya korkar sanırım
Biraz sabır ve iman
Ben babamı tanırım
Harman yanarken gördüm
Yağmur yağarken gördüm
Güler ağlarken gördüm
Ben babamı tanırım
Babam en büyük çeri
Ekmektir alın teri
Uy babamın elleri
Ben babamı tanırım
Evimizin direği
Ne büyüktür yüreği
O erkeğin erkeği
Ben babamı tanırım
Büyüktür dağlar kadar
Bulunmaz ona uyar
Azıcık parası var
Ben babamı tanırım
O toprakla güreşir
Öküzüyle dilleşir
Dünyamız güzelleşir
Ben babamı tanırım
Yine Ali Abimin Söğüt ve Serçe yazısındaki serçeler gibi her birimiz korunaklı bulduğumuz ve rızkımızın tayin olduğu barınaklara uçtuk.
Abim ailenin okuyan ve en büyüğü olması hasebiyle bizim, akrabalarımızın, komşularımızın VELİSİ idi. Kitap sevgisi, okuma alışkanlıkları abimin getirdiği kitaplar sayesinde başladı. Okuma alışkanlığı o kadar içimize işlemişti ki, kitabı bitirmeden uyuyamıyordum. Şartların zor olduğu o yıllardan unutamadığım bir hatıradır ki; Rahmetli Anam gecenin bir yarısı kitap okurken (gaz lambasının gazı boş yere gitmesin diye) geldi ve ‘Oğlum, gündüze kıran mı girdi?’ dedi. Ardından, ışık anahtar deliğinden ve kapının eşiğinden görünmesin diye, elime gelen bez parçalarıyla kapatır ve okumaya devam ederdim.
80’li yıllarda sokaktaki siyaset okullara kadar girmişti. Abilerimizin siyasi görüşlerinin faturası aileye ve yakınlarımıza kesiliyordu. O zamanlarda maalesef okulu bırakmak zorunda olan kardeşlerimiz oldu fakat benim lise eğitimim bir türlü bitti. Üniversiteyi kazanamamıştım, Ankara’ya Velim olan abimin ve yengemin kanatlarının altına girerek sınava hazırlandım, çok şükür başarılı olmama vesile oldular. Erciyes Üniversitesini kazanmıştım, abim Kayseri de arkadaşı olan rahmetli Şükrü Karaca’nın himayesine gönderdi ve okula başladım.
Hayat yeni başlamıştı, okul, askerlik bitmişti, iş yoktu. Ankara’nın Emek semtinde bulunan 2 göz odalı evinde, Öğretmen maaşıyla ailesine bakan Ali abimin yanına sığınmıştım. Yengem, bir yuva kurmam gerektiğini düşünerek (benden kurtulmak için) yeğeni olan eşim Nurcan ile tanışmama vesile oldu. Eşim ise kısmetiyle geldi ve kurumsal bir şirkette muhasebeci olarak iş hayatına başlamış oldum. Ali abim, oğullarım; Tarık Turan’ın, Taha Tuğrul’un ve Ahmet Alp’in isimlerini koyarak bizlere olduğu gibi yeğenlerine de ömürlerinin başında veliliğini yapmıştır.
Velilik vasfını yüklediğimiz abim, memleketimizin Ankara’daki kapısıdır ki; hastası olan, okullusu olan, yolcusu olan herkesin sıcak bir çorba ve yatak veren konumunun yanında neticede beş çocuklu bir aile babalığı vardır. Dünya malına karşı son derecede kayıtsızdır, parasının hesabını kitabını bilmez, kendisine ihtiyacını bildiren hiç kimse eli boş dönmemiştir. Abimin en büyük dayanağı olarak gördüğümüz yengemin şehirli bir esnaf kızı olmasının artısı, abimi ve evin bütçesini çekip çevirir, denkleştirmesidir.
Abim şiire, edebiyata, sanata dolayısıyla mesleğine aşıktır. İnsan yetiştirmek, gençlerin ruhuna dokunmak, onları geleceğe hazırlamak başlıca çabasıdır. Mesleğinin kutsiyetine evlatları da inanmış olmalı ki; Taşer ve Selcen üniversite de akademisyen, Elif ve Selçuk ise öğretmendir. Aralarından sadece Emre mühendisliği seçmiştir ki o da sazı ile abimin ozanlık geleneğini devam ettirmektedir.
Abim, Ülkenin çeşitli illerinde ve ilçelerinde öğretme mesleğini ifa etti. 65’inde üniversiteden emekli olunca bir ara boşluğa düşer gibi oldu fakat sonrasında Avrasya Yazarlar Birliğini kurdular. Bu süreçte derginin sermayesine katkı sağlamak için kullandığı sigarayı terk etmesine vesile olmuştur. Sayıları aylık çıkan, Kardeş Kalemler Avrasya Edebiyat Dergisi ile abim 10-15 yaş birden gençleşti. Dernek ve dergi vasıtası ile Türk İslam Dünyasına hitap eder oldu.
Avrasya yazarlar birliği bünyesinde oluşturdukları şiir ve yazar atölyesi vasıtasıyla yüzlerce gencimizin kültür ve sanat vadisinde kanatlanıp yetişmesini sağladılar.
İnsani ilişkilerde hep vermeyi ve tevazuyu âdet edinen abim, özellikle şiir ve sanat konusunda asla taviz vermez, kendisine gelenlerin içinden bir kabiliyet gördüğü anda onu asla bırakmaz ama bazılarının geçici heveslerini sezdiği anda da “sen bu şiir sevdasından vazgeçsen iyi olur” diye kestirip atmaktan da çekinmez.
Ali abimin gençlik yıllarında şiirlerine konu olan hayallerle süslediği Türk Dünyasını, Demir Perdenin yıkılışından sonra adım adım gezmiş, gönül coğrafyamızdan yüzlerce kültür sanat adamıyla kopmaz dostluklar kurmuştur.
Gün gelmiş Bosna’nın bahtsız yetimlerine ağıt yakmış, gün gelmiş Hazreti Türkistan (Ahmet Yesevi)’nin eşiğine yüz sürmüş Orta Asya Türklerinin yiğit liderine destanlar yazmıştır. Ülkemizin tarihine geçen 15 Temmuz Destanı olarak adlandırdığımız, atlatılan badirede de kendisiyle birlikteydik;
15 Temmuz gecesi biraderimizin evinde idik. Ahlaksız kalkışmayı