60'lardan Günümüze Azerbaycan Hikâyesi. Анонимный автор
gözünü kesiyor, anne yüreğinde kıvrılan bir korkunun ağladığını fark ediyor, feryat ettiğini duyuyor;
–Yavrun donuyor, yavrun donacak, kollarının arasındaki duygusal bir nefes kesilecek, göğsünün üzerine buz bağlanmış bir dünyanın ağırlığı çökecek…
Lakin anne, yüreğinde ağlayan korkuya isyan ediyordu. “Bırak dünya buza dönsün, hayat yer üstünden kaçıp yeraltına taşınsın, ne olursa olsun anne yüreğinin sıcaklığı sönmeyecek, merhametsiz olan hiç bir kör kuvvet, küçük bir hayat fidanını annesinden koparamaz.”
Ve anne ani hareketle üstündeki yün ceketi çıkarıyor, yavrusunu sıkı sıkı sarmalıyor, ama ayaz kızgın bir demir gibi annenin yüzünü, gözünü dağladıkça, iliklerine kadar işleyen soğuktan vücudu titredikçe, anne öyle zannediyor ki, bu donan onun yavrusudur. Anne bu sefer başındaki kalın yazmayı da çıkarıyor, yine yavrusunu sarmalıyor ve kendisi ise savunmasız haliyle ayaz karşısında daha da savunmasız kalıyor.
Şimdi o, donduğunu anlıyor, ayazın buzlu kemendinden kurtuluşa inancı yoktur ve güvendiği tek şey yaslandığı bu bir çift kayın ağacı onu ayakta tutacaktır. O şimdi yine eliyle üzerinden bir şeyler çıkarıp yavrusunu sarmalıyor ve titreyen son nefesini, duyulmayan son sözünü de yavrusunun üzerine örtüyordu; “Korkma tıfılım, korkma ufacığım, son nefesimin sıcaklığı da senindir…”
Sonra anne susuyor, beyninde bir uğultu kopuyor, kulakları dibinde kırık bakır simler geriliyor ve gerilen bu simler birbirinin ardı sıra kırılıyor, annenin göz kapakları kilitleniyor, nefesi ayaklarının altına dökülüyor ve anne ayazın buz zinciriyle, çift kayın ağaçlarına bitişip hareketsiz kalıyor.
Ve şimdi gökte yıldızları bağırtan amansız bir kış gecesi; anneye başka bir yün hırka giydiriyor, başka bir yazma örtüyor ve ayazın buz parmakları durmadan anne için billur işlemelerle beyaz yıldızlı, yeni bir elbise dikiyor…
Aydınlığıyla gözleri kamaştıran ayazlı bir sabah açılmıştır.
Ve iki beyaz sütun gibi göklere yükselen çifte kayın ağaçları karşısında beyaz önlüklü üç kişi durmuştur.
Onlar gece pususundan dönen genç dövüşçülerdir, şimdi her üçü başlarını açıp yerlerinden kımıldanmadan, gördükleri bu manzara karşısında donup kaldılar ve onlar ömürleri boyunca gördükleri bu manzarayı da unutmayacaklar…
Bu, donmuş genç bir kadının geceden kalma buz heykelidir.
Ve onlar, genç dövüşçüler mukaddes bir mihrap karşısında durmuşçasına nefeslerini tuttular. Ne zamandan beri burada gelip durduklarını unuttular ve taş gibi yüreklerinden asılan hissin ifadesiyle söz dışında kalındığı için, sustular!
Nihayet, onlardan biri hareketlendi, bilinmez bir güç onu ileri sürüklüyor, yaklaşıyor, donmuş annenin buz heykeli karşısında duruyorve anlık tereddütten sonra delicesine bir ümidin telkini üzerine annenin kolları arasındaki üzeri buz kaplamış şeyi kontrol ediyor, heyecandan titreyen parmaklarıyla karı temizliyor ve heyecanla buz altındaki örtüyü çözüyor, açıyor, dağıtıyor ve birden… Oradan, en derinden küçük bir varlığın bakışları gözlerine dikiliyorken, bütün beklediklerine ve beklemediklerinerağmen bu ansızın yavru bakışından tuhaf oluyor, göğsündeniteklenmiş gibi bir adım geri sıçrıyor ve sonra dönüp telaş içinde ona bakan yoldaşlarına, susarak durmuş bu karlı çöllerin sessizliğine ve donmuş, buz bağlamış bütün dünyaya sesleniyor:
“Ufaklık sağ, arkadaşlar, duyun, ufaklık sağ ve bütün dünya duysun ufaklık sağ!…”
Ve o vakit üçü de aynı anda annenin kucağındaki yavruya doğru eğiliyor, bakıyorlar, gözlerine inanamıyorlar. Bakıyorlar; boğazlarında düğümlenen kederden dolayı hiçbiri hiçbir şey diyemiyor, sabah aydınlığından gözleri kamaşan yavru ise donmuş ana kucağından hayretlerle onlara bakıyor ve gülümsüyor. Defalarca-sına savaşlardan çıkmış bu üç genç dövüşçünün gözlerinde yaş durmuyor ve her üçü ellerinin tersiyle gözyaşlarını siliyorlar…
Sonra başlarını kaldırıp yeniden annenin buzdan heykeline bakıyorlar ve yere kadar secde ederek son kez annenin buzdan heykelinin karşısında baş eğiyorlar.
Vakittir… Artık geri dönmeliler… Her üçü arka arkaya sırayla geri dönüyorlar ve yavruyu sırayla kucaklarında götürüyorlar ve her defasında yavru kimin kucağındaysa diğer ikisinden biri önde, biri arkada yavruyu koruyorlar.
Ve şimdi genç ananın buz heykeli artık onlar için tunçtan yapılmış, ana yüreğinin ölmezliğini tecessüm ettiren en muhteşem bir abide gibi her zaman onların hayalinde kalacak ebedi bir heykeldir.
Bebekler Yaşasın Diye Donar Anneler: Enver Mehmethanlı’nın “Buz Heykel” Hikâyesinin Tahlili
Necati TONGA
1930’lu yılların ortalarında edebiyat âlemine dâhil olan, 1947 yılında yayımladığı Şarkın Seheri adlı piyesiyle dikkatleri üzerine çeken Enver Mehmethanlı (1913-1990), modern Azerbaycan hikâyesinin kurucu isimlerinden biri olarak dikkat çeker. Yavuz Akpınar, Azerî Edebiyatı Araştırmaları adlı kitabında Enver Mehmethanlı’yı; Mirza İbrahimof (1911-1993), Sabit Rehman (1910-1970), İlyas Efendiyev (1914-1996), Süleyman Valiyev (1916-1996) ve İmran Gasimof (1918-1981) ile birlikte savaş yıllarında edebî faaliyete başlayıp daha çok 1946’dan sonraki yıllarda olgunluk çağına ulaşmış yazarlardan biri olarak anar.
Akpınar’a (1994) göre Enver Mehmethanlı, Sovyet devri Azerbaycan nesrinin olgun örneklerine imza atan bir yazardır (s. 68, 77). Anar, aynı zamanda akrabası olan Enver Mehmethanlı’nın Azerbaycan edebiyatındaki yerini “biraz da sitemli bir şekilde” şu cümlelerle değerlendirir:
“Enver, ilk hikâyelerinin yazarı gibi, otuzlu yıllarda ne sebeptense Allah göstermesin dünyasını değişmiş olsaydı, bugün onu mesela musikide Asef Zeynallı, ressamlıkta Rüstem Mustafayev gibi çok erken vefat etmiş nadir bir yetenek gibi hatırlar ve değerlendirirlerdi. Babasına göre, kendi taşkın hareketlerine 37. yılın kurbanı olsaydı şimdi daha çok putlaştırılırdı. Vatan savunması cephelerinde ölseydi, Azerbaycan nesrinin unutulmaz savaş kurbanı gibi anılırdı… Ama edebiyatta gerçek, dayanıksız görüşlerin yerini tutması için o bütün ömrünü, bütün sıkıntılı hayatını yaşamalıymış… Ve eğer birinin söylediği gibi, yazarlık bir meslek değil, bir yaşam biçimiyse Enver’in maneviyatımızdaki yeri bugün belirlenmiş seviyesinden kat kat yüksektir. Edebiyat tarihimizde ona ayrılmış kısımdan çok büyüktür” (Aktaran Nuraliyeva, 2013, s. 11).
Mikail Rızakuluzade ise, Enver Mehmethanlı’nın üslubuna dikkat çeker:
“Enver Mehmethanlı, Azerbaycan nesrinde akıcı üslubun öncüsü sayılabilir. Yazarlığının, hele yaratıcılığının ilk yıllarında kaleme aldığı Bakı Geceleri, edebiyatımızda şiirsel üslupla yazılmış en güzel eser olarak gösterilebilir. Bölgeden başkente, büyük, çok büyük arzular, umutlarla gelmiş gencin duyguları o kadar zarif, ince, akıcı bir dille tasvir olunur ki insan bu hikâyeyi okuduğunda gerçekleri unutur” (Aktaran Nuraliyeva, 2013, s. 9).
Şarkın Seheri, Od İçinde gibi piyeslerinde halkın acılarını işleyen Mehmethanlı, hikâyelerinde de tarih ve savaş temalarına yoğunlaşan, bu sayede dönemin tarihî panoramasını gözler önüne seren bir yazar olarak ön plana çıkar. Pek çok dile çevrilen