İki Şehrin Hikâyesi. Чарльз Диккенс

İki Şehrin Hikâyesi - Чарльз Диккенс


Скачать книгу
yalancı beni bu şekilde suçlamıştı; fakat bu doğru değildi.”

      “Doğru olmadığına yemin eder misiniz?”

      “Ederim.”

      “Oyunlarda hile yaparak para kazandığınız oldu mu?”

      “Asla.”

      “Oyun oynayarak para kazandığınız oldu mu?”

      “Diğer beyefendilerin kazandığından fazla değil.”

      “Mahkûmdan hiç borç para aldınız mı?”

      “Evet.”

      “Ona geri ödediniz mi?”

      “Hayır.”

      “Mahkûmla olan samimiyetiniz pek de fazla değildi ve onun bulunduğu arabalarda, gemilerde veya hanlarda sizin zorlamanızla gelişmişti öyle değil mi?”

      “Hayır.”

      “Mahkûmu elinde bu listelerle gördüğünüzden emin misiniz?”

      “Kesinlikle.”

      “Listeler hakkında daha fazlasını biliyor musunuz?”

      “Hayır.”

      “Bunları siz temin etmiş olabilir misiniz?

      “Hayır.”

      “Bu kanıt karşılığında bir şey elde etmeyi bekliyor musunuz?”

      “Hayır.”

      “Bu tuzakları kurmak için hükûmetten düzenli bir olarak para alıyor musunuz?”

      “Ah Tanrı’m, hayır!”

      “Ya da başka bir şey yapmak için?”

      “Hayır! Tanrı’m hayır!”

      “Buna yemin eder misiniz?”

      “Tekrar tekrar ederim.”

      “Katıksız vatan sevginiz dışında sizi buna teşvik eden başka bir sebep yok muydu?”

      “Hayır, kesinlikle.”

      Erdemli Uşak Roger Cly yeminini edip tanık sandalyesine oturdu. Dört yıl önce mahkûmun yanına hizmetkâr olarak girmişti. Calais posta gemisinde kendisine becerikli bir yardımcı isteyip istemediğini sormuş, mahkûm da kendisini göreve almıştı. Mahkûmdan kendisini “hayır olsun” diye göreve almasını istememişti, asla böyle bir şey düşünmemişti. İşe alındıktan kısa bir süre sonra mahkûmdan şüphelenmeye ve gözünü üzerinde tutmaya başlamıştı. Seyahat esnasında, mahkûmun kıyafetlerini düzenlerken, benzeri listeleri ceplerinde defalarca görmüştü. Bu listeleri mahkûmun çalışma masasının çekmecelerinden almıştı. Önceleri listeleri buraya koymuyordu. Kendisini, buna benzer listeleri Calais ve Boulogne’da Fransız beylere gösterirken görmüştü. Ülkesini seviyordu ve buna tahammül edemezdi; bu yüzden bilgiyi yetkililere iletti. Asla gümüş bir çaydanlık çaldığından şüphelenilmemişti; bir keresinde hardallık çaldığına dair iftiraya uğramıştı ama onun da kaplama olduğu ortaya çıkmıştı. Biraz önceki tanığı yedi ya da sekiz yıldır tanıyordu ve tanışmaları tam anlamıyla bir tesadüftü. Buna çok tuhaf bir tesadüf denemezdi; zira tesadüflerin çoğu tuhaftı. Bunu yapmaya onu teşvik eden tek şeyin de yine gerçek bir milliyetperverlik olması da garip bir tesadüf değildi. Kendisi tam bir İngiliz’di ve pek çok kişinin de kendisi gibi olmasını umuyordu.

      Yeşil sinekler tekrar uğuldadı. Başsavcı, Bay Jarvis Lorry’yi çağırdı.

      “Bay Jarvis Lorry, Tellson Bankası’nda müdürsünüz değil mi?”

      “Evet.”

      “Bin yedi yüz yetmiş beş yılının Kasım ayında bir cuma gecesi iş sebebiyle posta arabasıyla Londra’dan Dover’a seyahat ettiniz mi?”

      “Evet ettim.”

      “Posta arabasında başka yolcu var mıydı?”

      “İki kişi vardı.”

      “Gece boyunca yolda arabadan indikleri oldu mu?”

      “Evet oldu.”

      “Bay Lorry, lütfen mahkûma bakın. Bu yolculardan biri mahkûm muydu?”

      “O olduğunu söyleme sorumluluğuna giremem.”

      “Bu iki yolcudan herhangi birine benziyor mu?”

      “Her ikisi de sarıp sarmalanmışlardı; gece çok karanlıktı ve hepimiz birbirimizden çekiniyorduk. Dolayısıyla bunu bile söylemem mümkün değil.”

      “Bay Lorry, mahkûma tekrar bakın. O geceki iki yolcu gibi sarıp sarmalandığını farz edin, boy ve cüsse bakımından onlardan biri olmasını mümkün kılmayan bir tarafı var mı?”

      “Hayır.”

      “Onlardan biri olmadığına yemin edemezsiniz, öyle değil mi Bay Lorry.”

      “Hayır.”

      “Öyleyse en azından onlardan biri olabileceğini söyleyebilirsiniz.”

      “Evet. Sadece onların da benim gibi eşkıyalardan çekindiğini hatırlıyorum; fakat mahkûmun ürkek bir havası yok.”

      “Hiç yapmacık bir ürkeklik gördünüz mü Bay Lorry.”

      “Kesinlikle evet.”

      “Bay Lorry, mahkûma bir kez daha bakın. Onu daha önce gördüğünüzü hatırlıyor musunuz?”

      “Evet.”

      “Ne zaman?”

      “Birkaç gün sonra Fransa’dan dönüyordum; kendisi Calais’te benim bulunduğum posta gemisine bindi ve benimle yolculuk etti.”

      “Gemiye kaçta bindi?”

      “Gece yarısından biraz sonraydı.”

      “Gecenin bir köründe yani. Böyle zamansız bir vakitte gemiye binen tek yolcu o muydu?”

      “Öyle denk gelmiş.”

      “Bunu bir kenara bırakın Bay Lorry. Gecenin bir köründe gemiye binen tek yolcu o muydu?”

      “Oydu.”

      “Yalnız mı seyahat ediyordunuz Bay Lorry, yoksa size eşlik eden birileri var mıydı?”

      “İki kişi vardı. Bir beyefendi ve bir bayan. İşte oradalar.”

      “Evet buradalar. Mahkûmla aranızda konuşma geçti mi?”

      “Pek sayılmaz. Hava fırtınalıydı, yol da uzun ve zor. Neredeyse tüm yolculuk boyu bir sedirde yattım.”

      “Bayan Manette!”

      Daha önce olduğu gibi yine tüm gözlerin döndüğü genç kadın oturduğu yerde ayağa kalktı. Babası da ayağa kalkıp kızının elini tuttu.

      “Bayan Manette, mahkûma bakın.”

      Böyle merhametle bakan genç ve güzel biriyle yüzleşmek, zanlı için salondaki tüm kalabalıkla yüzleşmekten çok daha zordu. Kendine yönelen meraklı bakışlardan çok, kızla sanki mezarı başındaymışlar gibi durmak, o an için adamın sakin hâlini yitirmesine neden olmuştu. Sağ eliyle çabuk hareketlerle önündeki otları bir bahçedeki hayali çiçek yataklarına itelemişti. Nefes alış verişlerini düzene sokma çabaları, rengi kalbine akan dudaklarını titretmişti. Büyük sineklerin vızıltısı yine artmıştı.

      “Bayan Manette, mahkûmu daha önce gördünüz mü?”

      “Evet efendim.”

      “Nerede?”

      “Şimdi bahsedilen posta gemisinde, aynı vesileyle efendim.”

      “Bahsi geçen genç bayan siz misiniz?

      “Ne


Скачать книгу