Foma. Максим Горький
olur da bulamazsın bunu! Toplam kâr ne kadar? Otuz kapik. Ve topu topu iki tane işportacı var önümüzde. Bunların biri on yedi kapik alırsa, ötekine ne kalır?”
“Biliyorum…” dedi Foma kısık bir sesle. Mat olmuş hissediyordu kendini. Yavaş yavaş dönüp yerine oturmuş olan Smolin’in yüzünü incelemeye koyuldu. Tombul yanaklar arasında kaybolmuş mavi gözleriyle, çil serpili bu yuvarlak yüz hoşuna gitmiyordu, hayır… Bu arada Yejov, zalimce bacağını çimdiklemiş ve sormuştu:
“Kimin oğlusun sen? Delifişeğin mi?”
“Evet…”
“Hımm. Sana hep sufle edeyim ister misin?”
“İsterim.”
“Ne vereceksin buna karşılık bana?” Bir an düşündü Foma ve sordu:
“Peki ama sen biliyor musun bakalım bütün dersleri?”
“Ben mi? Sınıfın birincisiyim ben…” Bu sırada öğretmen bağırdı:
“Ne oluyor orada? Yejov, kes şu gevezeliği!”
Bir sıçrayışta ayağa fırladı Yejov ve utanmaz bir edayla, “Ben konuşmadım ki İvan Andreyiç,” dedi, “Gordeyev’di konuşan!”
Smolin’in sakin sesi girdi araya:
“İkisi de konuşuyorlardı.”
Yalancıktan ve gülünç bir şekilde suratını asan öğretmen, kalın dudağını acayip bir sesle şaplatarak hepsini azarladı. Ama bu, Yejov’un yeniden fısıltıya başlamasına engel olmadı:
“Görürsün sen Smolin! Gammazlığını ödetirim elbet sana…”
Başını çevirmeden cevap verdi Smolin:
“Ya sen niye yükleniyorsun yeni gelmiş acemiye?”
“Öyle olsun bakalım, ama sen görürsün!..” dedi Yejov yine ıslık çalan bir sesle.
Foma hep susuyor, fıkırdak sıra arkadaşına göz ucuyla bakmakla yetiniyordu: Hem hoşuna gidiyordu bu çocuk hem de biraz uzaklaşmak arzusu uyandırıyordu onda… Teneffüse çıktıklarında, Smolin’inin de zengin olduğunu öğrendi Yejov’dan. Bir deri sanayicinin oğluydu Smolin. Yejov’sa bir hazine muhafızının oğluydu, yani fakirdi. Gri kutnudan biçme, dizleri ve dirsekleri yamalı elbisesinden, açlıkla çökkün soluk yüzünden hemen anlaşılıyordu zaten yoksul olduğu. Küçücük, sert hatlı, kemikli bir yüzdü bu… Sözlerini daima mimik ve jestlerle pekiştirerek, madenî bir alto sesiyle konuşuyordu Yejov; sık sık da, sadece ona özgü ve anlamı sadece onun tarafından bilinen kelimeler kullanıyordu.
“Artık arkadaş oluruz ikimiz…” demişti Foma’ya. Ve Gordeyev, şüpheci gözlerle ona yan yan bakarak sormuştu:
“Madem öyle niye gammazladın beni biraz önce öğretmene?”
“Tuhafsın doğrusu! Hem yenisin hem de zenginsin sen. Öğretmen zenginlere hırlamaz… Bana gelince, muzipliğimden ötürü sevmez beni; üstelik yoksulluğumdan ötürü de sevmez, kendisine hediye getirmiyorum diye… Buradan çıkınca liseye gideceğim, biliyor musun?.. İkinci sınıfı bitirip hemen gideceğim… Bir üniversiteli var beni hazırlayan… Orada o kadar çok şey öğreneceğim ki şaşırıp kalacaklar burada! Kaç tane atınız var sizin?”
“Üç… Peki ama niye bu kadar çok şey öğrenmen lazımmış?”
“Çünkü fakirim… Fakirlerin çok ama çok okuması gerekir, ancak okuyarak zengin olabilir fakirler. Doktor çıkarlar, memur çıkarlar, subay çıkarlar… Ben de subay olacağım görürsün, pırıl pırıl bir subay… Belimde kılıç, topuğumda çın çın öten mahmuzlar!.. Ya sen ne olacaksın peki?”
Foma düşünceli bir edayla arkadaşını süzerek, “Bilmem ki…” dedi.
“Herhangi bir şey olmaya ihtiyacın yok senin, zengin olman yeter de artar bile… Güvercin sever misin?”
“Severim…”
“Amma nazeninsin yahu! Oooooo… oh!” Foma’nın kesik kesik ve ağır ağır konuşmasını taklide koyulmuştu şimdi Yejov. Sordu:
“Söyle bakalım kaç güvercinin var?”
“Hiç yok…”
“Amma da yaptın! Hem zenginim diyor hem de güvercin beslemiyor… Oysa benim bile üç güvercinim var: Biri hareli, biri tahtalı, biri de akman güvercin… Benim babam zengin olmuş olsa, tam yüz tane güvercin alır, her gün sabahtan akşama kadar uçururdum onları… Smolin de güvercin besliyor, hem de öyle güzel güvercinler ki! Tam on dört tane güvercini var onun, hareliyi bana o verdi zaten. Vermesine verdi ama, yine de tamahkârdır… Bütün zenginler öyledir zaten! Peki ya sen, sen de tamahkâr mısın?”
Kararsız bir sesle cevap verdi Foma:
“Bilmem, bilmem ki…”
“Smolinlere gel, üçümüz bir arada güvercin uçururuz, olur mu?”
“Olur ama izin verirlerse gelirim ancak…”
“Yoksa baban sevmiyor mu seni?”
“Niye? Çok sever.”
“Öyleyse izin verir gelmene… Ama sakın yanılıp benim de orada olacağımı söyleme, bakarsın sırf bunun için göndermez seni… ‘İzin verirsen, Smolinlere gideceğim, dersin, olur biter anladın mı?.. Hey Smolin!”
İri yarı çocuk ağır ağır yaklaşmıştı onlara.
Yejov kınayan bir baş işaretiyle, “Gel bakalım gammaz kızıl!..” dedi. “İnsan seninle arkadaş olacağına köpeklerle arkadaş olsun daha iyi!”
Smolin, hareketsiz gözleriyle Foma’yı sakin sakin inceleyerek sordu Yejov’a:
“Ne mırın kırın edip duruyorsun yine sen?” Yerinde zıp zıp zıplayarak karşılık verdi Yejov:
“Mırın kırın ettiğim falan yok, gerçeği söylüyorum… Koca porsuğun birisin ama neyse, dinle şimdi! Pazar günü ayinden sonra sana geleceğiz bununla.”
“Gelin tabii” dedi Smolin başını sallayarak.
“Tamam geleceğiz… Zil neredeyse çalar, vakit varken ben kanarya satmaya gidiyorum…”
Pantolonunun cebinden, içinde canlı bir şeyin çırpındığı bir küçük kâğıt paket çıkarmış ve parmakların arasından kayıp giden cıva gibi fırlamıştı okulun avlusundan…
Yejov’un canlılığı karşısında şaşkınlığa kapılan Foma, bakışlarıyla Smolin’i sorguya çekerek, “Ne tuhaf çocuk!..” diye mırıldandı.
“Anasının gözüdür…” dedi kızıl. “Hinoğluhindir tam…”
Foma ekledi:
“Ama eğlendirici de…”
“Eğlendiricidir evet…” dedi Smolin.
Sonra bir süre susup karşılıklı birbirlerini süzdüler. Nihayet kızıl saçlı sordu:
“Bize geleceksin değil mi onunla?”
“Geleceğim…”
“Gel tabii… İyi eğleniriz bizde…”
Foma cevap vermedi. Bunun üzerine yeniden sordu Smolin:
“Arkadaşın var mı çok?”
“Hiç yok.”
“Okula gelmeden önce benim de hiç yoktu… İki yeğenim vardı sadece… Ama şimdi bak, bir anda iki arkadaş birden kazandın, görüyor musun…”
“Evet!..” dedi