Foma. Максим Горький
sesi çınlıyor tam o sırada ve suyun yüzünde ufak bir ürperiş görüyor çocuk; yusyuvarlak ve ışıklı küçücük küreler suyu kırıştırarak sıçrıyor şimdi. Kilisenin kulesinden yükselen çan sesi ise bütün suyu, tek bir kudretli hareket içinde çalkanmaya zorluyor ve darbenin etkisi altında uzun bir süre sarsılıyor su, geniş dalgalar hâlinde sarsılıyor. Ve muazzam bir ışık lekesi aydınlatıyor şimdi suyun yüzünü; tam merkezde başlayıp belirsiz ve siyah bir uzaklığa doğru dağılıyor bu ışık, gittikçe solarak eriyor. Ve bu karanlıklar çölündeki boğucu, öldürücü sessizlik başlıyor yeniden.
“Halacığım…” diyor Foma, yalvaran bir sesle.
“Ne var yine?”
“Senin yanma geleceğim ben…”
“Gel peki yavrum, gel benim nazlı küçüğüm.”
Hemen öteki yatağa tırmanıyor Foma, sımsıkı sarılıyor halasına:
“Bana bir masal anlat…” diyor. Gözlerinden uyku akan hala, itirazı basıyor hemen:
“Şimdi, gecenin bu vaktinde haa?”
“Ne olur…”
Çok yalvartmaz insanı hala. Gözlerini yumar ve uykudan ağırlaşan sesiyle, zaman zaman esneyerek başlar:
“Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, kocaman bir imparatorluğun koca devleti içinde, benim güzel yavrum, bir adamla bir kadın varmış; korkunç bir sefalet içinde yaşarmış bunlar. Öylesine yoksul, öylesine yoksulmuşlar ki, yiyecek bir lokma ekmekleri bile yokmuş zavallıların. Kapı kapı dolaşır, önlerine atılan bayat ekmek kabuklarıyla günlerini gün etmeye çalışırlarımış. Derken, efendim, bir çocukları olmuş bu zavallıların… Şimdi bu çocuğu vaftiz ettirmek gerek ama yoksul olduklarından dostlarına, ahbaplarına ziyafet çekecek beş paraları yok; yani hiç kimse gelmiyor evlerine vaftiz töreni için! Çırpınıyor, parçalanıyorlar ama boşuna, kimsecikler çalmıyor kapılarını! O zaman çaresiz, Tanrı’ya dua etmeye koyuluyorlar ikisi birden: ‘Ulu Tanrı!..’ diyorlar… ‘Hâlimizi sen anla ulu Tanrı…’”
Foma ezbere biliyor bu korkunç masalı; Tanrı’nın vaftiz oğlunun masalı bu… Kim bilir kaç kere dinledi. Ve halası daha bitirmeden canlandırıyor hayalinde vaftiz çocuğunu: Beyaz bir ata atlamış, sürüyor atı çocuk, bir vaftiz babasıyla vaftiz annesi arıyor kendine; çölde karanlıklar içinde sürüyor atını ve orada, günahkârların maruz kaldığı dayanılmaz işkencelere tanıklık ediyor… İniltisini işitiyor günahkârların, mırıldanarak dua edişlerini işitiyor:
“Oh insanoğlu! Var git Tanrı’ya sor, bize daha uzun süre işkence edecek mi?”
Ve çocuğa öyle geliyor ki şimdi, beyaz atın sırtında gecenin ortasında yol alan kendisidir ve kendisine yönelmiştir bütün bu şikâyet ve yalvarışlar. Bir eziklik duyuyor küçücük yüreğinde, gözlerinden yaşlar fışkırıyor; sımsıkı yumuyor gözlerini, açmaya korkuyor; adlandıramadığı bir tasayla, yatakta bir o yana bir bu yana dönüyor…
“Uyu yavrum, Hazreti İsa korusun seni!..” diyor ihtiyar kadın, insanların ızdırabını anlatan masalı yarıda keserek.
Böyle gecelerin sabahında Foma hemen fırlardı yataktan, alelacele yıkanır, hızla kahvaltı eder ve çantası çöreklerle, hamur işi tatlılarla dolu olarak okula koşardı. Okulda Yejov, açlıktan kararmış gözlerle beklerdi onu. Zengin arkadaşının cömertliğiyle besleniyordu Yejov. Sivri burnuyla havayı koklayarak, “Yiyecek getirdin mi?..” diye karşılardı Foma’yı hep. “Hemen ver bana çünkü evden hiçbir şey almadan çıktım… Aceleden yani… Saati geçirmişim yine, sabahın ikisine kadar çalıştım dün gece…”
Yaptın mı problemlerini?
“Hayır.”
“Ne uyuşuk çocuksun yahu! Ama korkma boş ver, şimdi yaparım ben sana hepsini!”
Küçük sivri dişlerini çöreğe daldırırken, kedi gibi mırlayıp sol ayağıyla tempo tutarak, Foma’ya kısa cümleler atar ve çözerdi problemi:
“Tamam mı? Bir saatte sekiz kova su akmış… Altı saatte kaç kova su akar? Çok güzel şeyler yapıyorlar sizin evde, pes!.. Altı, demek ki altıyı sekizle çarpacağız.... Soğanlı çörek sever misin? Ben bayılırım!.. Tamam, şimdi ilk musluktan, altı saatte kırk sekiz kova akmış; oysa tam doksan kova su koymuşlardı fıçıya… Çıkarıyorsun değil mi meseleyi?”
Yejov, Smolin’den daha çok hoşuna gidiyordu Foma’nın; buna karşılık, Smolin’le daha iyi arkadaştı. Yejov’un yeteneklerine ve canlılığına şaşkınlık duyuyor, onun kendisinden daha zeki olduğunu görüyor ve ağırına gidiyordu bu durum, kıskançlığa kapıldığı bile oluyordu. Aynı zamanda da ufak tefek arkadaşına karşı, tok insanların açlara duyduğu bir merhamet duyuyordu. Yejov’a beslediği hayranlığı o sıkıcı kızıl Smolin’in yanında açıkça belirtmesini engelleyen, belki de bu merhametti aslında. Besili arkadaşlarıyla daima alay ederdi Yejov, isim takmıştı onlara:
“Börek çuvalları siz de!..” derdi sık sık.
Foma müthiş içerlerdi buna; nitekim bir gün, Yejov fazla ileri gidince tiksinti dolu bir gaddarlıkla haykırdı:
“Pis dilenci, ne olacak!..”
Kıpkırmızı kesilmişti Yejov’un soluk yüzü, kelimeleri ağır ağır telaffuz ederek cevap verdi:
“Öyle olsun bakalım!.. Bundan böyle bir tek sufle alamazsın benden ve kereste gibi kalırsın ortada!”
Üç gün hiç konuşmadılar. Buna en çok öğretmen üzüldü: Saygıdeğer İnyat Gordeyev’in oğluna, üç gün boyunca hep sıfır atmak zorunda kalmıştı…
Şehirde olup biten her şeyden haberliydi Yejov: Hizmetçisi durup dururken bir çocuk doğurunca, savcının karısının kaynar bir tas kahveyi kocasının üzerine nasıl fırlattığını bildiği gibi, sazan balığı avlamak için en iyi yer ve en uygun saatleri de bilirdi; tuzak kurmasını becerir, kuş kafesi yapar ve bunları yaparken falanca askerin kışlanın ambarında kendini niçin ve nasıl asmış olduğunu bütün ayrıntılarıyla hikâye ederdi. Hele öğretmenin o gün hangi öğrenci velisinden hediye aldığını ve bu hediyenin ne menem bir şey olduğunu ilan etmeye gelince üstüne yoktu…
Smolin’in ilgi ve bilgi alanıysa, tüccar hayatının sınırları içinde kalıyordu: Evleri, gemileri, atları hesaba katıp değerlendirerek, kimin daha zengin olduğunu kesinlikle ortaya çıkarmaya bayılırdı kızıl oğlan. Derin bilgi sahibiydi bu konuda ve büyük bir şevkle konuşurdu.
Tıpkı Foma gibi, o da Yejov’a karşı merhametli bir tavır takınırdı; ama dostluk yanı fazla, kibir yanı az bir merhametti bu. Gordeyev’le Yejov’un her ağız dalaşmasında derhâl araya girer, barıştırırdı onları. Bir keresinde de okuldan eve dönerken sordu Foma’ya:
“Yejov’a niye o kadar sert çıkıyorsun kuzum?”
Foma öfkeyle cevap verdi:
“Peki o niye kendini bir şey sanıyor?”
“Kendini bir şey sanıyorsa, bunun asıl sebebi senin çalışmaman ve onun sana daima yardım etmesi. Aslında müthiş zeki bir çocuk… Yoksulluğa gelince, kendi kusuru değil ki bu… Üstelik, her istediğini öğreniyor ve görürsün o da zengin olacaktır…”
“Sivrisinek…” dedi Foma tiksinti dolu bir sesle. “Tam bir sivrisinek, anlıyor musun? Vızıldar, vızıldar ve bakarsın birden ısırmış!”
Ama hepsini birleştiren bir şey vardı hayatında çocukların; zaman oluyor, karakter ve durum ayrılıklarının bilincini tamamıyla kaybediyorlardı. Her pazar Smolinlerde