Dominique. Fromentin Eugène
Sonra devam ile “Benim isim değiştirmemin birçok sebepleri var.” dedi. “Nitekim daha evvel eserlerimi bütün bütün isimsiz çıkarmamın da daha ciddi sebepleri vardı. Bu sebeplerin hepsi şüphesiz edebî ihtiyat veya mahviyetkârlık mülahazalarından ileri gelmiş değildi. Görüyorsunuz ki pek iyi etmişim, çünkü eserlerimin üstündeki imza sahibinin sonunda bir bağcı ve nihayet nahiyesinin belediye reisi olduğunu kimse bilmez.”
“Peki, şimdi artık hiçbir şey yazmıyor musunuz?” diye sordum.
“Oh!” dedi. “Yazmak! Hayır, bu artık bitmiştir! Zaten yapacak hiçbir şeyim kalmadığı günden beri diyebilirim ki, hiçbir şey yapmaya vaktim de olmadı. Oğluma gelince: Onun hakkındaki mütalaam şudur. Eğer ben olmadığım gibi olmuş olsaydım şöyle düşünürdüm: Bray ailesi artık mahsulünü vermiş, vazifesi bitmiştir. Oğlum için istirahat etmekten başka yapacak bir iş yoktur. Fakat takdiriilahi böyle zuhur etmedi. Ruhlar değişti. Onun için daha mı iyi, yoksa daha mı fena oldu? Bilmem. Ben ona tekemmül etmemiş bir hayatın taslağını veriyorum ki, eğer aldanmıyorsam o, tamamlayacaktır.”
Bir saniye düşündükten sonra “Hiçbir şey bitmez.” dedi. “Her şey intikal eder, hatta ihtiraslar bile.”
Hayalat ile meskûn olan bu tehlikeli odadan çıkıp aşağı indiğimiz vakit, Dominique tıpkı eskisi gibi basit bir kır adamı olmuştu. Hâlbuki bana öyle geliyordu ki o odada etrafını alması icap eden birçok arzuların tesiri altında kalacaktır. Oysa o karısına ve çocuklarına tatlı bir iki sözden sonra tüfeğini alır, ıslıkla köpeklerini çağırır ve hava açıksa birlikte gidip ıslak kırlarda günümüzü tamamlardık.
Bu hayat böylece ikinciteşrine kadar kolay, teklifsiz, büyük bir sırdaşlıkla değil, fakat -hayatının içyüzü işe karışmadığı vakitler Dominique’in pek iyi idare etmesini bildiği- mutedil bir tevekkül ve emniyetle geçti. Kırları bir çocuk gibi seviyor ve bu hâlini saklamıyordu. Fakat kırları terennüm etmiş bir edebiyatçı gibi değil, orada ikamet eden bir adam gibi ondan bahsederdi.
Onun ağzından hiçbir vakit çıkmayan bazı kelimeler vardı. Tanıdığım kimseler içinde hiç kimseyi bilmiyorum ki onun kadar bazı düşüncelerden hayâ etsin. Şu itibar ile, şairane tabir olunan bazı hislerin itirafı, onun kudret ve tahammülünü aşan bir işkence mahiyetinde idi. Bir şekle bağlı olmakla beraber köy hayatına karşı öyle hakiki bir düşkünlüğü vardı ki bu vadide bile bile birçok hayalata kapılmaktan kendini alamaz ve köylüleri kötülükler içinde değilse cehalet ve eksiklikler içinde yoğurulmuş gördüğü hâlde dahi birçok hâllerini hoş görürdü. Şüphesiz onların ne ahlak ve âdetlerine, ne zevklerine ne de hurafelerinden hiçbirine iştirak etmezdi. Bununla beraber onlarla daimî bir temas hâlinde yaşardı. Kıyafetinin, kıyafeti gibi etvarının12 da son derece sadeliği, şüphe götürmeyen amirlik sıfatını, icabında mazur gösterebilirdi. Villeneuve’de herkes onun doğduğunu, büyüdüğünü görmüş, birkaç sene ayrıldıktan sonra tekrar gelip memlekette yerleştiğine şahit olmuştu. İhtiyarlar vardı ki onların indinde, şimdi kırk beşlik olan Dominique, hâlâ bir çocuktur. Trembles Şatosu’nun yanından geçerken ikinci katta, sağda, onun eski odasını görenlerden hiçbiri kendisini onlardan ayıran his ve fikir âlemini hatırına bile getiremezdi.
Trembles’da Dominique’in kabul ettiği ziyaretlerden bahsetmiştim. Şahit olduğum bir hadise dolayısıyla bu bahse tekrar dönmeye mecburum. Mücbir sebep hadisenin onu şiddetle alakadar etmiş olmasıdır.
Dominique’in o yıl şatoda toplanan ve eski bir âdete göre Saint-Hubert Yortusu’nu kutlayacak olan dostları arasında en eski arkadaşlarından pek zengin biri bulunuyordu. Dediklerine göre on iki fersahlık mesafede bir şatoya çekilmiş, inziva hâlinde, ailesiz orada yaşıyormuş. Adı Orselli idi. Kumral saçları, hemen hemen tüysüz yüzü, ona zaman zaman gençlik tavırları vererek yaşını birkaç sene eksik tahmin ettirmekle beraber o Dominique’le aynı yaşta idi. Bu oğlanın çalımı güzel, kılığı kıyafeti pek düzgün, tavırları terbiyeli ve fettan olmakla beraber jestlerinde, sözlerinde, aksanında, eskiden beri kökleşip kalmış bilmem nasıl bir züppelik vardı ki her şeyden az çok bıkmış, usanmış hâliyle bazı meclislerde hakiki bir cazibe kaynağı olmaktan hali kalmazdı. Onda fazla bir usanç veya fazla bir kayıtsızlık yahut fazla bir tekellüf ve tesannüt13 vardı. Avı, atları severdi. Seyahate pek düşkün iken şimdi hiç yola çıkmıyordu. Paris’te doğmuş denecek derecede Parisli iken günün birinde Paris’i terk edip gittiği öğrenildi ve böyle bir inzivanın hakiki amili kimse tarafından tayin olunamaksızın akıl ermez bir tenhalık içinde Orsel’deki bostanlarının arasına gelip gömüldü. Bir sığınak veya unutma yeri gibi oraya çekilmiş, dışarı çıkmaz, hiç kimseyi kabul etmez, acayip bir tarzda yaşamaktadır. Büyük ihtiras değilse bile, içinde çeşit çeşit şiddetli arzular tahmin olunabilen böyle genç, zengin bir kimsenin, bilmem nasıl bir inat ile kendini hüznün, kederin karanlıklarına kaptırması, olsa olsa ancak meyusane ve mezbuhane14 bir hareket olarak izah edebilirdi.
Kulak dolgunluğu şöyle böyle malumat sahibi olmakla beraber pek az kültürü olduğu için kitaplara karşı istihfaf ile yüksekten bakar, hele onları yazmak zahmetine girenlere çok acırdı. “Ne için?” derdi. Pek kısa olan hayat, bu kadar kaygıya değmezdi. O zaman mantıktan ziyade fikre dayanarak ümitsizlerin manasız tezini -kendisine bunu söylemek hakkını verecek hiçbir şey yapmamış olduğu hâlde- onların tezini yürütürdü. Yalnızlığın tozları içinde biraz silinmiş ve ana çizgileri artık eskimeye başlamış olan bu karakterin en hassas tarafı büyük lükse, büyük zevklere ve hayatın suni alayişine karşı olan düşkünlüğü idi. Bu meylin onda iyi tatmin edilmemiş ve iyi sönmemiş olduğu anlaşılıyordu. Bütün şahsiyetine sinmiş soğuk ve kibar mahzunluğu gösteriyordu ki eğer pek amiyane olan birçok ihtiraslarının ümitsizliğinden hâlâ bir şey kalmış ise o da aynı zamanda hem kendinden istikrah etmesi hem de bütün manasıyla gün görmeye olan şiddetli iştiyakı şeklinde tezahür etmektedir. Trembles’da o her zaman hüsnükabul görürdü. Eski dostluğunun hatırı için Dominique onun aykırılıklarından çoğunu hoş görürdü. O da bu eski dostluğa bütün kalbini vermiş bulunuyordu.
Trembles’da kaldığı birkaç gün zarfında, herkesin kendi hakkındaki bakışına uygun bir surette kendini gösterdi: Yani sevimli bir arkadaş, güzel avcı, iyi bir misafir ve onun mutat olan ihtirazından bir iki kere inhirafı sayılmayacak olursa sıkıntılı adam cephesi hemen hemen hiç meydana çıkmadı.
Madam dö Bray onu evlendirmeye kalkıştı. Ne boş hayal! Çünkü bu gibi meselelerde onunla doğru dürüst münakaşa etmek kadar güç bir şey yoktu. Her zamanki cevabında kendisinin artık candan bir istekle evlenmek isteyeceği zamanı geçtiğini ve evlenmenin de hayatta tehlikeli ve belli başlı olan diğer akitler gibi, büyük bir heyecan hamlesi istediğini söylerdi.
“Baht işi bu bir kumardır.” derdi. “Bir kumar ki ancak angaje edilen hayallerin değeri, sayısı, hararetli oluşu ve samimiyeti ile çekilir; bir kumar ki eğlenceli olması için iki tarafın da mutlaka ortaya mühim şeyler koyması icap eder.”
İşsiz güçsüz, Orsel’e kapanması dostlarını müteaccip ve müteessir ettiği kendisine söylendi. Yeni olmayan bu mütalaaya karşı cevabı şu oldu:
“Herkes elinden geleni yapar.”
Biri “Doğrusu akıllıca bir söz.” deyince Orselli devam etti:
“Belki. Fakat herhâlde hiç kimse, kendi malikânesinde rahatça yaşamak ve hayatından memnun olmak deliliktir, diyemez.”
Madam dö Bray atıldı:
“Adamına göre.”
“Ne
12
Etvar: Tavırlar, davranışlar. (e.n.)
13
Tesannüt: Dayanışma, omuzdaşlık. (e.n.)
14
Mezbuhane: Boğazlanır gibi. Boynundan kesilircesine. Çırpınarak, son ümit ve son kuvvetle. (e.n.)