Gizli Bahçe. Фрэнсис Элиза Ходжсон Бёрнетт
da ondan pek hazzetmediği belli oluyordu.
“Aman Tanrı’m! Hiçbir şeye benzemiyor bu kız!” dedi. “Annesi de dünyalar güzeliymiş diye duyduk. Hiç ondan nasibini alamamış, değil mi?”
“Belki büyüdükçe serpilir, güzelleşir.” dedi subayın eşi iyi niyetle. “Bu kadar solgun olmasa ve biraz daha güler yüzlü olsa aslında hiç de fena sayılmaz. Çocuklar çok hızlı değişiyor.”
“Bunun epeyce değişmesi gerekir.” diye yanıtladı Bayan Medlock. “Hem bana sorarsanız Misselthwaite’te çocukları değiştirecek pek bir şey yok gibi.”
Mary onlardan biraz uzakta, gittikleri otelin penceresinin kenarında durduğu için kızın kendilerini dinlemediğini düşünüyorlardı. Kız geçen otobüsleri, taksileri ve insanları izliyordu fakat konuşulanları gayet iyi duyuyordu ve eniştesi ile yaşayacağı yeri iyiden iyiye merak etmeye başlamıştı. Acaba nasıl bir yerdi, eniştesi neye benziyordu? Kambur ne demekti? Daha önce hiç kambur birini görmemişti. Belki de Hindistan’da hiç kambur yoktu.
Son zamanlarda başkalarının evinde yaşadığı ve Ayah’ı olmadığı için kendini yalnız hissetmeye başlamıştı ve aklına önceden gelmeyen garip garip şeyler geliyordu. Babası ve annesi hayattayken bile neden kimseye ait değilmiş gibi göründüğünü merak etmeye başlamıştı. Diğer çocuklar anne ve babalarına ait gibiydiler ama sanki o kimsenin kızı olmamış gibiydi. Kendisine ait hizmetkârları, yemekleri, elbiseleri vardı ama kimse onunla ilgilenmiyordu. Bunun huysuz bir kız olmasından kaynaklandığını bilmiyordu; ama tabii ki kendisi huysuz biri olduğunun farkında değildi. Sık sık başkalarının huysuz olduğunu düşünürdü ama kendisinin de öyle olabileceği hiç aklına gelmemişti.
Ona göre Bayan Medlock o boya fıçısına düşmüş gibi sıradan suratıyla, incecik sıradan başlığıyla hayatında gördüğü en huysuz insandı. Yorkshire’a yola koyuldukları ertesi gün, kendisi ile birlikte olduğu anlaşılmasın diye istasyondan tren kompartımanına kadar kadından mümkün olduğunca uzak yürümeye çalıştı. Kendisini onun küçük kızı olduğunu düşünmeleri sinirine dokunabilirdi.
Fakat Bayan Medlock ondan veya onun düşüncelerinden hiç rahatsız olmamıştı. O “gençlerin saçmalıklarına kafayı takacak” türden bir kadın değildi. En azından, kendisine sorulsa böyle cevap verirdi. Kız kardeşi Maria’nın kızı evleneceği zaman bile Londra’ya gitmek istememişti ama Misselthwaite Malikânesi’nin kâhyası olarak rahat bir işi vardı, fena da bir maaş almıyordu ve bu işi elinde tutmanın tek yolu Bay Archibald Craven’ın isteklerini derhâl yerine getirmekti. Soru sormaya bile cesaret edemezdi.
“Yüzbaşı Lennox ve eşi koleradan vefat ettiler.” demişti Bay Craven net ve soğuk tavrıyla. “Yüzbaşı Lennox eşimin kardeşiydi ve ben de kızlarının vasisiyim. Kızın buraya getirilmesi gerekiyor. Bizzat Londra’ya gidip kızı getirmelisin.”
Böylece küçük bavulunu hazırlamış ve yola koyulmuştu.
Kompartımanın bir köşesine oturmuş olan Mary aksi ve huysuz görünüyordu. Okuyacak veya bakacak bir şeyi olmadığı için siyah eldivenli küçük ellerini dizlerinin üzerine koymuştu. Siyah elbisesi onu olduğundan da sarı gösteriyordu ve zayıf ince saçları siyah şapkasının altından sallanıyordu.
“Hayatımda böyle suratsız çocuk görmedim.” dedi Bayan Medlock. Daha önce hiç bu kadar put gibi kıpırtısız oturan bir çocuk görmemişti ve sonunda onu izlemekten yorulup canlı, gür bir sesle konuşmaya başladı.
“Sanırım gideceğin yer hakkında bir şeyler anlatsam iyi olacak.” dedi. “Enişten hakkında bir şeyler biliyor musun?”
“Hayır.” dedi Mary.
“Annen veya babanın ondan söz ettiğini duymadın mı hiç?”
“Hayır.” dedi Mary, kaşlarını çatarak. Kaşlarını çatmıştı çünkü anne veya babasının onunla hiçbir şey hakkında konuşmadıklarını hatırladı. Ona kesinlikle hiçbir şey anlatmazlardı.
“Hımm…” diye mırıldandı Bayan Medlock, onun tuhaf, tepkisiz suratına bakarak. Bir süre hiçbir şey söylemeden durdu ama sonra dayanamadı.
“En azından hazırlıklı olman için bir şey söylemişlerdir. Garip bir yere gidiyorsun.”
Mary cevap vermedi. Bayan Medlock onun bariz ilgisizliğine oldukça bozulmuş gibiydi ama bir nefes alıp devam etti.
“Oranın kasvetli kocaman bir yer olduğundan ve Bay Craven’ın bununla gurur duyduğundan değil sadece, zaten bu bile başlı başına kasvet verici. Ev altı yüz yaşında ve bozkırın tam kıyısında, içinde neredeyse yüz oda var ama çoğunun kapısı kilitli. Evin içi resimler, zarif antika mobilyalar ve orada yüzyıllardır duran eşyalarla dolu, evin etrafında büyük bir park var. Parkın içinde bahçeler ve dalları yere kadar eğilmiş ağaçlar var, bazıları…” Durdu ve bir nefes daha aldı. “Başka da bir şey yok.” diyerek birden bitirdi konuşmasını.
Mary ister istemez onu dinlemeye başlamıştı. Anlatılanlar hiç de Hindistan’dakilere benzemiyordu ve yeni şeyler onun ilgisini çekerdi. Ancak ilgileniyormuş gibi görünmek istemiyordu. Bu onun mutsuz, huysuz hâllerinden biriydi. Öylece tepkisiz oturmaya devam etti.
“Eee.” dedi Bayan Medlock. “Ne düşünüyorsun?”
“Hiçbir şey.” diye yanıtladı. “Öyle yerler hakkında hiçbir fikrim yok.”
Bunu duyan Bayan Medlock kısa bir kahkaha attı.
“Ah!” dedi. “Ama sen ihtiyar kadınlara benziyorsun. Hiç umurunda değil mi?”
“Umurumda olmasının veya olmamasının…” dedi Mary. “Ne önemi var ki?”
“Bak bu konuda haklısın.” dedi Bayan Medlock. “Hiçbir önemi yok. Neden Misselthwaite Malikânesi’nde kalman gerektiğini bilmiyorum, herhâlde en kolayı buydu. Bay Craven, şüphesiz, senin için kendini sıkıntıya sokmayacaktır. Zaten kimse için kendini sıkıntıya sokmaz.”
Sanki tam zamanında aklına bir şey gelmiş gibi kendini durdurdu.
“Sırtı kamburdur.” dedi. “Bu da onu iyice aksi yaptı. Evlenene kadar ne parasının ne de kocaman evin hayrını gören suratsız genç bir adamdı.”
Mary her ne kadar ilgilenmiyormuş gibi görünmek istese de gözleri Bayan Medlock’a döndü. Kambur adamın evli olabileceği hiç aklına gelmemişti, bu onu biraz şaşırttı. Bayan Medlock bunu fark etti ve konuşkan bir kadın olduğu için iyice ballandırarak anlatmaya devam etti. Ne de olsa konuşunca zaman daha kolay geçerdi.
“Karısı tatlı, güzel bir kadındı. Bay Craven onun için dünyanın öteki ucuna bile giderdi. O kadının onunla evleneceği kimsenin aklına gelmezdi ama o evlendi işte ve insanlar onun arkasından adamın parası için evlendiğini söylediler. Fakat öyle değildi, öyle değildi.” dedi emin bir şekilde. “Öldüğü zaman…”
Mary istemsizce zıpladı.
“Ah! Öldü mü?” diye haykırdı, elinde olmadan. Aklına bir zamanlar okuduğu Püsküllü Riquet adındaki bir Fransız masalı gelmişti. Masalda yoksul bir kambur ve güzel bir prenses vardı ve masal birden Bay Archibald Craven için üzülmesine sebep oldu.
“Evet, öldü.” diye yanıtladı Bayan Medlock. “Ve karısının ölümü onu iyice tuhaflaştırdı. Kimse umurunda değil. İnsan yüzü görmek istemiyor. Çoğunlukla başını alır gider ve Misselthwaite’te olduğu zamanlarda kendini Batı kanadına kapatır ve Pitcher’dan başka kimseyi kabul etmez. Pitcher ihtiyar bir adamdır ama ona çocukluğundan beri baktığı için huyunu suyunu çok iyi bilir.”
Anlattıkları