Mister Pickwick'in Maceraları II. Cilt. Чарльз Диккенс
anlıyoruz. Buna diyebileceğimiz şey artık hanımlara ne söyledilerse bununla ilgili Mr. Pickwick ya da Mr. Tupman’a yirmi sekiz mil boyunca tek kelime etmeyip sık sık iç çektikleri, bira ve brendi teklifini reddettikleri ve çok kederli göründükleri olacaktır. Eğer dikkatli hanım okurlarımız bu gerçeklerden herhangi tatmin edici çıkarımlara ulaşabilirlerse bunu yapmalarını rica ediyoruz.
Otuz Birinci Bölüm
Tümüyle Kanunla ve Bu Alanda Eğitim Almış Çeşitli Yetkililerle İlgili Bölüm
Temple’ın çeşitli kıyılarına ve köşelerine yayılmış kimi karanlık ve kirli çeşitli ofisler bulunur. Dinlenme saatleri sırasınca, tüm sabah ve iş saatleri süresince de akşamları kollarının altında tomarlar dolusu ve ceplerinden taşan kâğıtlarla bir içeri bir dışarı çıkan neredeyse sonu gelmeyen bir dizi yazman görülür. Avukat yazmanlarının birkaç seviyesi bulunur. Sözleşmeli yazmanlar vardır. İkramiye alırlar, bir açıdan dava vekilidirler, terzide veresiye hesapları vardır, partilere davet edilirler, bir Gower Caddesi’nde bir de Tastock Meydanı’nda tanıdıkları birer aile mutlaka vardır, uzun tatillerde sayısız atı olan babalarını görmek için şehir dışına çıkarlar. Bunlar kısaca özetlemek gerekirse epey aristokrat yazmanlardır. Sonra maaşlı yazmanlar vardır -büro içinde ya da dışında hizmet veriyor olabilirler- bunlar haftalık otuz şilinlik maaşlarının çoğunu kişisel keyif ve eşyalara harcarlar, Adelphi Tiyatrosu’nda haftada en az üç gün yarı yarıya indirimli oyun izlerler, sonra gidip birahanelerde har vurup harman savururlar ve altı ay önce geçmiş bir modanın şekilsiz karikatürü gibidirler. Sonra orta yaşlı mübeyyizler vardır. Bunların geniş aileleri vardır ve her zaman pasaklı, çoğu zaman da sarhoşturlar. Sonra da ofis yazmanları vardır. Bunlar ilk kez kaban giyiyorlardır, okul çocuklarına yerinde bir nefret beslerler, sosis ve bira için akşamları kulübe giderler ve “hayat” gibisi olmadığını düşünürler. Bu türün sayamayacak kadar çok çeşidi vardır ancak ne kadar çeşitli olurlarsa olsunlar hepsi belirli çalışma saatlerinde az önce sözünü ettiğimiz yerlere aceleyle girer ve oralardan aceleyle çıkar görülürler.
Bu dünyadan elini eteğini çekmiş köşeler; mahkeme emirlerinin hazırlandığı, tebligatların imzalandığı, beyannamelerin çıkarıldığı ve Majestelerinin kullarına işkence ve eziyet etmek ve hukuk mesleğinin erbaplarını rahata erdirmek ve ceplerini doldurmak için yürürlüğe konulan sayısız ustalıklı çarkın mevcut olduğu hukuk mesleğinin bürolarını oluşturmaktadır. Bunlar çoğunlukla gündüzleri kuru küf ve geceleri de ıslak pelerinler, kokuşmuş şemsiyelerden ve içyağından yapılan yoğun mumlardan yayılan kokularla birleşen, senelerdir gizlice nemlenmekte olan sayısız parşömen rulosunun hoş bir kokusunun olduğu alçak tavanlı, küflü bürolardı.
Mr. Pickwick ve arkadaşları Londra’ya döndükten on gün ya da iki hafta sonra, pirinç rengi düğmeleri olan kahverengi paltolu, uzun saçları titiz biçimde tüysüz şapkasının kenarına tutturulmuş, eski ve kirli pantolonu potin çizmelerinin içine dizlerinin her an gizlendikleri yerden çıkacakmış gibi görünmelerine sebep olacak şekilde sıkı biçimde sokuşturmuş bir şahıs; akşamın yedi buçuğunda, bu bürolardan birine aceleyle girdi. Paltosunun cebinden uzun ve ince bir parşömen parçası çıkardı ve memur da o kâğıda okunaksız siyah bir mühür bastı. Sonra her biri parşömenin bir kopyası olan, isim kısmı boş, benzer boyutlarda dört parça kâğıt çıkardı ve boşlukları doldurup beş belgeyi de cebine koyarak oradan aceleyle uzaklaştı.
Cebinde gizemli belgeler olan kahverengi paltolu adam, bizim eski tanıdığımız Freeman’s Mahkemesi; Cornhill’deki Dodson&Fogg Hukuk Bürosundan, Mr. Jackson’dan başkası değildi. Çıktığı büroya dönmek yerine adımlarını Sun Meydanı’na yöneltti ve doğrudan George and Vulture’a girip Mr. Pickwick’in içeride olup olmadığını öğrenmeyi talep etti.
“Mr. Pickwick’in hizmetkârını arayın, Tom.” dedi George and Vulture’ın barından sorumlu kadın.
“Zahmet etmeyin.” dedi Mr. Jackson. “İş için geldim. Eğer Mr. Pickwick’in odasını gösterirseniz ben kendim giderim.”
“İsiminiz nedir efendim?” dedi garson.
“Jackson.” diye yanıtladı yazman.
Garson Mr. Jackson’ı haber vermek için üst kata çıktı. Ancak Mr. Jackson onun hemen arkasından gidip adam daha tek bir kelime söyleyemeden odaya girdi.
Mr. Pickwick o gün üç arkadaşını yemeğe davet etmişti, hepsi ateşin karşısına oturmuş şaraplarını yudumluyorlardı ki Mr. Jackson kendini yukarıdaki şekilde açık etti.
“Nasılsınız, efendim?” dedi Mr. Jackson, başıyla Mr. Pickwick’e işaret ederek.
Bizim beyefendi başıyla selam verdi ve Mr. Jackson’ın dış görünüşü hafızasında bir şey canlandırmadığından biraz şaşırmış biçimde baktı.
“Dodson and Fogg’s’tan gelmiştim.” dedi Mr. Jackson, açıklar bir ses tonuyla.
Mr. Pickwick aynı anda kalktı. “Sizi avukatıma yönlendirdim beyefendi, Gray’s Hanı’ndan Mr. Perker.” dedi. “Garson, bu beyefendiye çıkışa kadar eşlik edin.”
“Affedersiniz, Mr. Pickwick.” dedi Jackson, şapkasını mahsus yere atıp cebinden bir parça parşömen çıkararak. “Ancak bu gibi durumlarda bire bir görüşmek gerekir efendim, ya yazman ya da aracı yoluyla. Siz de biliyorsunuz bu işler nasıldır, fazla tedbir göz çıkarmaz. Sonuçta söz konusu yasal belgeler, ha?”
Tam bu anda Mr. Jackson gözlerini parşömene dikti, ellerini masaya koyup kazanmış ve ikna etmişlere özgü bir gülümsemeyle: “Haydi ama bu kadar ufak bir durumu mesele hâline getirmeyelim. Aranızdan hangi beyefendinin adı Snodgrass?” dedi.
Bu soru üzerine Mr. Snodgrass öylesine gözle görülür şekilde irkildi ki daha fazla yanıta gerek yoktu.
“Ah! Ben de öyle olduğunu anlamıştım.” dedi Mr. Jackson, öncesine göre daha nazik biçimde. “Sizi zahmete sokacak bir maruzatım olacak, efendim.”
“Beni mi?” diye bağırdı Mr. Snodgrass.
“Sadece Bardell ve Pickwick davasıyla ilgili şahit olmanız istenecek.” diye yanıtladı Jackson, kâğıt parçalarından birini imzalayıp cebinden bir şilin çıkararak. “Bundan sonraki döneme denk gelecektir: 14 Şubat olacağını tahmin ediyoruz bunun özel bir jüri davası olmasına dikkat ettik ve listede onuncu sırada. Bu sizin, Mr. Snodgrass.” Jackson bunu söylediği gibi Mr. Snodgrass’ın gözüne gözüne bir parça kâğıt sokup eline de bir şilin verdi.
Mr. Tupman bu süreci sessiz bir şaşkınlıkla izliyordu ki Jackson aniden ona doğru dönüp:
“İsminizin Tupman olduğunu söylersen yanılmış olmam, öyle değil mi?” dedi.
Mr. Tupman, Mr. Pickwick’e baktı ve sözü geçen beyefendinin gözlerinde isminin Tupman olduğunu reddetmesine dair herhangi bir cesaretlendirmeye rastlamayınca:
“Evet, adım Tupman, beyefendi.” dedi.
“Diğer beyefendinin ismi de Winkle sanıyorum?” dedi Jackson. Mr. Winkle, olumlu cevap vermekte zorlansa da sözü en son geçen iki beyefendiye de maharetli Mr. Jackson tarafından birer kâğıt parçası ve şilin verildi.
“Pekâlâ.” dedi Jackson. “Korkarım benim çok zahmete sebep olduğumu düşüneceksiniz ancak eğer sizin için sıkıntı olmayacaksa bir kişiye daha ihtiyacım olacak. Elimde Samuel Weller’ın ismi var.”
“Hizmetkârımı buraya gönderin.” dedi Mr. Pickwick. Garson, epey şaşkın biçimde odadan çıktı ve Mr. Pickwick, Jackson’dan oturmasını istedi.
Acı verici uzunlukta bir