Grimm Masalları. Братья Гримм
sürüyü alıp yanımda getirdim.” diye açıklamış.
Çiftçiler: “Peki geriye koyun kaldı mı daha?” diye sorunca da onlara: “Kalmaz mı? Hem de istemeyeceğiniz kadar çok.” demiş.
Bunu duyan köylüler, gidip suyun dibinden kendilerine de birkaç koyun almaya ve sürü oluşturmaya karar vermişler. Hâkim yine: “İlk ben gideceğim.” diye atılmış ve hep birlikte yola koyulmuşlar.
Masmavi gökyüzündeki küçük yumuşak görünüşlü bulutlar, öyle çok koyunları andırıyormuş ki bunların suya yansımasını gören çiftçiler: “Suyun dibindeki şu koyunlara bakın.” diye bağrışmışlar.
Hâkim yine hemen öne atılıp: “Önce ben gidip bakayım, siz bana bakadurun eğer her şey yolundaysa ben sizi çağırırım.” diyerek foşurt diye suya atlayıvermiş. Diğerleri çıkan sesin: “Aşağıya gelin.” anlamına geldiğini sanarak arka arkaya suya atlamışlar.
Böylece köyün bütün sahipleri yok olup gitmiş. Fakir Çiftçi de köyün tek sahibi olarak çok varlıklı bir şekilde yaşamaya devam etmiş.
Altın Anahtar
Kış gelip de yerleri kar kapladığında fakir oğlanın biri, kızakla odun toplamaya gitmiş. Hava öylesine soğukmuş ki odunları toplayıp bağladıktan sonra hemen eve gitmek yerine, bir ateş yakıp biraz ısınmak istemiş. Ateş için yer açmak üzere yerdeki karları temizlerken küçük, altın bir anahtar bulmuş.
Bunun üzerine: “Eğer bir anahtar varsa bir de kilit olmalı.” diye düşünerek yeri kazmaya başlamış ve derken demirden bir sandık bulmuş.
“Eğer bu anahtar bu sandığı açarsa bu küçük kutunun içinde birbirinden değerli şeyler olduğuna şüphe yok.” diye düşünmüş. Bakınmış ama kutunun üzerinde hiç anahtar deliği bulamamış. En sonunda bir tane kilit bulmuş ancak kilit öylesine ufakmış ki neredeyse görünmezmiş. Anahtarı denemiş ve kilide tam olarak uyduğunu görmüş. Anahtarı bir kere çevirmiş veee… Sandığın içinde neler olduğunu, kilit tamamen açılıp da sandığın kapağı kaldırıldığında göreceğiz.
İyi Günde, Kötü Günde
Bir zamanlar huysuz bir terzi ile onun çalışkan, iyi kalpli ve inançlı karısı varmış. Terzinin karısı ne yaparsa yapsın bir türlü kocasını memnun edemiyormuş. Adam sürekli söylenip, karısını azarlayıp, tartaklayıp, dövermiş.
Bu durumu öğrenen yetkililer, terzinin daha iyi bir insan hâline gelmesini sağlamak için ona hapis cezası vermişler. Ona bir süre sadece ekmek ve su verdikten sonra da serbest bırakmışlar.
Adam; bir daha karısını hiç dövmeyeceğine, bütün evli çiftlerin yapması gerektiği gibi iyi günde, kötü günde onun yanında olup huzurla yaşayacağına söz vermek zorunda bırakılmış.
Bir süre her şey yolunda gitmiş ama sonra terzi yine o eski, huysuz hâline geri dönmüş. Karısını dövmeye cüret edemediği için de kadının saçını başını yolmaya başlamış.
Karısı ondan kaçmış ve bahçeye kendisini zor atmış. Adam da onu mezura ve makasla kovalayıp eline ne geçirdiyse kadına fırlatmış. Fırlattığı şeyler kadına çarptığında gülmüş, ıskaladığında ise sinirlenip küfretmiş. Bu durum öyle uzun sürmüş ki komşular kadının yardımına koşmak zorunda kalmışlar.
Terzi, tekrar mahkemeye çıkartılmış ve daha önce verdiği sözler kendisine hatırlatılmış.
Terzi: “Sayın baylar, ben sözümü tuttum, karımı dövmedim. Mutluluğu ve hüznü paylaştım onunla.” demiş.
Hâkim: “Bu nasıl olur? Karın senden sürekli şikâyet ediyor.” dediğinde ise: “Ben onu dövmedim, sadece saçları dağınık olduğu için ellerimle saçlarını taramak istedim. Ancak o benden kaçtı ve beni çok kızdırdı. Ben de onun arkasından koştum ve işine gücüne geri dönmesini sağlamak için ona iyi niyetle, elime ne geldiyse fırlattım. Aynı zamanda ben hem mutluluğu hem de acıyı paylaştım onunla. Mesela attıklarım ona isabet ettiğinde ben mutluydum, karım acılıydı; onu ıskaladığımda ise o mutluydu ben sinirliydim.” diye açıklamış.
Terzinin bu cevabından tatmin olmayan hâkim, sonunda ona hak ettiği cezayı vermiş.
Çivi
Tacirin birinin fuarda işleri iyi gitmiş. Bütün mallarını satarak çantasını altın ve gümüş paralarla doldurmuş. Akşam çökmeden önce evinde olmak istediğinden hemen eşyalarını ve parasını atına bağlayıp yola koyulmuş.
Öğlen olunca bir kasabada durup dinlenmiş. Oradan ayrılacağı sırada atını getiren seyis yamağı: “Bayım, atın arka ayağının nalı için bir çivi lazım.” demiş.
Tacir: “Boş ver, kalsın; bu nal altı-yedi kilometre daha düşmez. Benim de acelem var.” demiş.
Akşamüstü, bir kez daha mola verip atını beslemek için durduğunda seyis yamağı odasına gelerek: “Bayım, atınızın sol ayağındaki nal düşmüş. Onu nalbanda götüreyim mi?” diye sormuş.
Tacir de: “Boş ver, kalsın; at iki kilometre daha gitsin, yeter. Benim acelem var.” demiş.
Yola çıkmışlar ama çok geçmeden at aksamaya başlamış. Derken tökezlemiş, düşmüş ve düşmesiyle bacağını kırması bir olmuş.
Tacir, atı olduğu yerde bırakıp eşyalarını da sırtına almış ve yoluna yürüyerek devam etmek zorunda kalmış. Atı olmadan yavaş ilerlediği için gece geç saate kadar evine varamamış. Yolda kendi kendine: “O talihsiz çivi yok mu, bütün bunlar onun yüzünden oldu.” diye söylenmiş.
Acele işe şeytan karışır.
Parmak Tom
Bir zamanlar fakir bir köylü varmış. Karısı bütün akşam çıkrığının başında oturup ip eğirirken kendisi de bacanın kenarında oturup ateşi karıştırırmış.
Yine bir gün otururlarken adam: “Hayatımız çocuk olmadan ne kadar da sıkıcı; başka evlerden cıvıl cıvıl, neşeli sesler gelirken bizim evimiz ne kadar da sessiz!” diyerek iç geçirmiş.
Karısı da: “Evet, şu başparmağım kadar ufak bir çocuğumuz bile olsa ne kadar da mutlu olurduk. Bütün dileklerimiz gerçekleşirdi.” demiş.
Gelgelelim bir süre sonra, kadının gerçekten tamamen sağlıklı ama başparmağından büyük olmayan bir çocuğu olmuş. Kocasıyla birlikte: “Tam da dilediğimiz gibi.” diyerek şükrediyorlarmış. Ona tam da görünüşüne uygun bir isim vermişler: Parmak Tom.
Çok iyi beslemelerine rağmen çocuk hiç büyümemiş; aynı doğduğu günkü gibi ufacık, parmak kadar kalmış. Ancak çok yetenekli ve akıllıymış. Elinden her iş geliyormuş.
Bir gün babası, odun kesmek için ormana gitmeye hazırlanırken kendi kendine: “Ah, keşke bana at arabasını getirecek biri olsa.” demiş. Parmak Tom da: “Babacığım, arabayı ben getiririm, hem de ne zaman istersen!” demiş.
Babası gülerek: “Nasıl yapacaksın ki? Dizginleri bile tutamayacak kadar ufaksın.” diye cevap vermiş.
Parmak Tom da: “O şekilde yapmayacağım zaten; annem beni atın kulağına oturtacak, ben de ata nereye gideceğini söyleyeceğim.” demiş. Babası da: “Tamam, en azından bir kerelik deneyelim bakalım.” diyerek kabul etmiş.
Hareket zamanı geldiğinde annesi, Parmak Tom’u atın kulağına yerleştirdikten sonra çıkrığında ip eğirmeye devam etmiş. Tom da: “Deh, deeh!” diye bağıra bağıra at arabasını