BIR ACAYIP KEHANET. BUKET TAHMAZ SAVAS

BIR ACAYIP KEHANET - BUKET TAHMAZ SAVAS


Скачать книгу
section>

      Bu Ne Biçim Masal?

      “Sonra, prensin karşısına kocaman bir dev çıkmış. Bu dev öyle korkunçmuş ki, iki gözünün üzerinde bir gözü daha…”

      “Üç göz mü? Üç olmaz, yedi gözü varmış.”

      “Tamam. Yedi gözü varmış. Sonra, iki in…”

      “Gözlerinin dört tanesi korsan gözü gibi kapalıymış. Üç gözünden biri siyah, biri kırmızı, biri de maviymiş.”

      “Ona da tamam. Sonra, iki insan boyunda sivri ve keskin dişleri…”

      “Iıh… Bu dişler de olmaz. Dişleri testere gibiymiş, ama ağzını her açtığında ‘kıırrr’ diye çalışan kocaman testerelermiş.”

      “Peki, dişleri de testereymiş. İki kolunu birden kaldırdığında…”

      “Beş kolunu kaldırdığında…”

      Mert’in bu düzeltmelerine karşın sabırla masalına devam etti büyükanne.

      “Beş kolunu kaldırdığında kuvvetli bir rüzgâr estiriyor, korkunç ayı pençeleri ile yakaladığı her şeyi ezi…”

      “Eziyet ama buuu!..” diye çırpınmaya başlayan Mert, masalın devamını duymamak için elleriyle kulaklarını tıkadı. Büyükannesi ise her zamanki yumuşak ses tonuyla torununu sakinleştirmeye çalıştı.

      “Şimdi sakin ol ve neyin eziyet olduğunu düzgünce anlat bakalım yavrucuğum?”

      “Bu ne biçim masal büyükanne? Bu masal bir eziyet…”

      “Ne demek eziyet?”

      “Benim büyüdüğümü görmüyor musun? Artık ortaokula gidiyorum ama sen bana her gece masal anlatmaya devam ediyorsun. Üstelik modası geçmiş, heyecanlandırmayan, korkutmayan masallar. Ayrıca ayı pençeleri hiç korkunç olur muymuş?”

      “Elbette korkunç. Bırrr, düşündüm ve bak, içim titredi korkudan!”

      Babaannesinin bu son cümlesine kıkırdayan Mert, hemen korkunç devin korkunç ellerinin nasıl olmasını gerektiğini anlattı.

      “Beş kollu devin iki kolu vücudunun sağında, iki kolu solunda, beşinci kolu da sırtındaymış. Sırtındaki kolunu şimdiye kadar hiç kimse görmediği için eli de nasılmış kimse bilmiyormuş. Diğer dört kolundaki dört eli ise korkunçmuş. Bir eli helikopter pervanesi gibiymiş. Pervane döndükçe etrafa yeşil yeşil, salyaya benzeyen bir sıvı saçıyormuş.”

      “Of Mert, midem bulandı…”

      “Dur büyükanne, daha bitmedi. Sonra, diğer eli balon şeklindeymiş. Balonun ağzı açıldıkça ortalığa çürük yumurta kokulu radyoaktif madde salıyormuş…”

      Midesi iyice bulanan büyükanne yüzünü ekşiterek torununa çıkıştı.

      “Öğk, vallahi şimdi kusacağım. Oğlum yeter!”

      “Yetmez. Üçüncü eli dev bir kapsül şeklindeymiş.”

      “Hah, bu normal işte! Ee, kapsüle düşmanlarını hapsediyormuş, değil mi evladım?

      “Hayır büyükanne. Kapsülün içinde fıstık ezmesi, pekmez, turşu suyu, peynir, bozuk süt ve acı biberli, ballı bir karışım varmış. Bu karışımı yakaladığı kurbanlarına zorla içiriyormuş.”

      Bir eliyle ağzını bir eliyle de midesini tutan büyükanne öğürmekten konuşamaz hâle gelince Mert daha da keyiflendi ve anlatmaya devam etti.

      “Dördüncü eli ejderha kafasıymış. Kafa ağzını her açtığında içinden…”

      “Kükreyerek alev mi çıkartıyormuş?”

      “Of büyükanne! O çok sıradan. Ağzını her açtığında kulakları tırmalayan çok güçlü bir çığlık duyuluyormuş. Titanyumdan yapılmış beş çatallı dilinin her bir çatalından düşmanını moleküllerine ayıran negatif iyon yüklü ışınlar saçıyormuş.”

      Ağzı açık bir hâlde torununu dinleyen büyükanne şaşkınlık içinde Mert’in masalına müdahale etti.

      “Oğlum, bu nasıl masal? Midem ağzıma geldi. Ayrıca son söylediğin kelimelerin hiçbirini de anlamadım.”

      Mert ise çokbilmiş bir tavırla yanıt verdi.

      “Aman büyükanne, artık masallar ve hikâyeler böyle. Bizim yaşımızdakiler için sizin masallarınızın modası çoktan geçti. Senin bu masalını anca üç yaşındaki bebekler dinler.”

      Bu cümle karşısında çok üzülen büyükanne, çene yarıştırıp torununun uykusunu kaçırmak istemediği için kendi masalına kaldığı yerden devam etti. Torunu ile bu konuyu uygun bir zamanda uzun uzun konuşacaktı.

      “Sonra, tek amacı güzeller güzeli prensesi devin elinden kurtarmak olan yakışıklı prens kahramanca kılıcını çekmiş ve…”

      “Iıh, olmaz! Tek amacı ülkesinde oynanacak şampiyonlar ligi final maçına yetişmek olan forvet oyuncusu prens…”

      “Aaa, yeter artık! Bütün masalı değiştirdin.”

      “Ama büyükanne, böyle daha güzel ve heyecanlı… Sizin zamanınızın masalları çok sıkıcı… O yüzden artık kimse o masalları dinlemiyor ve sevmiyor.”

      Mert’in sitemine üzülse de belli etmemeye çalıştı büyükannesi.

      “Öyle mi bay çokbilmiş? Pekâlâ, söyle bakalım. Senin masalının vermek istediği mesaj ne?”

      “Hiçbir canavar futbol maçına gitmemizi engelleyemez!”

      Sinirleri bozulan büyükanne göbeğini zıplata zıplata gülmeye başladı. Bir yandan kahkaha atarken diğer yandan da torununa, masallarda ve hikâyelerde verilen mesajların hayat mücadelesinde kendisine nasıl yararlı olacağını açıklamaya çalıştı. Ama bu çabası nafileydi. Mert büyükannesinin sözlerini duymamıştı. Çünkü uykusunun en derin yerinde kendi masalının kahramanı olmaya çalışıyordu.

      Bu Ne Biçim Prenses?

      Yatağı hiç bu kadar sert gelmemişti Mert’e. Uyandığında her yeri ağrıyordu. Kollarını ve bacaklarını uzatarak gerindi. Esneyerek gözlerini açtığında vücudundaki ağrıların sebebini anladı. Yatağı yerine yerde yatıyordu, ama zeminde kendi halısı yoktu. Halı yerine eskimiş ahşap döşemeler gördü.

      Etrafına şaşkınlık içinde bakındı. Burasının kendi odası olmadığı kesindi. Futbol topu büyüklüğündeki gri taşlarla örülü duvarları olan küçük bir odadaydı ve içeride hiç eşya yoktu. Odanın, ancak bir çocuğun geçebileceği büyüklükte tek bir penceresi vardı, pencerenin tam karşısında da demir parmaklıklarıyla eski bir kapı… Burası büyükannesinin masal kitaplarında gördüğü zindanlara benziyordu.

      Nerede olduğunu anlamaya çalışırken, sanırım rüya görüyorum, diye düşündü. Yerden kalktı ve kapıya doğru yöneldiği sırada duyduğu sesle irkildi.

      “N’aber?”

      Şaşırdı. Demek yalnız değildi. Kapıya ulaşarak parmaklıkların arasından kafasını dışarı doğru uzattı. Kafası rahatlıkla dışarı çıkmıştı. “Bu ne biçim zindan? Ben buradan rahatlıkla kaçabilirim ki!” diye mırıldanırken aynı sesi tekrar duydu.

      “N’aber dedim!”

      Kafasını kaldırdığında odanın tam karşısında başka bir oda daha olduğunu gördü ve sesin kaynağıyla karşılaştı. Karşıdaki odanın da demir parmaklıklı eski bir kapısı vardı. Parmaklıkların ardında da garip kıyafetli bir kız duruyordu. Tıpkı büyükannesinin masal kitaplarındaki prenseslere benziyordu. Mert, “İğk, bir prenses masalının rüyasını mı görüyorum yani?” diye mırıldanırken kız kaşlarını çatmış bir hâlde kendisine laf atmaya devam etti.

      “Sağır mısın?”

      “Sen de kimsin?” diyen Mert’e hayretler içinde


Скачать книгу