BIR ACAYIP KEHANET. BUKET TAHMAZ SAVAS
uyarısı utandırsa da içinden, “Amma gevezesin, bir türlü gelemedin kupa maçına!” diye söylenmeden duramadı Mert. Prenses kaldığı yerden devam etti anlatmaya.
“Aramalarımızı sürdürürken yakut kupanın Kara Diyar’da olduğuna dair söylentiler yayılmaya başladı. Eğer bu doğruysa hırsız Kara Şövalye’ydi ve bir sonraki adımı babamı bulmaktı. Yani babamı korumaya almakla çok akıllıca davranmıştık. Kara Diyar’dan gelen haberle söylentilerin doğru olduğunu anladık. Yakut kupa oradaydı ve babamı istiyorlardı. Kabul etmedik. Günler süren görüşmelerin sonunda Kara Şövalye, “Sizi sahada yeneriz!” diye bir iddia attı ortaya. Babamın en dayanamadığı şey böyle bir iddiaydı. Kara Diyar’ın teklifini kabul etti. Müsabakalar topraklarımızın en küçük ve en uzak diyarı olan Hava Diyarı ile başlayacak ve tüm diyarlarımızda oynanacaktı. Sonuçta biz kazanırsak yakut kupayı geri alacaktık. Kaybedersek babam kendi ayaklarıyla Kara Diyar’a gidecek ve gücün kilidini açacaktı. Kupa Ma…”
Beklenen anın gelmesiyle prensesin sözünü böldü Mert.
“Hah! Müsabakalar! Nihayet futbola gelebildik.”
“Futbol mu? O da ne?”
Şimdi ikisi de birbirine şaşkın şaşkın bakıyordu. Birkaç saniye süren sessizliği Mert bozdu.
“Futbol işte! Kupa maçı, müsabakalar, futbol!”
“Futbolun ne olduğunu bilmiyorum. Kupa maçını da anlatıyorum zaten. Biraz sabırlı olsan anlayacaksın Bay Prens…”
Prens kelimesini duyunca tekrar öfkelenen Mert, Defne’ye bir daha kendisine prens dememesini, isminin Mert olduğunu söyledi.
“Pekâlâ, Prens Mert…”
“Sadece Mert!”
“Mert. Sıra zaten kupa maçını anlatmama geldi.”
“Dur dur, anlatmana gerek yok. İçinde futbol olmayan hiçbir maç beni ilgilendirmiyor. Bir saattir seni boşuna dinliyormuşum. Kupa maçıymış, peh… İçinde top, file, hakem, düdük ve futbolcu olmayan maçı ben ne yapayım?”
Tam arkasını dönüp gidecekken, Defne kendi kupa maçlarında da bunların olduğunu söyleyerek onu durdurdu. Mert’in ilgisi tekrar canlanmıştı. Defne ise hâlâ futbolun ve futbolcunun ne olduğunu anlamamıştı. Ama hikâyesini anlatmayı bitirene kadar bunu Mert’e söylememesi gerektiğini düşündü.
“Hava Diyarı’mızın maçı kaybettiğini öğrendiğimizde yıkıldık. Çünkü o diyar en iyi takıma sahipti. Nasıl olmuştu da yenilmişti? Bunun üzüntüsünü atlatamadan, Su Diyarı’nın da kaybettiğini öğrendik. O kötü kalpli yaratık kısa sürede iki diyarımızı da yenmişti. Maçların bu kadar kısa sürmesini bir türlü anlayamıyorduk. Sonunda sebebini öğrendik. Ülkemizi ele geçirmek isteyen o mendebur, devler ülkesinden bir devi takımına katmıştı.”
“Bak, artık bu zırvaları dinlemeye katlanamıyorum. Bir an önce sonuca gelir misin?”
“Bitti zaten. İki diyar bizim, iki diyar da onların.”
“Beş diyar dememiş miydin?”
Hatırladı! Demek ki beni dinlemiyor gibi görünüp aslında dinliyormuş, diye geçirdi içinden Prenses Defne. Mutlu olmuştu.
“Evet, beş diyar. Son diyar, sarayın da bulunduğu merkezdeki Altın Diyarı… Kupa maçını kim kazanırsa yakut kupa onun olacak ve dolayısıyla kupanın içindeki güce de o hükmedecek.”
“Haydaaa! Yine kupa maçı diyorsun ama şu kupa maçını bir türlü anlatmıyorsun. Deminden beri müsabaka diyorsun, güç diyorsun, başka birşey demiyorsun.”
“Söylüyorum ya, müsabaka işte!”
“Futbol müsabakası bu, değil mi?”
“Futbolu şimdilik bir kenara bırak. Bak şimdi, o gudubet adam kendi şövaltop takımıyla…”
Duyduğu kelimeye son derece şaşırmıştı Mert. Prensesin sözünü kesti.
“Şövaltop da ne?”
“Şövaltop işte! Deminden beri ben sana ne anlatıyorum?”
“Masal anlatıyorsun. Eminim şu kupa maçı dediğin şey de abuk sabuk bir şey çıkacak.”
Futbol beklerken karşısına şövaltop diye bir şey çıkmasına Mert, kupa maçıyla dalga geçilmesine de Defne sinirlenmişti. Bu sefer prenses bağırıyordu.
“Bana bak Mert misin nesin! Ben de senden sıkıldım. Buraya geldiğinden beri kibarlığımı korumaya, bir prenses gibi davranmaya çalışıyorum. Ama benim de sana sabrım kalmadı. Şimdi sus ve beni düzgünce dinle! Senin şu dümbelek yüzüne hayran değilim. Masaldaki kehanet beni senin kurtaracağını söylemeseydi seninle hiç uğraşmazdım.”
Defne’nin bu şekilde çıkışmasına oldukça şaşıran Mert onu sakinleştirmeye çalışsa da prenses bağırmaya devam ettiği için Mert’i duymuyordu.
“Geldiğinden beri futboldan başka bir şey söylemiyorsun. Futbol aşağı futbol yukarı… Ben futbol falan bilmem arkadaş. Benim tek bildiğim top şövaltop topu, tek bildiğim spor sövaltop, tek bildiğim maç da şövaltop maçı. Anladın mı beni?”
Prenses nefes almadan konuşuyordu. En sonunda kelimelerin arasına girip onu susturmayı başardı Mert. Bu arada da içinden, şu rüyadan bir an önce uyanmayı diliyordu.
“Tamam, özür dilerim seni bu kadar kızdırdığım için. Şu şövaltop nasıl bir spor bana anlatır mısın prenses?”
Mert’in özür dilemesi ve kibarlığı Defne’nin hoşuna gitmişti. Hemen sakinleşen Defne tekrar eski ruh hâline bürünerek nazik bir prenses gibi davranmaya başladı.
“Şövaltop harika bir oyundur ve bizim ülkemizin millî sporudur. On birer kişilik iki takım arasında topla oynanır. Oyunculara şövalye denir. Oyun sahası, sınırları beyaz boyayla çizilen kalın çizgilerle belirlenmiş kocaman bir dikdörtgendir. Saha, ortasına yine beyaz boyayla çizilen kalın bir çizgiyle iki yarıya ayrılmıştır. Bir yarı bir takımın, diğer yarı da diğer takımındır. Sahanın iki başında da zemine ters U şeklinde saplanmış üç direk vardır. Direklerin arasına file çekilmiştir. Arasına file çekilmiş ters U şeklindeki direklere kale denir. Her iki takımın kalesinin önünde birer şövalye vardır. Bu şövalyelere, atılan topları kurtardıkları için kaleci denir.”
Defne’nin şövaltop dediği şeyin aslında futbol olduğunu anlayan Mert, bunu prensese de anlattı. Ancak Defne bu sporun adının şövaltop olduğunda ısrarcıydı.
“Hayır efendim, bu oyunun adı şövaltop.”
“Uydurmuşsunuz bir kere. Basbayağı futbol bu!”
“Şövaltop dedim. Atalarım, onların ataları, onların ataları hep şövaltop oynadı. Şövaltop ülkemizin millî sporu. Hatta bayrağımızda bile şövaltop topunun resmi vardır. Sizin futbol dediğiniz şey muhtemelen başka bir oyun. Kuralları falan farklıdır mutlaka…”
İkisi de inatçıydı, birbirlerinin söylediğini ikisi de kabul etmiyordu. İşin içinden çıkamayacaklarını anlayınca Mert futbolun tüm kurallarını, Defne de şövaltopun tüm kurallarını anlattı. Evet, ikisi de aynıydı. Sadece isimleri farklıydı, bir de futbolcu yerine şövalye denmesi… İşte şimdi Mert kendini tamamen konuya vermişti. Çünkü futbol denilince akan sular dururdu. İşin uzmanıymış gibi bir tavır takınarak prensese kupa maçıyla ilgi ayrıntılar sormaya başladı.
“Bana şu müsabakaların detaylarından