BIR ACAYIP KEHANET. BUKET TAHMAZ SAVAS
değilim.”
Mert’in tavırlarına sinirlenen Prenses Defne, “Evet, zorundasın. Masalın kehaneti böyle çünkü!” diye avazı çıktığı kadar bağırdı. Bu sırada Mert parmaklıklar arasından bedenini kurtarmayı başarmıştı. Artık zindan odasında değildi.
“Senin masalın beni ilgilendirmiyor. Kendi başının çaresine bak.”
Şaşkınlık ve üzüntü içindeki prenses gözleri dolu bir hâlde cevap verdi.
“Ama nasıl olur? Sen, devin boynundaki anahtarı alarak beni bu zindan kulesinden kurtaracak olan prenssin. Doğduğumdan beri bu masalı dinledim ben.”
Umursamaz bir tavırla omzunu silkeledi Mert.
“Küçükken bu masalı ben de dinledim, ama artık bizim oralarda masallar böyle değil prenses. Hem neden prenses diyorum ki sana? Bu, benim masalım değil ve sen de benim prensesim değilsin DEFNE!”
Mert’in bu ukala tavırları ve yardıma ihtiyacı olan birine sırtını dönmesi prensesi çok üzdü. Neredeyse ağlamak üzereydi Defne. Çenesi titreyerek çok vaktinin kalmadığını anlatmaya çalışsa da Mert onu konuşturmadı.
“Kusura bakma ama kendi başının çaresine kendin bak!”
“İyi de nasıl? Ben burada tutsağım!”
“Ne bileyim, zehirli bir elma yiyebilirsin mesela. Ya da bir kurbağa bulup öpebilirsin veya saçlarını uzatıp kuleden aşağıya sarkıtabilirsin. Her hâlükârda prensin gelip seni bulur nasıl olsa. Sizin masallarınız böyle ya!”
“Benimle dalga geçmeyi bırakır mısın? Evet, kehanetin vakti geldiği için rüya kanalıyla bizim dünyamıza açılan kapıdan geçtin. Yani boyut değiştirdin. Şimdi de üzerine düşen görevi yapmalısın.”
“Peh, saçma masalların saçma kahramanlarının saçma sapan görevleri…”
“Ama…”
“Off, çok sıkıldım. Ben gidiyorum. Sen de nasıl kurtulacağını düşünmeye başla bence… ya da başlama. Sen bilirsin. Nasıl olsa bol bol vaktin var Defne!” derken çoktan arkasını dönmüş gidiyordu Mert. Çaresiz prenses, son kez arkasından seslendi.
“Lütfen gitme! Yarın güneş tam tepedeyken sarayımda olmak zorundayım. Bu çok önemli…”
Ama Mert cevap vermeye bile tenezzül etmeden yoluna devam etti. Prenses Defne ise hayal kırıklığı içinde gözlerini kapadı ve kendi kendine mırıldandı.
“Sarayımda olmak zorundayım. O kupa maçına yetişmek zorundayım.”
Akan gözyaşlarını silip gözlerini açtığında Mert’i karşısında dikilirken buldu.
“Kupa maçı mı dedin?”
“Sen bana mı dedin?”
“Sen kupa maçı mı dedin?”
Mert’e kızgın ve kırgın olan Defne, kollarını göğsünde kavuşturarak ayağını sertçe yere vurdu ve prense arkasını döndü ama prens ısrarcıydı.
“Cevap versene, kupa maçı mı dedin?”
“Önce kibar ol lütfen! Bu bir prense hiç yakışmıyor…”
“Sana kaç kere söyledim, ben prens falan değilim!”
Hâlâ arkası dönüktü prensesin.
“Hem kabasın hem de saygısızsın Bay Prens…”
“Yeteeerrr! Ben prens değiliiimmm!” diye avazı çıktığı kadar bağıran Mert’e, sakinliğini koruyarak cevap verdi Defne.
“Öyle mi? Üzerindeki kıyafetler öyle demiyor ama…”
Şaşkınlık içinde kıyafetlerini inceledi Mert. Üzerinde pijamaları olması gerekirdi. Oysa tıpkı büyükannesinin masal kitaplarındaki prensler gibi giyinmişti. “Ama bu nasıl olur?” diye mırıldanırken, “Tabii ya! Ben rüyadayım. Rüyalarda her şey olabilir…” diye cevapladı kendi sorusunu.
“Kıyafetlerimi boş ver de şu soruma cevap ver bakalım. Sen az önce kupa maçı mı dedin?”
“Lütfen diyeceksin!”
Prensesin biraz inatçı olduğunu fark eden Mert, bu ne biçim prenses, diye geçirdi içinden. Oflayarak cümlesinin başına lütfen koydu ve sorusunu yineledi. Prenses Defne tekrar eski heyecanına kavuşmuştu. Prensin kendisine yardım edeceği düşüncesi ile Mert’e dönerek parmaklıklara sarıldı.
“Bana yardım edeceksin değil mi?”
“Bir dakika bir dakika… Şu kupa maçından bahset bakalım biraz…”
“Lütfen!”
“Of, tamam. Lütfen şu kupa maçının ne olduğunu bana anlatır mısın saygıdeğer prenses?”
Mert her ne kadar dişlerini sıkarak söylemiş olsa da bu cümle Defne’nin çok hoşuna gitti. Bir çırpıda (!) anlattı kupa maçının ne olduğunu…
“Bizim eşi benzeri olmayan krallığımız beş diyardan oluşuyor: Ateş Diyarı, Toprak Diyarı, Su Diyarı, Hava Diyarı ve krallığın merkezindeki Altın Diyarı.”
“Hımm, elementler. Neden şaşırmadım acaba?”
“Sözümü bölmezsen sevinirim. Yakın zamana kadar bizim krallığımızdan daha güzel başka bir krallık, bizim halkımızdan daha mutlu başka bir halk yoktu. Krallıkta yaşayan hayvanlar bile, bitkiler bile çok mutluydu. Kimse kimseye kötü davranmıyor, kimsenin malı mülkü çalınmıyor, hiç kimse bir başkası için kötülük düşünmüyordu.
“Puff, çok sıkıcı. Hemen şu kupa maçı konusuna gelir misin?”
“Bunları anlatmadan olmaz. Zaten özet geçiyorum. Sabırlı olur musun lütfen?”
“Hah hah ha, bak bu komikti işte. Kızlar hiçbir zaman özet geçemez. Yani sizin özetiniz bile 15 milyar kelime içeriyor.”
Mert’in kızlar için söylediği bu saçma sapan şeyleri umursamadı Defne. O da erkeklerin nasıl olduğunu anlatabilirdi ama o zaman bu tartışma hiç bitmezdi. Buna vakti yoktu çünkü zaman hızla akıyordu ve yetişmek zorunda olduğu bir maç vardı.
“Komşu ülke yani Kara Diyar kralının erkek kardeşinin karısının amcasının oğlunun oğlu…”
“Off!..”
“Her neyse, siyahlar giyinmiş bir adam bir gün kapımıza geldi. Güzel ülkemdeki tüm güzelliklere göz dikip kötülüğü topraklarımıza, sonra da tüm masal dünyasına yaymak isteyen Kara Diyar’ın Kara Kralı’nın Kara Şövalye’si olduğunu sonradan öğrendik.”
“Kara Diyar mı? İsmini duyunca nedense bir ürperme geldi.”
“Ürpermekte haklısın çünkü Kara Diyar kasvetin, kederin, mutsuzluğun, acı ve gözyaşının olduğu, sadece kötülüğün hüküm sürdüğü korkunç bir yer. Kötü adam kendi ülkesindeki bu kötülüklerden kurtulmak ve bizim mutlu ülkemize yerleşmek istediğini söyleyince benim iyi niyetli kral babam onun bu isteğini kabul etti. Önceleri hiçbir sorun yoktu, kötü adam bizlerle beraber mutlu mesut yaşıyor gibi görünüyordu. Diyar diyar geziyor, üç gün orada beş gün burada neşe içinde hayatını sürdürüyordu. Daha doğrusu biz öyle olduğunu sanıyorduk. Meğer karanlık hedefi için karanlık adımlar atıyormuş.”
“Kupa maçına gelelim artık.”
“Anlatıyorum işte. Kara Şövalye, gezgin hayatını yaşarken birgün Masal Diyarı’nın