Japon Sanatı. James Jackson Jarves
üstün durumunu gösteren diğer kanıtlarının yanı sıra, “Büyük Barış Ülkesi” gibi önemli bir unvanı erken bir zamanda kazandı. Bir fetih arzusuyla nadiren rahatsız edilen ya da iç çekişmelerle bozulan barış içinde geçen on yıllar, özel sanatının olgunlaşması için son derece uygundu. Oysa aynı dönemde Avrupa, sürekli devam eden bir iç savaş hali içindeydi. Japon paganizmi, neredeyse dingin bir memnuniyet manzarası sunmaktadır. Sivil ve dini kurumlar birbiriyle uyumlu bir şekilde harmanlanmıştır. Üstün avantajlarımızdan talihli bir şekilde habersiz yaşayan neredeyse kırk milyon hemcinsimiz, sanatın belirli aşamalarında ve kendilerini muhafaza etme yeterliklerinde harika bir şekilde ilerlemişlerdir. Edebiyatta, ahlakta ve felsefede epeyce ustalaşmışlardır. Dış dünyadan, yalnız bırakılmak dışında hiçbir şey istemeyen barışçıl ve çalışkan tavırları epeyce parlamış, kendi kaynaklarında ve kendi tarzlarında geçimden tatmin olmaya başlamışlardır.
Japonlar tarzlarında ve düşüncelerinde tutucu olsalar da sivil ilişki ve genel düzen açısından, Avrupa’nın yabancısı olduğu pratik bir ahlakı korumayı başardılar. İnsanlar genel olarak son derece misafirperver, sevecen ve resmi denebilecek seviyede kibardı. Sosyal devletteki her aşamanın, herkes için kutsal olan tutucu engelleri vardı. Kadınlar, Anglosaksonların kılık kıyafetle ilgili bazı konulardaki alçakgönüllü düşüncelerine göre biraz eğitimsiz olsalar da bunun dışında eleştiriden muaftılar. Diğer yandan kızları, onları en iyi tanıyan yazarlara itibar edebilirsek herhangi bir yerde Hıristiyan soyundan gelenler kadar iffetli ve terbiyeliydiler.
1872’nin resmi istatistiklerine göre, Japonya suçlular konusunda Avrupa’dan çok daha şanslıdır. Hapishanelerde hükümlü 6564 kişiden yalnızca 565’i kadındı ve bu, nüfusun ortalama 5500’de biri demekti. Suçluların cinsiyet bakımından oransızlığı, onları erkeklerin olağan cazibelerinden koruyan sosyal kısıtlamalara bağlı olamaz. Zira Budist ve Şinto mezheplerinin çeşitli kutsal görevlerinde çok sayıda kadın bulunmakla birlikte (bu şekilde çalışan yaklaşık 300.000 kadın var) tarımla uğraşanların neredeyse yarısı kadınlardan oluşuyor ve ticarette 819.782 erkeğe karşılık 489.409 kadın çalışıyor. Bunların hepsi kadınların çeşitli alanlarda erkeklerle rekabet edebileceğini göstermektedir. Açıkça görülüyor ki Japonya, soyut kadın hakları teorileri olmasa da gelişmiş alışkanlıklara sahipken, bizden daha az erkek suçluyla ve neredeyse hiç kadın mahkûm olmadan yaşamayı başarıyor.
Japonya’nın bir süreliğine hırçın azizlere ve Avrupalı tüccarlara yasak olmasını; sadece iyi paganlar gibi davranmayı öğrendiklerinde veya en azından başkalarının haklarına ve fikirlerine saygı gösterdiklerinde girmelerine izin vermesine şaşmamalıyız! Siyasi intihar tehlikesi olmaksızın yabancılardan öğrenebilecekleri her şeyi öğrenme eğilimine gelince Japonlar, yabancıları zorla veya zulüm yoluyla kendi inançlarına çevirmemekle Hıristiyanlıkla uyuşmayan bir tutum sergilediler. Rakip dinlerin sayısız alt dallarıyla özgürce var olmalarına izin vermekle kalmadılar, aynı zamanda belki de başka bir yerde hiç uygulanmayan seçmeci bir serbestlik ve ferasetli bir hür düşünceyle Shingakei denilen akılcı bir mezhep oluşturdular. Bu inanç, Konfüçyüs, Buda ve yerli Şinto öğretilerinin ilkelerinde en eğitici olanı daha pratik ve basit bir din biçimiyle birleştirmeye çalıştı.
Şintoizmle aynı olan Kamizm,1 milattan önce 660 yıl öncesine kadar uzanan tarihi yıllıklarda bile vardır ve tıpkı Budizmin Şogunlar tarafından teşvik edilmesi gibi, Mikadolar tarafından en çok tercih edilen ulusal din olarak konumunu hâlâ korumaktadır. Görünüşe göre, uzak antik bir çağın neredeyse suçsuz bir dönemine duyulan özlemden kaynaklanmış gibi göründüğü için, belki de dinlerin en ilkellerinden biridir ve ilk öğretileri ya ruhsal açıdan çok fazla dönüştürülmüş ya da kitleler tarafından tamamen unutulmuş olsa da temel dış özelliklerinde büyük bir değişim olmamıştır. Bunların ne olduğunu yalnızca âlimler bilir ancak hiçbir yerde bütün ayinler tam olarak orijinal saflıkları ve anlamlarıyla korunmaz veya öğretiler ilk kurulduğu gibi tam olarak vaaz edilmezler. Ücretli bir ruhban sınıfının müdahalesi veya ayrıcalıklı bir tebliğ hiyerarşisi olmadan, bizzat ibadet edenler tarafından bizim Quaker tarzımıza göre idare edildiler. Şintoizmi varlıklarının nedenini bulma ve ideal bir saflık ve iyilik standardı anlayışlarını geliştirme ve güçlendirme arzusuyla harekete geçen basit kalpli, ruhani fikirli bir ulusun heyecanlarının ve duygularının ilkbahar döneminde, yaratıcıları veya velinimetleri olarak kabul ettiklerini kolayca kavrayabiliriz. Elbette, ritüellerinden haberdar olduğumuz kadarıyla ilmihallerimizin bize putperestliğin evrensel özellikleri olarak öğrettiği katı kalplilik ve puta tapma eğiliminin tam tersini sergiliyorlar. Nitekim bu ibadeti Komffer’ın tarif ettiği gibi ve hatta Kamis olarak bilinen koruyucu ruhlara tapınma gibi ele alırsak bu, güzel bir şiir veya imanın manevi unsurlarının ve en saf ve uygun biçimler altında olmanın bir sembolize edilmiş hali gibi gelir.
İnsanların kalplerinin ilahi olarak denetlenmesi için, bu ibadete adanmış gösterişsiz küçük mabetlerin ortasında çiçeklerle süslenmiş sade sunaklara yerleştirilmiş, “her şeyi gören göz”ün sembolleri olan cilalı çelik aynalardan daha uygun bir sembolü nerede bulabiliriz? Bunların, onlara bakanlarda en yüksek duyguları yansıttığı ve değersiz düşünceleri ve tutkuları tespit edip açığa çıkardığı farz ediliyordu. Esas süslemesi, saflıklarını ifade etmek ve ziyaretçilerine lekesiz kalpler ve temiz vücutlarla anlatı aynası önünde kendilerini göstermeleri gerektiğini hatırlatmak için beyaz kâğıt süslemelerden oluşan bu mabetlerde yapılanlar kadar batıl inanç ve putperestlik kışkırtıcılığından arınmış ayinler yapılabilir mi? Genel olarak doğaya eşit derecede zarif bir anlayışa ve peyzajın insanla mistik ilişkilerinin tam bir takdirine; mükemmel manzaraları olan, temizlenip döşenmiş merdivenlerle taş havuzların yerleştirildiği geniş girişler aracılığıyla yaklaşılan Şinto tapınakları için seçilen alanlara başka hangi inanışta rastlıyoruz?
Bu dinin saklayacak hiçbir şeyi, gizemli endişeleri, tehdit edecek ya da korkutacak hiçbir şeyi olmadığı için tapınaklarının iç mekânları incelemeye açıktı. İbadet eden kişinin dikkatini ibadetten ve kendi kendini incelemeden uzaklaştıracak ne tasvirler ne de karmaşık ayinler vardı. Buralarda ne görevli rahipler ne de belirlenmiş törenler bulunurdu. Bağnazlık veya kişi kayırmacılığı gibi dinin olağan engellerinin herhangi birinin en ufak izine rastlanmaksızın vicdanlarının emrettiği gibi ibadet etmek için gelen herkese davetkâr bir şekilde açıklardı. Herkes sunak kutusuna bir adak koyup koymamak konusunda özgürdü. Buralar, kelimenin tam anlamıyla, azizi ve günahkârları bedelsiz misafirperver bir şekilde karşılayan gerçek tanrı evleriydi.
Laie Savaşı’ndan seçkin bir adamın portresi
Görünüşte kendiliğinden olan bu ibadetin ahlaki önemi ve manevi anlamı (Darwinizmin engellerine rağmen sezgilerden doğduğuna inanıyorum) sembolizmi açık ve doğrudan olduğu gibi ortak akıl için de anlaşılabilirdi. Herkes, komşusunu gücendirmeden veya anlaşmazlık çıkarmadan tapınağın basit heykelleri vasıtasıyla kendi bilincinin ilahi idealine tapabilir veya ondan yardım isteyebilirdi. Daha da özel olan, zihnini şaşırtacak ve kendisiyle türü arasında imkânsız uçurumlar yaratacak herhangi bir türden rahiplik veya kaçınılmaz dogmalara dair hiçbir zorluk yoktu. Yüce Tanrı, insanların içlerini bilir ve onu kendisinden başka hiç kimse yargılayamaz. Bütün yerküre onun tapınağıdır, ondan hiçbir şey gizlenemez ve her şey onun sayesinde var olur. Onun huzurunda her şey eşittir. Her daim iyi niyete ve insanlar arasında sağlam bir vicdana adanmış, bozulmamış bütünlüğü içindeki ruh tapınmasının özü bu gibi görünüyor. İbadetin gönüllü olduğu özgür kilise ile devlet tartışması için daha uygun bir çözüm tam bireysel özgürlüğe ve çocuğun ebeveyninkiyle olan
1
Şinto, orijinal Japoncası bilinmeyen “Ruhların Yolu” anlamında Çince bir terimdir. Aynı zamanda “atalara tapınma” anlamına gelir.