Japon Sanatı. James Jackson Jarves
geleneklerini korumaya gayret ederler. Öte yandan kararsız ve duygusal Aryan kardeşleri, kendilerininkini sık sık altüst edip yeniden yapar. Renk tutkusu, Turanlının önemli bir estetik özelliğidir, oysa Aryanlar sade bir şekli tercih ederler. Ancak ikisinde de mizaç, diğer sanat ifadesine kolaylıkla geçer. Bununla birlikte, incelikli uyumlar veya manevi renk nüansları oluşturuyormuş gibi sezgisel zekâ ve uyumlu zıtlıkların, geçişlerin ve harmanlamaların değerbilirliğiyle kullanılan sanatlarındaki parlak özelliklerin üstünlüğü ve bunlardaki mutlak zevk, Turan ailesinin özel bir mirası veya içgüdüsüdür. Diğer taraftan Aryan kökenli olanlar, genel olarak heykel ve mimaride, özellikle küçük dekoratif sanat formlarında renk kullanımındaki evrensel bir takdir ve beceriyle fark edilirler.
Japon sanatını veya karakterini hak ettikleri kadarıyla övmekle birlikte bütün Avrupa sanatı üzerinde herhangi bir mutlak üstünlük iddiasında bulunmak istemiyorum. Yalnızca, Hıristiyanlığın has bir gerçek olması gibi, paganizmin saf bir hata olmaktan çok uzak olduğunu göstermek istiyorum. Ayrıca hangisinden kaynaklanırsa kaynaklansın herhangi bir uygarlık biçiminin komşusuna dayatmak veya kendisi için mutlak bir üstünlük iddia etme hakkı verecek kadar mükemmel olmadığını göstermek istiyorum. İnsanlık karmaşık bir bilmece gibidir. Kesin olan şey, insanın şüpheli bilgisi ve tutarsız fikirleridir. Belki de her birey gibi her ulusun da ustalaşması gereken özel bir meselesi vardır. Hiç kimse hayatın muazzam muammasını tek başına çözemez ancak herkes zamanın zorlu kıyılarına kayıp eşya gibi fırlatılmış ruhlarının duyularını kullandıkları oranda onu daha zevkli veya katlanması daha kolay kılmaya katkıda bulunabilir. Kendisi lehine ve yalnızca insanlığın iyiliği için kullanılan gerçek, tüm hırsların temelinde olması gereken eylem ilkesidir. Daha az evrensel ve daha eksik herhangi bir kapsam veya daha az saf ve doğruluğu daha az güdüler, köklerini bencil amaçlara, boş gururlara ve laik ya da dini hoşgörüsüzlük hınçlarına indirgeme derecesiyle sonuçlanır. Kendimize, erdemlerimizin niteliğinden çok, kibrimiz ve zarafet eksikliğimiz nedeniyle Hıristiyan diyoruz. Dolayısıyla putperestlerin bizden öğrenecekleri şeyler olduğu gibi bize öğretecek şeyleri de olduğunu ne kadar erken kabul edersek zihinsel gelişimimiz o kadar hızlı, zevk verici duygularımız o kadar geniş ve keskin olur.
İKINCI BÖLÜM
Japonya’nın Dini Sanatı: İlahlar, Mitler ve Kahramanlar
Dini dürtü, etkisi ve gücü bakımından tüm ulusların ve sanat dallarının temel ilham kaynağıdır. Tarihsel olarak diğer bütün güdülerden daha önce gelir. Ruh, önlenemez bir dürtü gibi, şimdiki yaşamdaki en derin teselliyi bulmak ve bir başkasına olan tutkulu özlemlerini ifade etmek için içgüdüsel olarak ona yönelir. Dini güdünün, paganizm ve Hıristiyanlığın genel ayrımları altında genel hatlarıyla sınıflandırdığımız biçimleri ya da sayısız mezheplerinin ortaya çıkardığı belirli biçimleri üstlenmesi önemli değildir. Her şeyin kökenindeki hayati, insani duygu bir ve aynıdır, o da dışsal duyuları uygun, maddi dille gerçekleştirme arzusu ve ruhun kendisinden üstün bir yaratıcı güç bilincinin altında yatan ve kaderini gizli veya görünür yollarla iyiye veya kötüye yönlendiren soyut fikirlerdir. Bir ifade biçiminde, prensip olarak diğerinden daha fazla putperestlik yoktur. Putperestlik, bu arzudan doğan sanat formlarının cahil ya da batıl inançlara dayandırılmasından ibarettir. İlkel Şinto ibadetinin ayinleri altında sergilenen paganizm, herhangi bir tek tanrılı din, hatta en katı Yahudilik kadar putperestlikten muaftır. Diğer taraftan Budizm, sanat tarafından işlendiği gibi kutsal mitolojisinde Katoliklikten daha basit bir şekilde materyalist değildir. Mutlak cahillerin fetişizmi bile olsa herhangi bir halkın kutsal sanatı ile uğraşırken (isterse kör bir adanmışlığın nesnesi olarak bir kutsal kitap, bir heykel veya bireysel ya da ulusça saf putperestliğe rağmen her şeyin ortaya çıkarıldığı geçmişteki yaratıcı iradenin yerine konmuş herhangi bir soyut dogma olsun) dinsel kullanımlara adanan tüm sanatı temel güdüsüyle eşit bir zemine oturtmalı, ondan kaynaklanan duyguya saygıyla bakmalıyız. Ayrıca onu yalnızca sanat açısından değerlendirirken temel güdülerini saf sanatsal biçimlere başarıyla dönüştürdüğü için saygı duymalıyız.
Sanatta idealizm karmaşık bir olgudur. Yunan düşüncesine göre her zaman güzellik amaçlanmaz. Kendisini Mısır, Hindistan ve Etrürya’nın tuhaf sembolizmlerine ve Uzakdoğu’nun grotesk satanizmine ödünç vermeyi reddettiği gibi, ortaçağ uzmanlarının ruhani ya da çileci standartlarıyla da sınırlandırmaz. Modern sanatın çeşitliliğini ve tekdüzeliğini aynı anda oluşturan süssüz, gerçek, pitoresk, duygusal, doğal, kahramanca veya yüce olanının geniş yelpazesinde bile onun ruhunu göremeyiz. Tarihe baktığımızda, Hollandalıların ideallerini kendi çirkin, materyalist modalarına göre şekillendirdiklerini görüyoruz. Ev hayatını ve sağlam rahatlığı en üst düzeyde tutan İngilizler, neredeyse daha az gerçekçi bir biçimde kendilerininkinin peşinden koşuyorlar. Almanların da kendilerine has fikirleri var. Latin halklarının da aynı şekilde. Doğuluların ideal hakkında başka görüşleri var. Bunların her biri kendine has özelliktedir ve büyük ölçüde farklılık gösterir. Şimdi estetik listesine iş benzeri, aceleci, işlenmemiş düşünceye sahip, güçlü, sabırsız bir Amerikan modeli ekleyebiliriz. Bu, bir ölçüde şarlatanlıkla dolu ama umut vericidir. Kimse kesin ve nihai olmaya teşebbüs etmez. Tekrar ediyorum, mükemmel tür hâlâ yapımcısını beklemektedir. Gerçekten de insanlık daha yüksek bir hakikat ve güzellik standardı üzerinde anlaşarak daha taze yaşayan sözlerini yeni bir “varlık” biçiminde var edinceye kadar beklemeye devam etmelidir. Bu varlık, yeryüzünde şimdiye kadar bulunmuş olan tüm iyilikleri özümseyerek daha büyük ve daha eksiksiz amaçlara doğru ilerleyecektir. Bu sırada insan ideali, kusursuzluğun katıksız çekimlerinden varlığını, medeniyetlerde dalgalanan, kararsız, düşmanca bir nicelik olarak tezahür ettirecektir. Belirgin bir yalan ve çirkinlik olduğunda çoğu kez sapkınca bunun mutlak gerçek ve güzellik olduğunu iddia eder ama ne olursa olsun aradığını bulabilirse doğadan çağrıştırabildiği kadar ışıkta el yordamıyla dolaşır. Akıl, arzusunu tatmin eden bir hayalet formu yakalar kısa bir an için ancak çok geçmeden umutlarıyla alay eden bir idolden hızla bıkarak başarısızlık durumunda başarısızlığı yenmek için ilahi bir hoşnutsuzluğun yol açtığı başka bir tanrısallığı aramaya yeniden başlar. Bununla birlikte her deneme, tamamen geçici ve dayanıksız olmayan şeylerin sevgisiyle yönetildiği oranda insanlık için bir şeyler kazanır. Ancak fazlaca istenen sonsuz gerçek, çok uzaklardaki parlak ışığın bakışları dışında asla dünyayı ziyaret etmez ve uçup giden bulutların arasından görünerek insan görüşünün zayıflığını karşılamak için parlaklığını yansıtır ve yumuşatır.
Hiçbir ulus tümüyle bu bakışlardan yoksun olamaz. Sanatın en yüce görevi, onları geldiklerinde yakalamak ve onları duyularımızın önüne elle tutulur bir şekilde yerleştirmektir. Böylelikle ruhun çok çeşitli düşüncelerinin, umutlarının, zevklerinin veya korkularının duyusal imgelerine yönelik sınırsız özlemlerini bir süreliğine tatmin eden birçok göreceli ideal oluşur. Bu nedenle, aynı zamanda bir insanın veya halkın ideali diğerinden büyük ölçüde farklıdır. Bir şey bir kişiye iğrenç, anlaşılmaz ve hatta putperestlik gibi gelse bile komşusu için eğitici ve zevk verici olabilir. İlişkilendirme veya ima fikirleri, sanatın ahlaksızlığını veya erdemini büyük ölçüde belirler. Sonuç olarak, daha önce de ima ettiğim gibi herhangi bir sanatı yargılarken hemen eleştirmemeliyiz çünkü o, yalnızca bizim aşina olduğumuz standartlardan farklıdır. Bunun yerine asıl güdülerini ne ölçüde belirginleştirdiğini, yerli zihnini nasıl etkilediğini ve son olarak ortak akıl için hangi öğretici ve zevk unsurunu içerdiğini araştırmalıyız. Sanata bir şekilde yaklaşacaksak böyle büyük bir şevk ve anlayışla yapmalıyız. Soyut olarak yorumlanan sanat, illa çirkinlikten ziyade güzelliğin, yanlıştan ziyade gerçeğin plastik veya görsel bir yüceltmesi değildir.