Ocaktaki Ağustos Böceği. Чарльз Диккенс
ve Tackleton senden kaç yaş küçük John?”
“Bu gece Gruff ve Tackleton’ın dört gecede içtiği çayı tek seferde içmek için kaç fincan çay içmem gerek merak ediyorum!” diye yanıtladı John espriyle yuvarlak masanın yanına bir sandalye çekip soğuk ete girişirken. “Az yerim ama yediğimden keyif alırım Dot.”
Yemek zamanlarında hep dile getirdiği bu düşünce, masum düşlerinden biri (çünkü iştahı her zaman biraz inatçıydı ve bu onunla zıt bir durum oluşturuyordu.) bile kolilerin arasında durmuş ve pasta kutusunu ayağıyla hafifçe iten ufak karısının yüzünde bir gülümseme yaratmamıştı. Orada düşüncelere dalmış biçimde, yemeği ve John’u (ona seslenmiş ve irkilmesi için bıçağıyla masaya vurmuş olmasına rağmen) önemsemeden durdu. Sonunda ayağa kalkıp koluna dokununca kadın bir an için yüzünü kaldırıp ona baktı ve sonra dalgınlığına gülerek çaydanlığa koştu. Gülmüştü gülmesine ama gülümsemesinin tavrı ve müziği değişmişti.
Ağustos Böceği de durmuştu. Nedense o da az önceki kadar neşeli değildi. Alakası bile yoktu.
“Peki bütün kutular bunlar mı John?” dedi dürüst Ulak’ın en sevdiği söylemini (kesinlikle yediğinin keyfini çıkarıyordu ama az yediği herkesin malumuydu) hâle getirmeye adadığı sessizliği bölerek. “Yani bütün kutular bu kadar mı John?”
“Hepsi bu.” dedi John. “Ah, hayır, ben…” dedi John çatalını bıçağını masaya bırakıp derin bir nefes alarak. “Yaşlı beyefendiyi tamamen unuttuğumu belirtmeliyim!”
“Yaşlı beyefendi mi?”
“Arabada.” dedi John. “En son gördüğümde samanların arasında uyuyordu. İçeri girdiğimden beri iki kere net bir biçimde aklıma geldi ama sonra yine aklımdan çıktı. Vah! Hadi bakalım! Kalk artık! Aferin sana!”
John bu sonraki kelimeleri elinde mumla aceleyle koştuktan sonra kapının dışında söyledi.
Miss Slowboy, Yaşlı Beyefendi’ye yapılan atfın bilincinde ve bunu gizemli hayal gücüyle deyimin dinî tabiatına yorunca o kadar huzursuz oldu ki hanımefendisinin eteklerine sığınmak için ateşin başında oturduğu alçak tabureden aniden kalkıp koşmak için kapının yanından geçerken eşikte yaşlı Yabancı’yla karşılaşınca eline geçen ilk şeyle içgüdüsel olarak adama saldırmaya ya da vurmaya kalktı. Eline geçen ilk şey bebek olduğundan büyük bir panik ve kargaşa yaşandı. Bu olay efendisinden daha düşünceli olan ve olur da arabanın arkasında bağlı vaziyette duran kavak fidelerini alır kaçar endişesiyle uyurken yaşlı beyefendiyi gözetlemiş olan Boxer’ın bilgeliğini daha da göze batar hâle getiriyordu. Zira köpek hâlâ yaşlı adamın hemen yanında duruyor, hatta tozluklarıyla oynayıp düğmelerini ısırıyordu.
“Gerçekten de top patlasa uyanmazsınız beyefendi.” dedi John sakinlik sağlandığında. Tüm bu süre içinde yaşlı beyefendi odanın ortasında, başında şapkası olmadan, tümüyle hareketsiz biçimde durdu. “Size elbette aklınız neredeydi diye sormayacağım, bu espri olurdu ve yapmadan kendimi durdursam iyi olur. Ama neredeyse yapacaktım.” diye mırıldandı Ulak kıkırdayarak: “Çok yakındı!”
Uzun beyaz saçları, yaşlı birine göre şaşılacak şekilde cüretkâr ve belirgin güzel yüz hatları ve etrafa bir gülümseme eşliğinde bakan koyu, parlak ve delici bakışları olan Yabancı, Ulak’ın karısını başını ciddiyetle öne eğerek selamladı.
Kıyafeti çok antika ve tuhaftı, zamanın çok çok gerisindeydi. Rengi baştan aşağı kahverengiydi. Elinde kocaman, kahverengi bir şemsiye ya da baston vardı. Bunu yere vurunca birden açıldı ve tabure hâline geldi. Yaşlı adam da sakin biçimde bu taburenin üstüne oturdu.
“İşte!” dedi Ulak, karısına dönerek. “Ben de onu tam olarak böyle yolun kenarında oturmuş hâlde buldum. Kilometre taşı gibi dimdik. Ve neredeyse onun kadar sağır.”
“Ortalık yerde mi oturuyordu John!”
“Ortalık yerde.” diye yanıtladı Ulak. “Alaca karanlıkta. ‘Yol Parası’ dedi ve bana on sekiz peni verdi. Sonra da arabaya atladı. Şimdi de burada.”
“Gidecek galiba John!”
Hiç de bile. Yalnızca konuşacaktı.
“Sizin için de uygunsa ben benden bir şey istenilene kadar gıkımı bile çıkarmam.” dedi Yabancı sakinlikle. “Ben yokmuşum gibi davranın.”
Bununla birlikte bir cebinden gözlük bir cebinden de kocaman bir kitap çıkararak kendi hâlinde okumaya koyuldu. Boxer sanki evcil bir kuzuymuş gibi onu hiç ciddiye almadı!
Ulak ve eşi birbirlerine şaşkınlıkla bakıştılar. Yabancı başını kaldırdı, onlara baktı ve konuşanlardan ilkine sordu:
“Kızınız mı dostum?”
“Karım.” diye yanıt verdi John.
“Yeğeniniz mi?” dedi Yabancı.
“Karım.” diye kükredi John.
“Sahiden mi?” diye yorumda bulundu Yabancı. “Gerçekten çok gençmiş!”
Yavaşça işine döndü ve okumayı sürdürdü. Ancak daha iki satır okumamıştı ki işini yine böldü ve:
“Bebek sizin mi?”
John başını kocaman salladı eğer konuşuyor olsa bu harekete megafondan çıkan bir ses eş değer olarak örnek gösterilebilirdi.
“Kız mı?”
“Erkeeeek.” diye kükredi John.
“Çok da küçük değil mi?”
Mrs. Peerybingle hemen lafa daldı. “İki ay üç güüün! Daha altı gün önce aşısını oldu. Çok iyi idare etti. Doktora göre kayda değer derecede güzel bir çocukmuş! Beş aylık çocuk gibiymiş aynı! Algıları o kadar açık ki! Size imkânsız gibi görünebilir ama sanki ayaklandı ayaklanacak gibi!”
Bu noktada yüzü kıpkırmızı olana kadar bu kısa cümleleri yaşlı adamın kulağına çemkirmiş olan ufak anne bebeği inatçı ve muzaffer bir gerçek olarak havaya kaldırdı. Bu arada Tilly Slowboy kulağa bilinmeyen kelimeler gibi gelen ancak halk arasında hapşırma olarak bilinen eyleme uyarlanmış gibi gelen “Hapşuuuu, hapşuuu” bağırışlarıyla dünyadan habersiz masumun yanında zıplayıp duruyordu.
“Doğru! Eli yüzü düzgün orası kesin.” dedi John. “Kapıda biri var. Açsana Tilly.”
Kız kapıya ulaşamadan kapı dışarıdan açılmıştı zira bu yalnızca bir mandalın tuttuğu ilkel türden bir kapıydı ve isteyen kapıyı açabiliyordu, ki pek çok kişi de bunu istiyordu çünkü bütün komşular kendisi çok konuşkan bir tip olmasa da Ulak’la hoşbeş etmeyi severlerdi. Kapı açılınca ortaya ufak, cılız, dalgın, beti benzi atmış ve kendine eski bir kutunun kılıfı olan bir çuvaldan yapılma paltoya benzer bir şey -çünkü adam kapıyı kapatıp içeri soğuk girmesini engellemek için arkasını döndüğünde kıyafetinin üstünde büyük harflerle G & T ve kalın harflerle de CAM yazdığı görülebiliyordu- giymiş bir adam çıktı.
“İyi akşamlar John!” dedi ufak adam. “İyi akşamlar hanımefendi. İyi akşamlar Tilly, İyi akşamlar Tanımadık! Bebek nasıl hanımefendi? Boxer da iyidir umarım?”
“Hepsinin keyfi yerinde Caleb.” diye yanıtladı Dot. “Zaten bunu anlaman için ufaklığa bakman yeterli.”
“Senin iyi olduğuna emin olmak için de sana bakmam yeterli eminim.” dedi Caleb.
Ancak ona bakmadı. Bir gözü dönüp dururken diğer gözü de ağzından çıkan ne olursa olsun başka bir zaman ve mekânda