Ocaktaki Ağustos Böceği. Чарльз Диккенс
mı John?”
Ulak elini daha önce çıkarmış olduğu paltosunun cebine daldırdı ve yosunlu kâğıtla dikkatlice sarılmış minicik bir saksı çıkardı.
“İşte!” dedi saksıyı güzelce düzelterek. “Tek bir yaprağı bile hasar görmedi. Üstü tomurcuk dolu!”
Caleb’ın donuk gözleri saksıyı eline alırken canlandı ve teşekkür etti.
“Sevgili Caleb.” dedi Ulak. “Bu mevsimde çok değerlidir.”
“Sen onu boşver. Parası bana koymaz.” diye yanıtladı ufak adam. “Başka bir şey var mı John?”
“Ufak bir kutu.” diye yanıtladı Ulak. “İşte!”
“‘Caleb Plummer için.’” dedi ufak adam kutudaki talimatı okuyarak. “‘Sergiler.’ Sergilerle mi John? Bence bu bana değil.”
“Sevgiler.” diye yanıtladı Ulak, omzunun üstünden bakarak. “Sergiler de nereden çıktı?”
“Ah! Doğru diyorsun!” dedi Caleb. “Doğru. Sevgilerle! Evet, evet, benim. Eğer Güney Amerika’nın Altın Üçgen’indeki oğlum yaşıyor olsaydı pekâlâ sergiler de olabilirdi John. Onu oğlun gibi severdin değil mi? Söylemene gerek yok. Bunu elbette biliyorum. ‘Caleb Plummer. Sevgiler.’ Evet, evet, doğru. Kızımın el işi için oyuncak bebek gözü. Keşke kutunun içindeki onun ibrazı olsaydı, John.”
“Keşke öyle olsaydı ya da böyle bir şey olabilseydi!” diye bağırdı Ulak.
“Teşekkür ederim.” dedi ufak adam. “Çok içten konuşuyorsun. Bebekleri asla göremeyeceğini ve bütün gün gözlerini dikip ona baktıklarını anlayamayacağını görmek! Bana koyan bu. Borcumuz nedir John?”
“Bir daha sorarsan sana borcu gösteririm.” dedi John, “Dot! Sopam nerede?”
“Tam da senin söyleyeceğin bir şey.” diye gözlemledi ufak adam. “Sen böyle naziksin işte. Bence hepsi bu kadar.”
“Bence değil.” dedi Ulak. “Bir daha dene.”
“Müdürümüz için bir şey yok mu?” dedi Caleb biraz düşündükten sonra. “Emin ol bunun için geldim ama gemi falan derken akıl mı kaldı bende! Buraya uğramadı değil mi?”
“Yok gelmedi.” diye yanıtladı Ulak. “Kur yapmakla meşgul.”
“Gelecek ama.” dedi Caleb. “Eve giderken yola yakın yürümemi ve bire on kala beni alacağını söyledi. Gitmem lazım bu arada, Hanımefendi Boxer’ın kuyruğunu yarım saniye cimciklesem sorun olur mu?”
“Aman Caleb! Bu ne biçim soru?”
“Ah boşver Hanımefendi.” dedi ufak adam. “Belki de hoşuna gitmez. Havlayan köpeklere yönelik yeni bir oyuncak yapmam lazım. Ben de altı peniye doğaya olabildiğince yaklaşmak istemiştim ama boş ver söylemedim say hanımefendi.”
Şans eseri Boxer herhangi bir sebep olmadan büyük bir keyifle havlamaya başladı. Ancak bu yeni bir ziyaretçinin yaklaşmakta olduğunun göstergesi olduğundan Caleb yaşama yönelik incelemesini daha uygun bir zamana erteleyerek yuvarlak kutuyu omuzladığı gibi aceleyle kapıya yöneldi. Ancak boşuna zahmet etmişti çünkü ziyaretçiyle kapıda denk geldi.
“Ah buradasınız demek? Bekleyin. Sizi eve götüreceğim. John Peerybingle hizmetinizdeyim. Güzel eşinizin daha da hizmetindeyim. Her gün daha da güzelleşiyor! Daha da iyi oluyor, sanki bu mümkünmüş gibi! Gençleşiyor da.” dedi konuşmacı alçak sesle. “Şu işe bak sen!”
“İltifatlarınıza müteşekkirim, Mr. Tackleton.” dedi Dot pek de nazik olmayan bir edayla. “Ama sizin durumunuz da farklı sayılmaz.”
“O zaman her şeyi öğrendiniz.”
“Bir şekilde kendimi buna inanmaya ikna ettim diyelim.” dedi Dot.
“Çok zorlandıktan sonra sanıyorum ki?”
“Çok.”
Oyuncak tüccarı Tackleton, yani genelde bilindiği adıyla Gruff ve Tackleton -çünkü firmasının adı buydu ama Gruff alınmış- yalnızca ismini ve bazılarına göre de sözlük anlamına2 göre de tabiatını işte bırakmıştı. Oyuncak tüccarı ebeveynleri ve koruyucuları tarafından mesleği yanlış anlaşılan biriydi. Eğer onu bir Tefeci, kıvrak zekâlı bir avukat ya da şerif yardımcısı ya da banker yapmış olsalar çocukluğunun hoşnutsuz yeminlerini yerine getirmiş ve birkaç zalim işten sonra hiç değilse olaya yenilik ve tazelik katmak adına sevimli bir insana dönüşebilirdi. Ancak sessiz sakin oyuncak yapımının sıkışık ve süründürücü uğraşında o, bütün hayatı boyunca çocukların üzerinden geçinen ve onların acımasız düşmanı olan evcil bir gulyabaniye dönüşmüştü. Tüm oyuncaklardan nefret ederdi para verip asla almazdı. Fesatlığından memnun hâlde domuzlarına binmiş pazara giden paket kağıdından çiftçilerin, avukatların kayıp vicdanlarının duyurusunu yapan tellalları, çorap örmekte ya da elinde kek tutmakta olan taşınabilir yaşlı teyzelerin ve mesleğine özgü diğer örneklerin yüzüne suratsız ifadeler çiziyordu. Tiksindirici maskelere bürünmüş gudubet, kıllı, kırmızı gözlü yaylı palyaçolar, Vampir Uçurtmalar, asla durmayan ve yan gözle sürekli çocukları gözetleyen şeytan suratlı hacıyatmazlarla ruhunu müthiş derecede tatmin ediyordu. Bunlar onun tek rahatlama yöntemi ve güvenlik ağıydı. Böyle icatlarda üstüne yoktu. Midilli cinneti deseniz keyiften dört köşe olurdu. Karanlık Güçler’in insan suratlı deniz kabukluları olarak tasvir edildikleri eserini yansıttığı projeksiyon makinesine gulyabani slaytı alınca para bile kaybetmişti (buna hiç de üzülmemişti). Devlerin betimlemelerini çirkinleştirince epey para kaybettiği doğruydu ve kendisi bir ressam olmasa da bir parça tebeşirle o canavarların yüzünde görmek istediği ve yaşları altı ila on bir arasında değişen bütün genç beyefendilerin akıl sağlıklarını en azından tüm Noel ya da Yaz Ortası Bayramı süresince bozacak kadar etkili sinsi bir bakışı çizebiliyordu.
Oyuncaktaki tutumu neyse, diğer konulardaki tutumu da (çoğu erkeğin olduğu gibi) aynıydı. Bu nedenle baldırlarına kadar uzanan o dev yeşil pelerinin altında boğazına kadar sevimli bir adam olduğunu ve onun bir çift boğa kafası gibi görünen ahşap rengi konçlu çizme içinde duran adamın olabilecek iyi ruhlu ve en sevimli adam olduğunu düşünebilirdiniz.
Yine de oyuncak tüccarı Tackleton evlenecekti. Her şeye rağmen evlenecekti. Üstelik güzeller güzeli ve gencecik bir eşe sahip olacaktı.
Ulak’ın mutfağında çarpık kuru suratı, çarpık bedeni, burnunun direğine kadar indirilmiş şapkasıyla ve ceplerinin dibine kadar sokulmuş elleriyle hâliyle pek damat gibi durduğu söylenemezdi. Üstelik bir kuzgun sürüsünün yoğunlaştırılmış özü gibi görünen ve tek gözünden okunan o alaycı fesat bakış da cabasıydı. Ama önünde sonunda damat olacaktı.
“Üç gün içinde. Önümüzdeki Perşembe. Yılın ilk ayının son günü. Düğün günüm bu işte.” dedi Tackleton.
Tek gözünün hep sonuna kadar açık diğer gözünün de neredeyse kapalı ve neredeyse kapalı olan gözün de manalı göz olduğunu söylemiş miydim? Söylediğimi sanmıyorum.
“Düğün günüm o işte!” dedi Tackleton cebindeki paraları takırdatarak.
“Aaa bizim de düğün günümüz oydu.”
“Ha ha!” diye güldü Tackleton. “Tuhaf! Siz de değişik bir çiftsiniz yalnız ha! Tam öyle!”
Dot’un bu haddini bilmez iddiaya karşı öfkesini tarif etmek mümkün değil. Sırada ne vardı? Belki de onun aklında başka bir bebek sahibi olmaları söz konusu bile değildi. Delirmişti bu adam.
“Neyse!
2
Gruff kelimesi İngilizcede aksi anlamına gelmektedir.