Ali Akbaş Armağanı. Анонимный автор
şiirinde, medeniyet kültürümüzde her birinin ayrı bir anlamı ve değeri olan “Sümbül, Güvercin, Lâle, Leylek, Gül ve Bülbül” kelimelerinin şiir diliyle târif ederken, çok güçlü bir lirizmle, klasik motiflere yeni bir bakış açısı getirerek sembolize etmiş ve şunları yazmıştır:
“Sümbül
Bir sülüs besmeledir
Ulu mâbetlerde süs
Buram buram Türk kokan
Sultanlar tuğrâsıdır
Sümbül
Güvercin
Hû çeken derviş
Yüce ayvanlarda,
Semâda bir Mevlevî
Hünkârdan el tutmuş
O’ndan gayrı herkes unutmuş
Akıllı kuş,
Güvercin
Lâle
Bir Leyle-i Kadîr’de kandil
Bir yürek kan içinde
Kalmış efgan içinde
Değil piyâle
Lâle
Leylek
Bir gurbet türküsü gagasında
Her yaz gelir gider
Yemen’de kınalar ellerini
Beytullah’a yüz sürer
Kuş değil melek
Leylek
Gül
İslâm’ın fecridir
Ter ü tâze,
Kucak kucak,
Her seher doğacak
Gül
Bülbül
Şadırvan sesi
Selimiye’de, Süleymâniye’de
Kur’ân nağmesi
Tatlı bir elhan
Hâfız ya da mevlithan
Bülbül” 14
O; sanatı ciddiye alan, estetiği muhtevâ ile birleştiren, güzellikleri irtifa ile buluşturan, gelenekle gelecek arasında bir köprü oluşturan ve eskimeyen yeniye yeni boyutlar kazandıran, medeniyetimizin ruhunu, Bozkır kültürünü, Anadolu insanının hasletlerini, hasretlerini ve mihveri köy olan mekânların güzelliklerini bir masal anlatımıyla ifâde eden; şiir dilimizi ve şiir zevkimizi şâhikalaştırırken; milleti millet yapan; din, dil, tarih, vatan, bayrak, kültür, ülkü, ortak kader ve birlikte yaşama irâdesi gibi mensûbiyet şuuru oluşturan değerlerimizi çok veciz bir biçimde dile getiren, Hilâl çiçeklerinin açması ve Al Bayrağımızın gölgesinin artması için bir ömür vakfeden ak saçlı bir gönül süvârisidir.
O, 1960’lı yıllarda “ekmek dâvâsı” için mâişet gurbetine çıkıp, Avrupa’ya giden Türk işçilerinin trajedisini, üniversite öğrencisiyken kaleme aldığı “Göç” şiiriyle; gurbeti, hasreti, anadan, babadan, yârdan yârandan, eşten dosttan, vatandan ayrılığın acısını bir ağıt hâlinde destanlaştırmış, bu derin yaranın kahır dolu, serzeniş dolu, hüzün dolu hazin hikâyesini; dünkü satvetli akıncı ruhuyla, bugünkü perişân hâlimizi karşılaştırarak yürek burkan şu mükemmel mısralarla dile getirmiştir:
“Su serperler ya
Gidenlerin ardından,
Dün askere,
Hind’e Yemen’e…
Bu gün ekmeğe
Yaban ellere…
Dönmezler de ondan;
Yoksa niye serpsinler…
Sirkeci’den tren gider,
Ona binen verem gider.
Biz hep atla geçtik Tuna’dan,
Böyle geçmedik
Avrat uşak,
Biz hiç böyle geçmedik,
Beyler utansın…
Sirkeci’den tren gider
Varım yoğum törem gider
Tuna bizden utanır
Biz Tuna’dan
Yüzüne kapatır ellerini
Aldırma be Tuna’m
Yiğit çıplak doğar anadan
Sirkeci’den tren gider
Erzurumlu Duran gider
Burada ezan var,
Orada çan;
Uyaan!
Uyan!
Uyan!
Sirkeci’den tren gider,
Bir yaldızlı Kur’ân gider…” 15
O, şiirlerinde; doğup büyüdüğü topraklara duyduğu hasreti, çocukluk günlerindeki duygularını, hâtıralarını; mensûbu olmakla iftihâr ettiği Türk milletin asâletini, değer yargılarını, kültürünü ve medeniyet anlayışını, inancını, irfanını şiir diliyle terennüm etmiş, kökleri çok sağlam ve çok güçlü bir şiir geleneğinden beslenerek yepyeni ufuklara yelken açmış ve anamızın ak sütü gibi tertemiz ve berrak bir Türkçeyle şiirler yazmıştır.
“Siz hiç
Kırda bir göze kadar berrak
Ve bir çocuğun gözleri kadar saf ve temiz
Bakabilir misiniz?
Daha kıyamet kopmuyorsa eğer,
Gökler başımıza çökmüyorsa
Onlar sayesindedir.
Onlar
Bize Rabb’in emânetleri
Onlar Bosna’da, Grozni’de
Uganda’da, Somali’de, Bağdat’ta
Fillerin ayakları altında ezilen karıncalar,
Onlar daha açmadan solan goncalardır.
Vakitsiz ölürse çocuklar
Bir yer altı nehri doğar
Anaların toprağa sızan gözyaşlarından
Bir gizli deniz oluşur yavaş yavaş
Ve sonra bir dağ koyağı,
Yâhut bir fay çatlağı bularak
Tekrar çıkarlar apansız
Berrak bir pınar gibi
Köhne dünyamızın
14
Ali Akbaş,
15
Ali Akbaş,