Ben-Hur. Lew Wallace
ve kuleleri üzerinde dolaşır, güvercinlerin mırıltıları ve gidip gelen kuş sürülerinin kanat sesleri buralardan aşağıya gelirdi.
Gelecek sayfaları anlamak için Kutsal Şehir’in sakinleri kadar yabancılarını da tanımadan önce kapıda durup manzaraya bakmak iyi olur. Şimdikinden çok farklı bir ruh hâline bürünecek olan bu halka göz gezdirmek için bundan daha iyi bir fırsat bulunmaz.
Manzara ilk bakışta tam bir karmaşadır; hareket, ses, renk ve nesne karmaşası. Özellikle sokakta ve meydanda durum budur. Zemin geniş ve şekilsiz kaldırım taşlarıyla kaplıdır, her bir çığlık, gıcırtı ve toynak vuruşu yanda yükselen sağlam duvarların arasındaki çınlayan ve gürleyen kargaşayı daha da artırır. Kalabalığa biraz karışmak, sürmekte olan ticarete biraz aşina olmak analiz etmeyi mümkün kılacaktır.
Şurada, Celile’nin bahçelerinden ve taraçalarından yeni getirilmiş mercimek, fasulye, soğan ve salatalıkla dolu küfelerin altında uyuklayan bir eşek duruyor. Eşeğin sahibi müşterilere hizmet vermediği zamanlarda, sadece bilenlerin anlayabileceği bir sesle mallarını duyuruyor. Kıyafetleri oldukça basit; sandaletler, bir omuza atılan ne beyaz ne de boyalı bir battaniye ve bele sarılmış bir kuşak. Onun yanında, çok daha heybetli ve tuhaf, ama eşek kadar sabırlı olmayan, gırtlağının, boynunun ve vücudunun altındaki tüyleri kabarık, bir deri bir kemik, gri bir deve diz çökmüş; kutulardan ve sepetlerden oluşan yükleri büyük bir semerin üzerine tuhaf bir şekilde dizilmiş. Sahibiyse, ufak tefek, kıvrak ve tozlu yollardan ve çölün kumundan nasibini alan teniyle bir Mısırlı. Soluk bir tarbooshe, boynundan dizlerine kadar inen, kolsuz ve kemersiz bir elbise giyiyor. Ayakları çıplak. Yükün altında huzursuz olan deve sızlanıyor ve zaman zaman dişlerini gösteriyor, ama adam hayvanın kayışlarını tutmuş, hiç aldırmadan bir aşağı bir yukarı adımlayarak sürekli Kedron meyve bahçelerinden gelen taze meyvelerinin reklamını yapıyor; üzümler, hurmalar, incirler, elmalar ve narlar.
Sokağın meydana açıldığı köşede sırtlarını duvarın gri taşlarına dayamış kadınlar oturuyor. Giysileri ülkenin mütevazı sınıflarında yaygın olanlardan; belden gevşekçe bağlanmış, yerlere kadar boylu boyunca inen keten elbise, başı örttükten sonra omuzlara da sarılacak kadar geniş atkı ya da şal. Onların mallarıysa, kuyulardan su getirmek için Doğu’da hâlen kullanılan türden birkaç toprak küp ve deri şişeler. Küplerin ve şişelerin aralarında, taş zeminde kalabalığa ve soğuğa aldırmadan yuvarlanıp duran, hep tehlike altında olduğu hâlde hiç canı yanmayan, yarım düzine kadar çıplak çocuk oyun oynuyor; esmer bedenleri, amber rengi gözleri ve gür, siyah saçları İsrail kanını doğruluyor. Bazen anneleri şalların altından kafalarını kaldırıp ana dillerinde tevazuyla mallarını duyuruyorlar: şişelerde “üzüm balları”, küplerde “sert içecek”. Sesleri genel curcuna içinde kaybolup gidiyor, pek çok rakiple başa çıkacak güçte değiller. Çıplak bacaklı, kirli gömlekli, uzun sakallı, güçlü kuvvetli adamlar olan bu rakipleri sırtlarına bağlanmış şişelerle dolaşıp, “Şarap balı! En-Gedi üzümleri!” diye bağırıyorlar. Bir müşteri içlerinden birini durdurduğunda, şişe tepeden yuvarlanarak ağzındaki kapak kaldırılıyor ve hazır olan bardaklara leziz meyvenin koyu kırmızı suyu boşaltılıyor.
Kumru, ördek ve sıklıkla bülbül, daha da sıklıkla güvercin gibi kuşları satanlar da daha az gürültücü değiller; bu kuşların alıcıları onları yakalayan, dorukların cesur tırmanıcılarının tehlikeli hayatlarını pek akıllarına getirmiyorlar.
Kırmızı ve maviye bürünen, kocaman beyaz sarıkların altında yıkılacak gibi duran mücevher satıcıları; ev eşyası satıcıları; giysi tüccarları; insanları yağlamak için merhem satıcıları; ihtiyaç için olduğu kadar tuhaf da olan her türlü malzeme satıcıları, orada burada yularlara asılarak, kâh bağırıp kâh dil dökerek dolaşan ve eşek, at, buzağı, koyun, oğlak, deve gibi, yasa dışı olan domuz hariç her türlü hayvan ticareti yapan satıcılar arasında güçlükle yürüyorlar. Bunların hepsi buradalar; anlatıldığı gibi tek başlarına değil, pek çoklar; bir yerde değil, pazardaki her yerdeler.
Sokak ve meydandaki bu manzarayı gören, satıcılara ve mallarına göz gezdiren okurun ikinci olarak ziyaretçilere ve alıcılara dikkat göstermesi gerekir, çünkü en iyi araştırmalar kapıların dışında, manzaranın çeşitli ve hareketli olduğu yerde yapılır; çünkü orada tentelerin, çadırların, daha büyük alanların, daha büyük kalabalıkların, daha sınırsız özgürlüğün ve Doğu güneşinin ihtişamının etkileri vardır.
VII
KUDÜS HALKI
Tam gidiş geliş hareketliliğinin kıyısında, kapıda duralım ve bir süre izleyip dinleyelim.
Tam zamanı! İşte önemli bir sınıftan iki adam geliyor.
“Tanrı’m! Ne kadar da soğuk!” diyor, içlerinden biri, zırhlar içinde güçlü bir figür; başında pirinçten bir başlık, vücudunda ışıl ışıl parlayan bir zırh. “Ne kadar soğuk! Comitium’da,13 rahiplerin aşağı dünyaya giriş dedikleri mezar odasını hatırlıyor musun, Caius? Bu sabah orada biraz ısınacak kadar durabilirdim!”
Bu sözlerin muhatabı askerî pelerinin kapüşonunu kaldırıp başını ve yüzünü açıyor, alaycı bir gülümsemeyle, “Mark Antony’yi yenen birliklerin başlıkları Galya karıyla doluydu;14 ama sen -ah benim zavallı dostum- sen Mısır’dan yeni geldin, kanında oraların yazını getirdin.”
Bu son sözle girişte gözden kayboluyorlar. Hiç konuşmasalar da zırh ve güçlü adımlar onların Romalı askerler olduklarını ortaya sererdi.
Sonra kalabalığın arasından, zayıf, yuvarlak omuzlu, kahverengi kaba giysiler içinde bir Yahudi geliyor; uzun, keçeleşmiş saçları gözlerine ve yüzüne, arkadan da sırtına kadar dökülüyor. Yalnız. Onunla karşılaşanlar eğer daha beterini yapmazlarsa, kahkahayla gülüyorlar, çünkü o bir Nazarite,15 Musa’nın kitaplarını reddeden, kendisini nefret edilen yeminlere adayan, yeminler geçerli olduğu sürece saçlarını kestirmeyen, hor görülmüş bir mezhepten.
Onun gidişini izlerken birdenbire keskin ve kararlı haykırışlarla hızla sağa sola açılan kalabalıkta bir kargaşa oluyor. Sonra da bunun nedeni ortaya çıkıyor; bir adam, nitelik ve kıyafetine bakılırsa bir Yahudi. Sarı ipekten bağcıklarla kafasına tutturulan kar beyazı keten bir örtü serbestçe omuzlarına dökülüyor; elbisesi zengin bir şekilde nakışlı, altın püsküllü kırmızı bir kuşak birkaç kez beline dolanmış. Tavırları sakin; hatta kendisine yol verenlere aceleyle gülümsüyor. Cüzzamlı mı? Hayır, sadece bir Samiriyeli. Geri çekilen kalabalık eğer kendilerine sorulsa onun elbisesinin değmesinin bile kirlilik yaratacağı bir Asurlu olduğunu söylerlerdi; sonuç olarak ölmekte olan bir Yahudi bile ondan can kabul etmezdi. Aslında, düşmanlığın nedeni kanda değildi. Davut, Sion Dağı’na taht kurduğunda, onu sadece Yahuda desteklemişti, on kavim Shechem’in yolunu tutmuştu, Shechem eski bir şehirdi ve o tarihlerde kutsal anılar açısından çok zengindi. Kavimlerin birleşmeleri bile bu şekilde başlayan ihtilafı çözemedi. Samiriyeliler, Gerizim Dağı üzerindeki tapınaklarına bağlı kaldılar ve olağanüstü kutsallığını korurken, Kudüs’teki öfkeli din bilginlerine gülüyorlardı. Zaman bile bu nefreti yatıştıramadı. Herod zamanında, inanca dönmek Samiriyeliler hariç bütün dünya için geçerliydi. Sadece onların Yahudilerle arkadaşlığı kesinlikle ve ebediyen yasaklanmıştı.
Samiriyeli kemerli kapıdan geçip içeri girerken, şimdiye kadar gördüklerimize hiç benzemeyen, istesek de bakışlarımızı üzerlerinden alamadığımız üç adam çıkıyor dışarı.
13
Antik Roma’da Forum yakınlarında, kamu toplantıları için kullanılan bir yer.
14
Mark Antony’nin Decimus Brutus’tan Transalpine Gaul’u alamayışına gönderme yapılmaktadır.
15
İncil dönemlerinde, kendisi için katı şekilde yasaklanan şarap içme, saç kesme vb. şeylerden sakınma yemini eden, kendini dinine adamış Yahudi. (ç.n.)